Atatürk’ün milli kültüre, Türk dili ve tiyatrosuna verdiği önem konusunda anı var mı?

Atatürk’ün milli kültüre, Türk dili ve tiyatrosuna verdiği önem konusunda anı var mı?

En büyük Türk Milliyetçisi Atatürk’e göre “Millet, aynı kültürden insanların oluşturduğu toplumdur”. Kısaca “ortak kültür” millet olmanın temel unsurudur. Atatürk’ün tarih, dil ve güzel sanatlar konularına eğilmesinin nedeni de budur.

Merhum Prof. Dr. Enver Ziya Karal’ın yerinde deyimi ile; “Atatürk’ün tarih üzerinde çalışmaları İstiklâl Savaşımızın kültür alanında devamıdır”. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Milleti, uzun ve parlak bir tarihe sahipti. Bu köklü milletin tarihi aydınlığa çıkarılmalı idi. İşte Atatürk bu neden ile tarih konusuna eğilmişti. Atatürk’ün ön ayak olması ile 1930’da “Türk Tarihinin Ana Hatları” yayınlandı. 12 Nisan 1931’de Atatürk’ün direktifi ile, daha sonra 1936’da “Türk Tarih Kurumu” adını alan “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” kuruldu ve dört ciltlik bir “Genel Tarih” yayınlanarak, ağırlık Türk Tarihine verildi. Ankara’da kurulan Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi, arkeoloji, antropoloji ve tarih çalışmalarına katılıyor, vatan topraklarının Roma ve Bizans’tan çok daha eski uygarlıkların beşiği olduğunu kanıtlıyor, Macar tarih bilgini Prof. Ferencz; “Türk medeniyetini 5000 yıl öncesinde aramalı” diyordu.

Dil de, millî kültürün diğer başlıca unsuru, millî birlik ve beraberliğin koruyucusudur. 730 yıllarında Türk alfabesi ile yazılmış Orhon Kitabeleri Türklerin işlenmiş bir yazı diline sahip olduğunu gösteriyor, Türk Uygur Devletinde de Türkçe iyi korunuyordu. 9. ve 10. yüzyıllarda Türkler İslâm dinini kabul edince, Kuran dili Arapça, medreselerin de dili olmuş, Türk bilginleri eserlerini genellikle Arapça yazmışlardır. Yusuf Has Hacip’in “Kutatgu Bilig”, Kaşgarh Mahmut’un “Divan-ı Lügatit-Türk”ü, Ali Şir Nevai’nin Türkçeyi Farsçaya karşı savunması, Karamanoğlu Mehmet Bey’in 1278’de Türkçe dışında dillerin kullanılmasına karşı çıkması, Anadolu’da Yunus Emre’nin Türkçe’yi bir edebiyat ve düşünce dili olarak kullanması, Türklerin dillerini korumak uğraşılarının örnekleridir. Fakat özellikle İstanbul’un alınmasından sonra Saray ile halkın konuştuğu dili, birbirinden koparan bir “yapma dil” gelişti. Lisan-i Osmanî Osmanlıca olarak adlandırılan bu karma ve yapma dil Türkçe, Arapça ve Farsçadan oluşuyor, fakat, Ahmet Mithat’ın 1872’de söylediği gibi; “Osmanlı dili o hale gelmişti ki, yazılan bir şeyi ne Arap, ne Acem ne Türk anlayabiliyordu. Şemseddin Sami, Ali Suavi, Ziya Paşa, Süleyman Paşa gibi aydınların başlattığı, Ömer Seyfettin, Ali Canip, Ziya Gökalp ve arkadaşlarının 1911’de “Genç Kalemlerde” sürdürdüğü mücadeleye daha sonra Atatürk sahip çıkmış, 1932’de Birinci Türk Tarih Kongresi kapandıktan sonra; “Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir” diyerek, 1936’da “Türk Dil Kurumu” adını alan “Türk Dili Tetkik Cemiyeti”ni kurdurmuştur. Atatürk’ün düşüncesine göre; Türk dili, milleti ayıran değil, kaynaştıran bir niteliğe kavuşmalı, çağdaş uygarlığın gereği bütün kavramları karşılayan zengin bir kültür dili haline gelmeli idi. Bir zamanlar Çin’den Viyana kapılarına kadar konuşulan, bugün de başlıca on dil arasında yer alan Türkçemiz; sağlam yapılı, mantıklı bir dildir. Atatürk dil çalışmalarını bu amaçlarla başlatmış, Dil Kurumu’nu, Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesini bunun için kurmuş, Dil Kurultay’ını bunun için toplamıştı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu