Marmara bölgesinde hangi el sanatları yapılıyor

Marmara bölgesinde hangi el sanatları yapılıyor
Kaşıkçılık

Taraklı İlçesi’nde yüzyıllardan bu yana sürdürülen çok yaygın geleneksel bir el sanatıdır. İlçenin Alballar, Kemaller, Esenyurt ve Uğurlu köylerinde yaşatılan bu gelenek, bugün halen onlarca “Kaşık Evi/Kaşık Odası”nda sürdürülmektedir. Bu köylerimizde özellikle kış aylarında yoğun bir üretim yapılmaktadır. İkiyüze yakın aktif ustası ile kaşıkçılık, ilin en yaygın geleneksel el sanatları arasındadır. Daha önceki yıllarda Taraklı İlçe merkezi ve tüm köyler kaşık, kepçe, yaba, maşa, semer ve tarak işleriyle uğraşırken, son zamanlarda ham madde bulmak zorlaşınca bu işleri meslek edinen köylerin dışında uğraşan insan sayısı oldukça azalmıştır. Kaşıklar, özel olarak inşa edilmiş kaşık evlerinde/odalarında yapılır.

“Kaşık Evi/Odası”, kaşık yapımı için evlerin bitişiğine, 1,5 metre yüksekliğinde ve 3m_ genişliğinde kaşık odaları yapılır. Bu kaşık odasında 3 kaşık ustası birlikte çalışır. Kaşık ustaları haftanın 6 günü çalışıp yalnızca cumartesi günü dinlenirler.

Kaşık yapımında çeşitli bıçak ve keskiler kullanılır. Kaşıklar kepçe, yemek kaşığı ve mama kaşığı olarak üç boyda imal edilir. Kaşık imal aşamaları şöyledir:

Birinci safha: Ağaç iki kaşık boyunda tomsak halinde kesilir. Tomsak halindeki ağaç nacakla taslak haline getirilip kaşık formuna sokulur. Bu işe “taslama” denir.

İkinci safha: Nacakla baş ve sap kısımları düzeltilir. Bu safhaya “iğinnek” denir.

Üçüncü safha: Kaşık yapımı için özel olarak yapılmış “kaşık tezi” üzerinde keserle ağız kısmının içi oyulur. Bu işleme “keserlek” denir.

Dördüncü safha: Özel olarak yapılmış bıçakla sapı ve arkası düzeltilir.

Beşinci safha: Kaşığın içi “iğdi” denen özel bıçakla keser izleri düzeltilip, inceltilir. Bu safhaya “yalaklama” denir.

Altıncı safha: Törpü ile kaşığın dışı düzeltilerek bıçak izleri kaybedilir.

Yedinci safha: Bu aşamada kaşık zımparalanıp, yün veya keçe ile perdahlanır. Bu aşamadan sonra kaşık kullanıma hazırdır.

Kaşık yapımında şimşir ve kayın ağacı kullanılır. Şimşir ağacından yapılan kaşık diğer ağaçların kaşıklarına göre daha değerlidir.

Kaşık odalarında, kaşığın yanında kepçe, şekerlik, çerezlik ve çeşitli hayvan figürleri (at, deve, kartal, fil) de yapılır. Yani çeyiz sandığı, sehpa, telefonluk resim çerçevesi, tepsi, rahle (sini), mihale (altlık), abajur, ekmek sepeti, peçetelik vb. ev, kullanım ve süs eşyası, bu geleneksel sanatçılarının ürünleri arasında yer almaktadır.

Tarakçılık

Taraklı’ nın geleneksel el sanatlarından olan “tarakçılık” günümüzde 80-90 yıl öncesine kadar Taraklı Çarşısı’nda 2-3 dükkanda yapılmaktaymış. Tarakçı Mehmet ve Tarakçı Ahmet bu sanatın 80-90 yıl öncesinin tanınmış ustalarıdır. Yörede yaşayan yaşlılar, tarak kullanma alışkanlığının saçta kepeklenmeyi, dökülmeyi, bitlenmeyi önlediğini söylemektedir.
Yörede tarak; Şimşir, Gürgen, Armut ve iyi cins Ceviz ağacından yapılırmış. Şimşir ağacı beyaz renk, sert ve dayanıklı olduğundan daha çok tercih edilmektedir. Şimşir aynı zamanda tespihçiler tarafından tespih yapımında da kullanılmaktadır.

Semercilik

Sakarya’da 30-40 yıl öncesine kadar “At” ve “Eşek” gibi hayvanların binek ve yük taşıyıcı olarak önemli bir yeri vardı. Tarlalardaki ürünler eşeklerle ile kente getirilirdi. Tarlada el ile biçilen buğday sapları, diğer ürünler eşeğin üzerinde toparlanıp bağlanarak harman yerine getirilirdi.
Önceden şehir içerisinde her çeşit yük taşımacılığı da “Eşeklerle” ya da “At Arabaları” ile yapılırdı. Günümüzde taşımacılığın motorlu araçlarla yapılması, yani traktörlerle kente ulaştırılması neticesinde at ve eşek gibi hayvanlar önemini yitirmiş, dolayısıyla “Semercilik” zenaatı 3-5 dükkan dışında hemen hemen terkedilmiştir. Bu sanat günümüzde Geyve, Taraklı ve Pamukova’daki 2-3 dükkanda yaşatılmaktadır.
Yük ve binek hayvanı olarak kullanılan at, eşek ve katır gibi hayvanların taşıyacaklar yükün hayvanın sırtına zarar vermemesi için ağaç iskelet üzerine deri ile keçe arası kamış otları ile doldurulup sarılarak dikilen semer çok özen isteyen bir sanat dalıdır. Dengesiz yapılmış bir semer hayvanın sırtının yaralanmasına neden olur.
Taraklı, Geyve ve Pamukova ilçelerinde eski geleneksel anlayışla (usta-çırak ilişkisiyle) yetişmiş birkaç usta tarafından halen sürdürülen semer yapımı; günümüzde turistik amaç kapsamında minyatür biçimde de üretilmektedir.

Süpürgecilik

93 Harbi sırasında (1877-1878 yıllarında), başta Balkanlar ve Rumeli’nden gelen Muhacirler (göçmenler) tarafından yöreye taşınmış bir geleneksel el sanatıdır. Süpürge gelişen teknoloji karşısında temizlik aracı olarak önemini yitirmekte olup geleneksel bir sanat ürünü olarak değerini korumaktadır.Nişan ve düğün geleneklerinde aynalı veya süslü süpürge diye de anılan çeşidiyle birlikte farklı ebatlarda ve aksesuarlarla üretilen süpürgeler, Türkiye’nin dört bir yanında rağbet görmektedir. 1957’de Süpürgeciler Borsası’nın ilde faaliyete geçmesi ile birlikte daha örgütlü bir yapıya kavuşmuştur. Günümüzde hem geleneksel, hem de modern araç ve gereçlerle üretimi yapılmaktadır.

Geçmişte küçük dükkanlarda süpürge üreten esnafı bugün, daha modern bir üretim tekniğiyle belli alanlarda (Eski garajlar ve Ticaret Borsası içindeki bölgede) üretim yapmaktadır.

Geleneksel süpürge üretiminde; tarladan toplanan süpürge telleri süpürge yapımına uygun uzunlukta kesilir. Tohumları ve yaprakları ayıklanıp demetler haline getirilerek üretici tarafından Borsada satışa çıkarılır. Üreticinin belirlediği fiyatlar üzerinden açık arttırma ile süpürge yapımcıları tarafından satın alınan süpürge telleri, yumuşak olması ve kükürtün kolay ıslanması için su ile ıslatılır. Islatılan teller küçük kapalı ve bir ocağı bulunan penceresiz bir odaya konarak kükürtle ağartılır. Ağartılan bu süpürge telleri “ayıklayıcı” diye anılan kişi tarafından bıçakla ayıklanır. Kalın, dolgun ve etli olanlar tepelik, ince ve cılız tellerde işlik olarak ayrılır. Kısa, kırık, koyu renkte düzgün olmayan teller ayıklanarak küçük el süpürgeleri ve top süpürge yapımında kullanılır. Teller “sarıcı” larca (taslakçı) temizlenir. 4-9, ya da daha çoğu bir araya getirilip, yavru demetler yapılır. Bunların ikisi birleştirilir, pamuk ipliğiyle bağlanarak, süpürge taslağı oluşturulur. “Bağlayıcı”larca (tepeci) bu taslağın sapına 4-5 tel yerleştirilerek, tepelik yapılır. “Ayakcak” denilen ayak mengenesinden yararlanılarak sap, üç ya da daha çok yerinden galvanize telle bağlanır. Süpürge taslağına “el mengenesi” (falaka) yardımıyla süpürge biçimi verilir. Tokmakla vurularak bu biçim pekiştirilir. Üç ya da daha çok yerinden çuvaldızla dikilir. Evlenme geleneklerinde önemli yer tutan ve sapına kabara denilen iri başlı özel bir çivi çakıldığında kullanan bayanın kız olduğunun göstergesi; evin kapısı dışına asıldığında ise burada evlenecek çağda kız bulunduğunu belirten simge olan ve aynalı şekliyle evlenen kızın çeyiz eşyaları arasında vazgeçilemez konumdaki süpürge, yukarıda sözü edilen işlemlerden sonra kullanıma sunulmak üzere satışa çıkarılır.
Sakarya’ya üretilen farklı ebat ve özellikteki süpürgeler yurt içi ve dışında alıcı bulmaktadır.

Sepetçilik

Günümüzde işlevini henüz kaybetmeyen sepetçilik atalardan öğrenildiği gibi halen; saz, söğüt, ceviz ve fındık dallarından örülerek yapılmaktadır. Eşya, yiyecek vb. Taşıma amacından başka ev içi dekorasyonunda da kullanılmaya başlanmıştır. Hayvancılıkla uğraşan kırsal kesimlerde yaygın olarak kullanılan keçe, çul ve ağaçtan yapılan semer kullanıldığı dönem boyunca geleneksel sanatların bir kolunu oluşturmuştur.
Özellikle Sapanca Kestanelik Mevkii, Adapazarı-Abalı ve Geyve’de meyve sepeti, çamaşır sepeti, ekmeklik, gazetelik, masa, sandalye ve abajur gibi birbirinden farklı çeşitleri de içeren ürünler yöremizde yapılmaktadır. Son yıllarda Çanakkale Biga’dan gelen Romanların da etkisi ile yerleşik Romanların ürün çeşidi bir hayli artmış ve zenginleşmiştir.

Başlıca ustaları: Yaşar Kurt, Seyit Ali Karaçoban, Hasan Göncel, Selim İpek, Mustafa Tunç, Remziye Gülüm, Yaşar Gülüm, Mustafa Karaçoban, Abdullah Bakır, Salih Bakır, Ali Doğulu, Dursun İldiz, Zekeriya Tunç, Demir Tunç ve Bekir Çubuk.

Hasırcılık

Hasır zembil diye de adlandırılan bu geleneksel ürün suyun ve sazlığın bol olduğu Sapanca ve Adapazarı-Abalı çevresinde günümüzde Romanlar tarafından üretilmektedir.

Çömlekçilik

Yörede Roma ve Bizanslılar, dönemi kalıntılarda çok sayıda çömlek bulunmuştur. Ancak Çömlekçilik sanatı Adapazarı’na 93 Harbi’nde (1877-1878 yıllarında) gelen Muhacirler tarafından getirilmiş ve yerleştirilmiştir. Sakarya Poyrazlar Gölü çevresinde toprak, çömlek ve tuğla yapımına çok elverişlidir. Çömlek imalinde kullanılan “Cimil” çamurun Poyralar Gölü ve çevresinde bulunuşu, Adapazarı’ndaki tek çömlek atölyesinin de Karasu-Kaynarca yol ayrımında Dağdibi Mahallesi’nde (Köyü’nde) olmasında etkili olmuştur.

Yılın 8 ayı faaliyet gösteren bu atölyede, “Aralık, Ocak, Şubat, Mart” aylarında çalışmazlar. Nedeni ise, kışın çömlek üretiminin yapılamamasıdır.

Yapılışı ve Çeşitleri:Çevreden alınan çamur, çamur yalağına koyulur. Buradan çıkarılarak, silindirden geçirilir ve yabancı maddelerden arıtılır. Daha sonra çırak alır ustanın önünde topaç yapar ve usta çamura işler.İşlenen çamurun hava Şartlarına göre bekleme süresi ortalama 20 gündür. Daha sonra fırına istif olunur. 3 gün 3 gece odunla yanar. Ayar deliklerinden bakılarak, pişip pişmediği kontrol edilir. Piştikten sonra kapıları açılır, 2 gün soğumaya bırakılır ve ocak boşaltılır. Bu esnada ıskartalar sağlamlarından ayrılır. Normalde bir fırında 1500-2000 parça malzeme çıkar.

Hasbi Uluç ve Süleyman Kurtanoğlu ilerlemiş yaşlarına rağmen çömlekçilik yapmaktadırlar. Karasu-Kaynarca yolu üzerinde Dağdibi Mahallesi’nde kendilerine ait atölyede saksı, ibrik testi, şamdanlık, bakraç, biblo, şekerlik, küp vb. çömlek çeşitlerini üretmektedirler. Hasbi Uluç’un oğlu Muharrem Uluç ve torunu da bu atölyede çalışıp, çömlekçiliğin son temsilcileri olarak aynı atölyede bu sanatı yaşatmaktadırlar.

Sıcak demircilik

Altay, Orhon ve Yenisey dolaylarında yapılan kazılarda Türk maden işçiliğinin en eski örnekleri bulunmuştur. Altın, bakır ve tunçtan yapılmış eşyaların yanı sıra demir işçiliğinin de özel bir yeri vardır. Orta Asya Türkleri için eski bazı kaynaklarda “demir üreten ve bu madeni en iyi işleyen kavim” olarak söz edildiğine rastlanmıştır. Orta Asya maden sanatını Selçuklu ve Osmanlılar çok ileri bir düzeye getirmişlerdir. Maden işçiliği silahlar, gündelik eşyalar ve süs eşyaları olarak üç ana gruba ayrılabilir. Türklerde maden işçiliğinin gelişmesinin nedeni olarak, Selçuklu ve Osmanlı gibi Türk devletlerinin sürekli savaş halinde olmalarını gösterebiliriz. Demir ve çelikten yapılmış zırh, miğfer, kalkan gibi savunma silahlarına, dövülerek hazırlanan yüksek kalitede kılıç ve bıçaklara da sıkça rastlamaktayız.

İlimizde bu el sanatının en güzel örneklerine Taraklı İlçesi Yenidoğan (İğdelik) Mahallesi’nde yaşayan Abdallarda rastlanmaktadır. Geleneksel olarak yalnız sergilemeye yönelik miğfer, zırh, kalkan gibi savaş araçlarının yanı sıra, günümüz modern araç ve gereçleriyle de sürdürülen süsleme sanatı açısından göze hitap eden sıcak demircilik ürünleri arasında; kartal, tavşan, at, yılan, yaprak ve üzüm vb. gibi hayvan ve bitki figürlerinin birebir örnekleri, sehpa, fener, şamdan, ahize, duvar apliği, dekoratif merdiven korkuluğu vb. birçok süs ve kullanım eşyası sıcak demir ustaları tarafından yapılamaktadır. Ayrıca demir atölyelerinde balta, keser, kazma vb. ürünlerde üretilmektedir. Başlıca ustaları: Gülağ Yanık, Ahmet Yanık (Abdal kökenli) ve Sadık Tanyel, İsmail Özçekiş, Bayram Görgel, Yaşar Akyıldız (Roman Kökenli).

Bakırcılık

İnsanoğlunun bakırı bulması ve işlemesini öğrenmesi ile Bakır Çağı’nı (Kalkolitik Çağ M.Ö. 5000-3000) başlattığı günden bu yana devam eden bakırcılık sanatının çok eski bir geçmişi vardır. Anadolu’da yapılan arkeolojik kazılarda bakırcılık sanatının en eski örneklerinden bakır kaplar, ok ve mızrak uçları, işlemeli havanlar, siniler, kazanlar, çeşitli kaplar ile iğnelere rastlanılmıştır.

İlimizde bakırcılık sanatı 1960’lı yıllara kadar önemini korumuş, “Uzun Çarşı”daki dükkanlarda çok sayıda usta tarafından sürdürülmüştür. 1960’lı yıllarda Alüminyum, Plastik ve daha sonraları Çelik’ten imal edilmiş fabrikasyon türü mutfak gereçlerinin piyasaya hakim olması ile bu sanat önemini yitirmiştir.

0.70 milim ile 1.5 milim arası kalınlıklardaki düz ya da disk (yuvarlak) pirinç veya bakır levhalar işlenerek çeşitli formlarda şekillendirilmektedir. Bakır eşya olarak mutfak gereçleri zengin bir çeşitlilik gösterir. her yemek türü için ayrı bir kazan, ayrı bir tencere, ayrı bir sahan türünün gelişmesine neden olmuştur.

Bugün Orhan Camii’nin yanında “Bakırcılar İçi” adlı sokakta günümüzde de yaşatılmaya çalışılan bir geleneksel el sanatıdır. 1930’larda 15 kadar bakırcıdan oluşan sokakta, bugün birkaç tane bakırcı kalmıştır.

Bastonculuk

Tamamen el emeği göz nuru olan ve başta Taraklı, Akyazı ilçeleri ve Kayalar Memduhiye Köyü’nde olmak üzere yaşatılan bastonculuk, özellikle Akyazı’da yapılan geçme ağaçlı ve çok motifli baston çeşitleri ile Kayalar Memduhiye Köyü’nde biçim ve işleme zenginliği bakımından nitelikli bir biçimde baston üretimi yapılmaktadır.

Hammadesinin tamamı ya da büyük bir bölümü ağaçtan imal edilen bu bastonlarda Yılan baş, Kurtbaş, atbaşı, Balıkbaşı, Kartal başı ve Arslan başı gibi motifler yer almaktadır. Baston ve asaların sap kısımları; gümüş, altın, kemik, sedef gibi malzemelerden, gövde kısımları ise gül, kiraz, abanoz, kızılcık, bambu, kamış vb. ağaçlardan yapılmaktadır. Günümüzde değişik biçim ve malzemeden yapılmış, sapları ve gövdesinde boya, metal işlemeli motifler, elle tutulan bölümünde birçok farklı materyal kullanılan değişik amaç için bastonlar yapılmaktadır. Bastonlara, yerli ve yabancı turistlerin özel bir ilgi göstermesi el sanatlarına olan ilginin yurtdışına da sıçraması Baston Ustalarını özel siparişler hazırlanma yoluna sevk etmiştir. İlimizde de baston yapımı, gelenek ve göreneklerine bağlı olmakla birlikte zamanın gerektirdiği tüm yeniliklere açık ve bu yeniliklere çok kısa zamanda uyum sağlayabilen bir yapıya dönüşmüştür.
Ağaç, bu ustaların elinde ağaç olmaktan çıkmakta, bir hanım parmağına dolanan iplik misali, her defasında “bir benzeri daha olmayan“ bastonlar üretilmektedir. Bu bastonlar el sanatları ustalarının işine olan sevgi ve saygısını simgelemektedir. Sakarya Kayalar Memduhiye’deki Nihat ÇAKINER yörede yaşayan en önemli baston ustasıdır.

Pabuççuluk

İlimizde ayakkabıcılığın tarihçesi çok eskilere dayanmakla birlikte, günümüzde modern atölye ve fabrikaların açılması sonucu değişen üretim teknikleri karşısında bu geleneksel sanat dalı yok olmaya yüz tutmuştur.

Eskiden tabakhaneden hayvan derileri alınan ve işlenen ve de daha ziyade mest, yemeni türü ayakkabı yapımı yörede yaygınmış. Zamanla teknolojinin de ilerlemesi ile birlikte mest ve yemenilerin yerini iskarpin almış, halen mevcudiyeti az sayıda da olsa İlimizde el işçiliği güz nuru ile yapılan ayakkabılarımız yapılmakta ve sıhhat bakımından da tercih edilmektedir.

Günümüz adıyla ayakkabıcılık diye anılan bu geleneksel el sanatı teknolojinin etkisiyle modern teknoloji ile üretime geçse de, Adapazarı-Uzun Çarşı’da ve Taraklı’da halen geleneksel el sanatı olarak yaşatılmaya çalışılmaktadır.

Yorgancılık

Özellikle Balkan Muhacirleri ve Karadeniz’den yöreye göç edenler tarafından ilde etkin ve geleneksel olarak yürütülen yorgancılık ürünleri, Türkiye’nin bir çok yerine satılmakta ve rağbet görmektedir.

İşlemeler

Dokuma sanatı ile çok kaynaşmış olan işleme, kumaşın ve nakış ipliğinin cinsine göre çeşitlenir. Bu işlemeler teknik bakımdan bir yüzlü veya iki yüzlü olmak üzere iki gruba ayrılır. Her iki teknikte de kumaş dikdörtgen biçimindeki ayaklı gergef veya çember biçimindeki kasnağa gerilerek işleme yapılabilir.

Bir yüzlü olanlar, “hesap işi” adını alır. Pesend, mürver iğnesi, müşabbak, susma, ciğer deldi, kesme, verev iğne gibi yedi türde yapılır. Bunların yanı sıra, göçlerin etkisini yansıtan Astragan, Rumen, Girit ve Slav gibi iğne örneklerini de Sakarya işlemelerinde görmekteyiz. Hesap işi; motifler, seyrek dokunmuş kumaşların atkı ve çözgüleri sayılarak işlendiği için bu adı almıştır.

İki yüzlü işlemelerde ise işlenecek bezemelerin desenleri dokumalara çizilerek yapılır. Bu türde renkli ipliklerle yapılanlara anavata, kasnak, kanaviçe, sırmalarla yapılanlara da dival adı verilir.
Türk el işlemeleri; işlendikleri yer ve bölgelere göre de adlandırılırlar. Saray, çarşı, ev işi, Sakarya işleri gibi.

İşlemeler, mendil, peçete, başörtüsü (çevre), havlu, seccade, terlik, yatak örtüsü, Kur’an kılıfı, kuşak, peşkir ile kadın ve erkek giysilerinin çeşitli yerlerinde kullanılır.
Çevreler; işlemeler arasında önemli bir yer tutmaktadır. Sırma ile işlenmiş mendil anlamına gelen çevreler, büyük kare biçiminde olup, dört kenarı işli, köşelerinde ise ayrıca birer motif bulunan, oya veya nakışlarla süslü parçalardır. Çevrelerin mendil olarak kullanılanlarına “Yağlık” adı verilir.

İnce işlerde çok renkli nakışlarda kumaşın rengi olarak genellikle beyaz tercih edilir. İşlemede kullanılan renkler ise kırmızı, yeşil, mavi, sarı ve beyaz’dır. Bu renklerin yanı sıra altın ve gümüş teller de kullanılır.

Geometrik desenler, hayvan figürleri, stilize edilmiş bitkisel formlar işleme sanatında genellikle desen olarak kullanılmıştır. Anadolu’nun bir çok yerinde genç kızlar ve kadınlar, kasnaklarındaki bezlere sevgilerini, özlemlerini, isteklerini dokuyarak, bunları motif ve renklerle anlatırlar. Örneğin; selvilerle bezenmiş bir çevre hasretinden ölmeyi düşünen bir aşığı, sevgilisine sarı bir çevre gönderen aşık ise sararıp solduğunu anlatır.

Sakarya işlemeleri, günlük ihtiyacı karşılayan en küçüğünden en büyüğüne kadar her türlü eşyaya uygulanabilir. Anadolu insanının duygu, düşünce ve yaşam biçimini yansıtmasının yanı sıra estetik beğenisini de işlemelerle göz önüne serer.

El sanatlarımızın zarif örneklerinden olan oyalar; süslemek, süslenmek amacından başka taşıdıkları anlamlarla bir iletişim aracı olarak da kullanılmaktadır. Günümüzde Anadolu’da tığ, iğne, mekik, firkete/filkete gibi araçlarla yapılan oyaların ya bordür ya da bir motif olarak tasarlanmış olanları, kullanılan araç doğrultusunda ve tekniklerine göre değişik adlar almaktadır. Bunlar; iğne, tığ, mekik, firkete/filkete, koza, yün, mum, boncuk ve kumaş artığı olarak sıralanabilir.

İlimizde işlemeler eski önemini kaybederek çeyiz sandıklarında varlığını korumaya çalışmaktadır. Geleneksel kıyafetlerle birlikte kullanılan oyalarımızın yanı sıra takılarda dikkat çekici aksesuarlardandır. Anadolu’da yaşamış tüm uygarlıklar değerli ve yarı değerli taşlarla metalle birlikte veya ayrı işleyerek sanatsal nitelikli eserler üretmişlerdir.

Eskiden beri sürdürülen el işlemeciliği, yöre kadınlarının becerilerini, beğenilerini yansıtır. Günümüzde yemeniler, yağlıklar, kefiyeler, çevreler, para, tütün ve saat keseleri bunların özgün örnekleridir. Keseler, pembe başta olmak üzere sarı, yeşil, al ve ak işlemlidir. Yer yer krem, bej ve gri kullanılmıştır. Çevre, bindallı, yağlık, kefiye vb. eşyada altın ve gümüş ipliklerle çeşitli motifler işlenmiştir.

Yazmalar; pamuklu kumaşlar üzerine boya, fırça ve tahta kalıpla çizilerek veya basılarak yapılan bir el sanatı dalıdır. Genellikle ıhlamur ağacından oyulan kalıplar kullanılır.Kalıpların ıhlamur ağacından yapılmasının nedeni ise; bu ağacın yumuşak, dayanıklı, boyayı emici özelliğe sahip olmasındandır. Kumaş üzerine beş ayrı teknikle uygulanır: 1)El İşi 2)Kalem İşi 3)Baskı İşi 4)Daldırma İşi 5)Kara Kalem İşi.

Yazmalarda en fazla dört renk kullanılır. Bu renklerden beyaz; saflığı, kırmızı; kan ve suçu, yeşil; ümit ve ilkbaharı, siyah da matemi ifade eder.

Yaşlılar ve dullar genellikle az çiçekli, içi boş ve siyah yazma, gençler ise açık renkli ve çok çiçekli yazmaları tercih ederler. Kaynanasından hoşnut olmayan gelinin derdini anlatmak için “kaynana yumruğu” motifli yazma taktığının söylenmesi yazmaların da bir iletişim aracı olarak kullanıldığına işaret eder. Yazmalarda; geometrik şekiller, geyik, insan gibi figürlü bezemeler, sütun, kazan kulbu gibi nesneli bezemeler vardır.

Oyalar; ince örgüler sınıfında yer alan kumaşlara kenar süsü olarak işlenen, süslemek ve süslenmek ihtiyacı ile yapılan el sanatlarımızın zarif örneklerindendir. Oyalar değişik şekillerde sınıflandırılabilir; a) Oya yapımında kullanılan aletlere göre; iğne oyası, tığ oyası, mekik oyası, firkete oyası b) Kullanılan malzemeye göre; boncuk oyası, koza oyası, mum oyası, yün oyası, deniz kabuğu gibi. c) Kullanıldıkları alana göre; mendil oyası, yazma oyası, çamaşır oyası, kese oyası ve sehpa örtüsü gibi. İğne oyacılığı; ipek böcekçiliğinin olduğu yerlerde gelişmiş ve ana malzeme olarak ipek iplik kullanılır. Bütün iğne oyalarında başlangıç aynıdır. Oyalanacak kumaşın kenarı önce “zürafa” adı verilen düğümlerle çevrilir. Bu işlemden sonra eşit aralıklarla asıl motifin yapımına geçilir. Sırasıyla, önce kök, sonra yaprak ve ana motifin yapılmasıyla iğne oyaları tamamlanır. İğne oyalarında motiflerin dik durmasını sağlamak amacı ile at kılı, misina, saç kullanıldığı gibi, yumurta akı, şekerli su veya jelatinle de kolalanabilir.

İğne oyacılığı, genellikle danenin çevresini süsleyen bir sanat olarak gelişmiştir. Oyaları biçimlerine göre beşe ayrılır. Bunlar gül, menekşe, zambak, papatya, karanfil, haşhaş gibi çiçeklere benzeyen oyalar, ıtır, şeftali, söğüt, karanfil yapraklarına benzeyen yaprak motifli oyalar, Gönül Dolabı, Mecnun Yuvası, Yar Yare Küstü gibi soyut adlı oyalar, Süreyya, Diba gibi özel yaşamları bilinenlere yakıştırılan oyalar ve Kaynana Oyası, Elti Küstü, Ana Güldüren, Malak Sattıran gibi övgü, yergi niteliği taşıyan oyalardır.

Oyalar da renklerine ve motiflerine göre çeşitli anlamlar taşımaktadır. Örneğin; yeşilin değişik tonlarıyla işlenen bir oya, gelinin yeni evinden ve eşinden memnun olduğunun, sarı ile işlenen oya ise mutsuzluğun ve bezginliğin ifadesidir. Nikah töreninden bir gün sonra okutulan geleneksel Mevlüt’te kayınvalideye takılan “Çakır Dikeni” isimli oya, gelinin kayınvalideye bana diken gibi batma mesajını iletir. Başına “biber” motifli oya bağlayan gelin ise “aramız biber gibi acı” demektedir.

Evlenecek kızların çeyizine konulmak üzere hazırlanan bu geleneksel el işleri; bugün geçim kaynağı olarak da üretilmektedir. Özellikle Ferizli, Hendek, Kaynarca, Akyazı, Geyve ve Adapazarı Merkez ilçe ve köylerinde el işleri yapılmaktadır. Bu alanda isim yapmış olanları: Akız Pehlivan, Zekiye Tanyel, Sevcan Umay, Semra Cihanker, Mine Tunç, Netiye Yavuz, Gürcü Adağ, Yıldız Yavuz, Canan Yavuz, Hanife Yavuz, Aysel Özkırcan, Bahar Bakır, Sevcan Bakır, Döndü Yavuz, Filiz Yaman, Tülay Kılıç, Neşe Meşe, Derya Adağ.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu