Atatürk bilim ve teknoloji

Atatürk bilim ve teknoloji
Atatürk’ün Bilime ve Tekniğe Bakışı

Atatürk’ün ideolojisinde, insan düşünce ve faaliyetlerinin mümkün olan en büyük ölçüde akılcı doğrultuda ve arı bir bilim tabanı üzerine oturtulması gereği, bir temel ilke, bir kültür ana öğesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Atatürk, bu konuya ilişkin sözlerinde medeniyeti göz kamaştırıcı ve olağanüstü dönüşmelere götürebilen fizik ve kimya gibi tabiat bilimleri, yani bilimin fen dallarını vurgulamaktadır. Fakat, insanı ve insan topluluklarını inceleyen bilimlerin de Atatürk’ün bu sözlerinin kapsamı içine girdiği de açık seçik bir biçimde görülmektedir.

Kurtuluş Savaşı’nın sona ermesiyle beraber, geleceğin bilimsel çalışmalarla sağlanacağını ifade eden Atatürk, 1923’de şunları söylemiştir:

“Arkadaşlar, bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat, bu zaferler, süngü ile değil, iktisat ve ilim zaferleri olacaktır. Ordularımızın şimdiye kadar istihsal ettiği muzafferiyetler, memleketimizi halâs-ı hakikîye sevketmiş sayılmaz. Bu zaferler ancak müstakbel zaferlerimiz için kıymetli bir zemin hazırlamıştır.

Muzafferiyât-ı askeriyemizle mağrur olmaya bu yeni ilim ve iktisat zaferlerimize hazırlanalım.”

Görüleceği üzere, Türk Devleti kurulurken, bilimsel zaferler, önde tutulmuştur.

Bilime ve eğitime verdiği önemi belirtirken “Eğer Cumhurreisi olmasam maarif vekilliğini almak isterdim” diyen Atatürk, bütün faaliyetlerinde bilimin yol göstericiliğine başvurmuştur.

Gerçekten de, Osmanlı Devleti’nden devralınan insan gücü, genellikle ihtiyacı karşılayacak niteliklerden yoksun, aynı zamanda fikir ve hareket olarak hazırlıksız durumdaydı. Geleceğin yapıcısı olan işçi ve teknik uzmanları, bilim ve fikir adamlarını yetiştirmek, bir yandan da şartlar ölçüsünde örgütlenerek kalkınma çabalarına girmek o günkü durum içerisinde imkânsız görülüyordu.

Meselâ okul, üniversite, öğretmen, profesör, mühendis, ustabaşı, şoför, makinist yok denecek kadar azdı.

Atatürkçü sistemde gelişmelerin açık olma zorunluluğu bulunmaktadır. Hangi yönlerde, hangi gelişmelere gidileceği ve öngörülen bu gelişmelerin hangi kriterlere göre tesbit edileceği meselesinde bilimin hakemlik edeceği hususu kabul edilmiştir. Bilim ve teknolojide ileri olmak, her türlü mücadelede başarılı olmanın başlıca şartı olarak görülmüştür. Atatürkçü sistemdeki hareketliliğin yön ve özelliklerinde, nitelik ve niceliklerinde en gerçek yol göstericinin bilim olacağı açıkça ortaya konulmuştur. Bilimsel değişmelerin toplumları nasıl etkilediğini ve değişmeye uymadan Türk milletinin de yaşayamayacağını 30 Ağustos 1924’de Atatürk şu şekilde ifade etmektedir:

“Efendiler, medeniyet yolunda muvaffakiyet yenilenmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadî hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne tekâmül ve terakki yolu budur. Medeniyetin buluşlarının, fennin harikalarının, cihanı değişmeden değişmeye sürüklediği bir devirde, asırlık köhne zihniyetlerle, maziperestlikle mevcudiyetin muhafazası mümkün değildir”.

Türkiye’nin gelecekteki gelişmelerinde bilimin oynayacağı rol konusundaki Atatürk’ün düşüncesi Onuncu Yıl Nutkundaki şu sözlerine yansımıştır.

“Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atînin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.”

“Türk milletinin yürümekte olduğu terakkî ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir.”

“Yurdumuzu dünyanın en mamur ve medenî milletleri seviyesine çıkaracağız, Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.”
Atatürk’ün felsefesinde temel kural ve gaye çağdaş olmaktır. Bunun da yolu bilim ve teknikten geçer. Bunu ifade ederken O, “Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, tekniktir” demekteydi.

Atatürk, Büyük Nutkunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında temel prensip olarak bilim ve tekniğin esas alındığını dile getirmiş, ayrıca, “Milletimizin siyasî, sosyal hayatında, milletimizin fikir terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır” demek sureti ile bilim ve teknolojinin kullanılacağı diğer alanları da göstermiştir.

Atatürk’ün inkılâpçılık ilkesini de bu çerçevede ele almak gerekmektedir. Atatürkçü sistemde inkılâpçılık ilkesi, Türk toplumunun milletlerarası yarışmada ve insanoğlunun uygarlık kurma ve onu geliştirme çabalarında ön safta yer alan bir toplum olmasını, bu toplumun bireyleri için mutluluk ve huzur sağlanması yollarını araştıran çok önemli bir ilke konumundadır. Çağdaş bir toplumda, ileri bir medeniyette, insan ihtiyaçlarının karşılanmasında, gerek teşhis ve gerekse tedbir safhasında, bilimin ışığında yürümesi zorunludur.

Bilimin insanı olağanüstü ölçülerde güçlü kılabilen çok önemli bir insan çabası olduğu açık bir gerçektir. İnsan, artan bu gücünü iyi ve yapıcı maksatlarla kullanabileceği gibi, bu gücünden olumsuz ve yıkıcı amaçlarla yararlanmak imkânlarına da sahip olabilir. Bilimin kendisi ahlâk bakımından tarafsızdır ve nötrdür. Bilimin en iyi yollardan insan ve toplum yararına kullanılabilmesi için birtakım erdemlere sahip olması gerekir. Atatürkçü sistemdeki temel ilkeler bu erdemli ortamı elverişli bir biçimde tutmakla büyük ölçüde yararlı olabilirler. Böylece de bilimin insana sağladığı nimetlerden en iyi şekilde faydalanılması yollarının açılması kolaylaşmış olur.

Atatürk’ün eğitime ve bilime verdiği önemin en belirgin işareti, daha Millî Mücadele devam ederken Maarif Kongresi’ni toplamasıyla ispat edilmiştir. 15 Temmuz 1921’de yani Sakarya Savaşı’nın en kızgın zamanlarında Ankara’da toplanan bu kongrede Atatürk şunları söylemiştir:

“Savaş günlerinde dahi dikkat ve itina ile işlenip çizilmiş bir millî terbiye programı vücuda getirmek ve mevcut maarif teşkilâtımızı bugünden yararlı şekilde çalıştıracak ilkeleri açıklamak için çalışmalıyız.”

Üç yılı aşkın bir süre devam eden bağımsızlık savaşından sonra Atatürk, ülkede bilimsel araştırmaların artmasını, insanların kafalarını hep bu çeşit meşguliyetlere hasretmelerini ister. “Üçbuçuk yıl süren bu mücadeleden sonra, bilim bakımından, eğitim bakımından mücadelemize devam edeceğiz. Fabrikacı olacağız, sanatçı olacağız. Bundan sonra anlayışımızı hep buna verelim.”

1922 tarihinde yaptığı bir diğer konuşmada ise, “Milletimizin siyasal ve sosyal hayatında, milletimizin düşünce eğitiminde yol göstericimiz bilim ve teknik olacaktır. Gözlerimizi kapayıp, tek başımıza yaşadığımızı varsayamayız. Ülkemizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız ve herkesin kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için kayıt ve şart yoktur.” demekteydi.

Atatürk’ün kastettiği bilim ve teknik çağdaş olduğu için Atatürkçülükte bilim ve teknikteki gelişmelerin çok yakından izlenmesi gerekir. Medenî dünya hızla değişmekte ve gelişmektedir. Bu değişiklik ve gelişmelere uymak gereklidir. Uygarlık yolunda başarının gelişme ile mümkün olduğunu kabul eden Atatürk “Hayat ve geçime egemen olan kuralların zaman ile değişme, gelişme ve yenilenmesi zorunludur.” demekteydi.

Atatürk’e göre cehalet ve taassuptan uzak, ilme ve akılcılığa dayanan uygarlık yolu toplumlar için zorunlu yoldur. Çünkü : “Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yakar, yok eder. Uygar olmayan insanlar ve toplumlar daima uygar olanların ayakları altında kalmaya mahkûm olacaklardır.”

Atatürk döneminde Türkiye’de bilimin gelişmesi hususunda, yüksek okulları da içine alan 2252 sayılı yasanın 31 Mayıs 1933’de kabul edilmesi önemli bir adım olmuştur. Bu yasa gereğince eski İstanbul Üniversitesi 31 Haziran 1933 günü kapatılarak, onun yerine 1 Ağustos 1933 tarihinde batı Avrupa örneğine uygun modern bir üniversitenin açılması plânlanmıştır. Bu üniversiteyi, Türkiye’de birçok yeni okulların veya bölümlerin açılması ya da modernize edilmesi takip etmiştir. Meselâ, İstanbul Yüksek Teknik Okulu’nda Mimarlık Bölümü, Ankara’da Tarım ve Veterinerlik Okulu, Devlet Konservatuvarı ve diğer bazı okullar sayılabilir.

Atatürk’ün gerçekleştirdiği üniversite inkılâbı, gerek fen bilimleri ve gerekse beşerî bilimler alanlarında üniversitelerimizin batı örneklerine uygun araştırma geleneklerine ayak uydurmalarım birinci plânda olmak üzere öngörmekte idi. Tarih ve dil alanlarında, Atatürk, canlandırmak istediği bu akımı Tarih ve Dil Kurumlarını kurmak suretiyle güçlü biçimde destekledi. Ayrıca, İstanbul Üniversitesi’nde temsil edilen kürsü ve enstitülerle bölümlerin sayısını arttırmak ve bunların bilimsel seviyesini yükseltmek, kütüphane, laboratuvar ve diğer araştırma araç ve gereçleri bakımından üniversiteyi zenginleştirmek de şarttır.

SONUÇ

Atatürk’ün düşüncelerini doğru olarak değerlendiren her araştırmacı ve aydının birleştiği nokta, O’nun bütün fikirlerinde ve uygulamalarında akılcılığa ve bilime büyük bir önem verdiğini tesbit etmesidir. Türk milletini çağdaş medeniyet yolunda en ileri noktaya ulaştırma gayesi içinde olan Atatürk, bu idealin gerçekleştirilmesi yolunda da gerçekçi davranılması gerektiğini belirtmiştir. O’nun gerçekçiliği akılcılığının ayrılmaz bir parçasıydı.
İlk yıllarındaki nutuklarında, bilgisizlik, eğitim, maarif millî eğitim, bilim ve öğretmen konusu üzerinde durarak, bunların büyük ve etkin önem ve değerini kavratmak için öğretmenlerin,yetkililerin ve kamuoyunun özellikle dikkatlerini çekmek amacında olduğu anlaşılır. Çünkü, O’nun Türk toplumunda karar ve yetki sahibi olmasından daha 13 yıl öncesine, 1908’e dek bu konuların önemleri devlet yaşamında ve kamuoyunda hiç bilinmemiş, anlaşılmamıştır.

Atatürk, “hayatta en gerçek yol gösterici bilim” dir diyerek, Türk toplumunu kesin olarak yöneltmeyi istediği yeni Batı medeniyetinin temel niteliği aydınlanma olarak belirlenmiştir. Aydınlanma hayata aklın kılavuzluk etmesi, hayata dayanak olacak değer ve normların akılla bulunması, gelenek-göreneklerin aklın eleştirisinden geçirilmesi demektir. Bu tutumun sonunda varılan en değerli ürünü de gerçeğin sistemli ve plânlı gözlemleriyle elde edilen bilimdir. Dolayısıyla hayata doğru yolu bilim gösterecektir.

Medeniyetçilik onun en önemli ilkelerindendir. Her zaman bilimden, uygarlıktan söz etmiş o düzeye yükselmenin ve onlardan yararlanmanın yollarını göstermiştir. Bu tek yol, laik anlayış ve düzen içinde durmadan, yılmadan, dönmeden çalışmaktır. Türk, övün-çalış-güven öğüdü bunun ve Atatürkçülerin parolasıdır.

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, bilimdir” ifadesi bu ilkelerin Türk ulusuna mal edilmesi ve Atatürkçülüğün felsefî temelinin kesinlikle belirmesini sağlamıştır. Konuşmalarının çoğunda şu ifadelere rastlanmaktadır. “Medeniyet tarikatı Türkiye, şeyhler, dervişler ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır.” Biz medeniyet, bilim ve teknikten kuvvet alıyoruz. Biz, medeniyet ailesi içinde bulunuyoruz. Uygarlığın bütün gereklerini uygulayacağız.

Atatürk’ün bu sözlerindeki, içtenlik ve kararlılık, O’nun bilim ve medeniyetçilikteki kesin inancının kuşku götürmez delilleri, uygulamalarının dayanaklarıdır.

Türkiye’nin çağdaş bir devlet haline gelmesini önleyen bütün engelleri ortadan kaldıran Atatürk, akıl ve bilim çağına geçmenin tek kurtuluş yolu olduğunu açıkça belirtmiş ve bu konuda ortaya çıkan problemleri doğru bir biçimde teşhis etmiş ve etkili uygulamalarla problemlerin çözümü yolunda önemli mesafeler alınmasını sağlamıştır. Atatürk, bilimi, aklı objektif düşünceyi ve özel olarak tarihten alınacak dersleri, temele koymak suretiyle, Türk milletini kısa bir süre içinde büyük bir değişmeye götürmüş, birçok inkılâbı icraat programı içine alabilmiş, dünyanın hayret dolu gözleri önünde bu büyük başarıya ulaşabilmiştir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu