Dil kirliliği nedir, sebepleri ve sonuçları nelerdir?

Dil kirliliği nedir, sebepleri ve sonuçları nelerdir?
Dilde Kirliliğin Kaynakları
Bir televizyonda “Türkçedeki Yozlaşma ve Yabancılaşma” üzerine yaptığım bir konuşma sırasında sunucu, bana “Dilde kirliliği doğuran etkenler nelerdir?” sorusunu yöneltmişti. Bize ayrılan sürenin dolması yüzünden bu sorunun karşılığını bir başka programda vereceğimi söylemiştim. Ancak program devam etmedi, bu nedenle çok önemli bulduğum bu sorunun karşılığını burada vermenin yararlı olacağını düşünüyorum.

Dilde kirliliğin beslendiği kaynakları iki bölümde ele alabiliriz: Birisi dış, öteki iç kaynaklardır.

Dış kaynağın küreselleşmenin dile yansıması olduğunu hemen söyleyelim. Küreselleşmeyi Giddens “Toplumların zamansal ve mekânsal boyutta birbirlerine yakınlaşmaları ve ilişkilerinin yoğunlaşmasının sonucu “ ( Sadoğlu, 2009: 785) olarak tanımlamaktadır. Giddens küreselleşmede iletişim araçlarının hayatî bir rol oynadığını belirterek iletişim teknolojilerini ellerinde bulunduran güçlerin öteki kültürler üzerinde etkili olduğunu vurgular. Buna dayanarak küreselleşmenin dünya toplumlarının eşit şekilde katıldıkları bir kültür alışverişi olmadığını, ekonomik ve askerî gücü üstün olan ülkelerin yönlendirici konumda bulunduğunu ve tek yönlü etkileme süreci olduğunu belirtir.

Küreselleşmenin doğurduğu homojenleştirici tüketim kültürü, günümüzde yalnızca maddî tüketim yönüyle değil, kitle iletişim araçlarını kullanarak bilgi ve değer tüketimi ve kullanımını da etkilemektedir. ( Yetim, 2002: 131) Bu da ayrı ayrı değer yargılarına sahip olmakla anlam kazanan ulusal kültürleri tehdit eden bir gelişmeyi ortaya çıkarmaktadır.

Küreselleşmenin tek tipleştirici özelliğinden en çok ulusal diller zarar görmektedir. Küreselleşme çağında yerel ve ulusal dillerin hâkim dile karşı dayanma gücü giderek zayıflamaktadır. Dillerin varlığını, sürekli kullanılmalarına borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Dili hâkim dilin sözcükleriyle doldurmak dilin yabancılaşması, kirlenmesi sonucunu doğurur. Küreselleşme hâkim dilin sözcük, deyim ve kurallarını dayatmaktadır. Küreselleşmenin dayattığı sözcükler, deyimler, sözcük öbekleri ve cümleler Türkçede cirit atmaktadır. İçecek adlarından giyecek adlarına, ev eşyalarından konaklama yeri adlarına kadar gerekli gereksiz binlerce sözcük, deyim, tamlama ve cümle kullanılmaktadır. En kötüsü de kıyafetlerde yabancı dillerle yazılmış deyim ve cümlelerin yabancı dil reklâmı yaparcasına kullanılmasıdır.

Günümüzde Türkçe daha pek çok ulusal dil ile birlikte küreselleşme olgusunun veya güdümlü retoriğinin yoğun baskısı altında İngilizcenin sözcük ve kavram hazinesi ile söz diziminden yoğun şekilde etkileniyor. Öyle ki kimi aydınlarımız Türkçenin kurgusunu ve iç yapısını İngilizcenin bozduğunu, dilimizin melezleştiğini, ortaya Türkilizce diyebileceğimiz bir melez kültür dili çıktığını söylüyorlar.(Sinanoğlu,2007:10-17)

Küreselleşmenin yarattığı tahribat konusunda Hüseyin Sadoğlu şunları söylemektedir “ Türk Halkı son dönemlerde etkisini kitle iletişim araçlarında, dükkân tabelalarında, afiş ve reklamlarda, yerli-yabancı ürünlerin ambalajlarında ve kullanım kılavuzlarında hatta bazı kamu kurum ve kuruluşlarında İngilizcenin yoğun bir bombardımanı altında bulunmaktadır. Bu dilsel tahakkümün bir sonucu olarak İngilizce sözcükler, kent- köy ayrımı gözetmeksizin sıradan insanın günlük konuşma diline girmiştir. Hatta sözcüklerin de ötesinde yaygın İngilizce deyimler, kalıp halinde, reklamlar ve televizyon dizileri aracılığıyla Türk halkının gündelik hayatına dâhil oldu. Kaba hatlarıyla bu süreç Türkiye’de ulusal dil bilincine sahip kesimler tarafından dilde bozulma, yozlaşma ve kirlenme tabirleriyle karşılanıyor. (Sadoğlu, 2009: 801)

İç kaynakları da şöyle sıralayabiliriz: Birincisi kültürel özgüvensizliktir. Türkçedeki bozulmanın temelinde Osmanlı çağında başlayan bir kültürel özgüvensizlik vardır. (Hepçilingirler, 2005, 43–46) Osmanlı aydını için Arapça ve Farsça konuşup yazmak nasıl yüksek kültüre mensup olmanın bir işareti sayılıyorsa, bugünün aydını için de İngilizcenin işlevi aynıdır. Aydınlardaki özgüvensizliğin nedeninin de bilgisizlikten, daha açık bir ifadeyle Türkçenin özellik ve zenginliklerini bilmemekten kaynaklandığını söyleyebiliriz.

İkincisi ise yabancı dille öğretim sorunudur. Birçok üniversitemizde öğretim dili İngilizcedir. Sömürge ülkelerde görülen bu uygulamanın Türkiye’de uygulanması bilim adamlarımızın akıl almaz bir vurdumduymazlığıdır. Bu durum yüksek öğretim sistemimizin kalbine hançer saplamaktan başka bir şey değildir. Üniversite çevrelerinin dikkatini çekmek, geleceğimiz olan gençleri bilinçlendirmek amacıyla üniversitelerde Türkçe Toplulukları’nın kuruluşunu gerçekleştirmiştik. Bugün birçok üniversitemizde çaba gösteren bu topluluklar geleceğimizi aydınlatacaktır. Yabancı dille öğretim yalnızca Türkçeye güvensizlik duygusu aşılamıyor, Türk insanın da aşağılık duygusu içine düşmesine neden oluyor. Hâlbuki Ömer Seyfettin aşağılık duygusunu yenmek için ne büyük bir çaba sarf etmişti! Ya Atatürk’ün Türkçeyi bilim dili haline getirmek için TDK’yi kurmasına, öleceği güne kadar bu kurumda terim çalışması yapmasına, servetinin gelirini bu kuruma bırakmasına ne demeli?

Üçüncüsü Türkçe üzerinde dilcilerin, dilseverlerin farklı tutum içimde bulunmaları. Türkçenin Türk milletinin en önemli değeri olduğunu bilenler bile Türkçe için, Türkçeyi yabancı dillere karşı korumak ve savunmak için bir birlik, bir bütünlük oluşturamamaktadırlar. Adeta değirmen sele gitmiş, biz şakşak arıyoruz. Kimimiz eskiden dilimize girmiş, bugün kullanımdan düşmüş sözcükleri inatla, ısrarla kullanmaya devam ederken; kimileri de nerde yeni bir yabancı sözcük görse adeta mal bulmuş mağribi gibi onu alıp dile sokmayı bir marifet sanmaktadır.

Dördüncüsü yabancı dil tazminatı adı altında yabancı dil bilenlere ayrıca para ödeyen bir yönetim anlayışı ile karşı karşıya bulunmamızdır. Bu uygulama sonuç olarak Türkçeyi önemsizleştirmekte, yabancılaşmayı teşvik etmektedir. Bu uygulamaya paralel bir aksaklık da üniversite öğretim üyelerine paye verilirken yaşanmaktadır. Bilimsel yetenek yerine yabancı dil bilgisi önemsenmektedir. Bunun sonucu olarak bilimsel yayın sıralamasında üniversitelerimiz çok gerilerde kalmaktadır.

Dil, millî kültürün taşıyıcısıdır. Bizi başkalarından ayıran değerlerin en önemlisidir. Düşünce tarzımızın göstergesidir. Kültürümüzün aynasıdır. Dilimize bakarak nasıl düşündüğümüzü, zihnimizin nasıl çalıştığını, dünya görüşümüzü, bütün değer yargılarımızı görebiliriz. O, bize atalarımızın mirası ve emanetidir. Varlığımızı geleceğe taşıyacak tek değerdir. Dilini yaşatamayanlar, başka dillerin boyunduruğu altında bırakanlar bağımsızlığını da yitirir. Millî kimliğini ve kişiliğini kaybeder. Sinanoğlu’nun ifadesiyle “Türkçe giderse, Türkiye gider! Öyleyse dilde yaşanan yozlaşmaya, yabancılaşmaya ve kirlenmeğe karşı birlik içinde bulunalım.

Bir Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu