Medya okur yazarlığı nedir?

Medya okur yazarlığı nedir?

MEDYA OKURYAZARLIĞI NEDİR?
Medya Okuryazarlığı; yazılı ve yazılı olmayan, büyük çeşitlilik gösteren formatlardaki (televizyon, video, sinema, reklâmlar, internet v.s.) mesajlara ulaşma, bunları çözümleme, değerlendirme ve iletme yeteneği kazanabilmek olarak tanımlanmaktadır.

Medya Okuryazarlığı;

İzleyicinin medyayı bilinçli okumasına katkı yapmakta, kendini rahat ifade edebilmesi, toplumsal hayata daha aktif ve yapıcı iştiraki sağlanmaktadır.
Medya iletilerini doğru algılayabilecek donanıma sahip olma ve zamanla iletiler üretebilme yeteneğini kazanmaktır.

MEDYA OKURYAZARLIĞININ ÖNEMİ

Medya okuryazarlığının önemi şüphesiz ki daha fazla kontrol sağlamasından kaynaklanmaktadır. Çocuklar başta olmak üzere toplumun diğer kesimleri medya okuryazarlığı konusunda ne kadar bilgiye sahip olurlarsa gerçek dünya ile medya tarafından inşa edilen dünya arasındaki sınırı o denli kolay fark edebilir ve medyadan bilgi alırlarken zararlı etkilerinden kendilerini koruyabilir.

MEDYA OKURYAZARLIĞI PROJESİNİN AMACI

Medyayı doğru okuyan, yaşadığı çevreye duyarlı, ülkesinin sorunlarını bilen, medya mesajlarını akıl süzgecinden geçirebilen bilinçli bir kitle oluşturabilmek amacıyla Medya Okuryazarlığı Projesi hayata geçirilmiştir. Medya Okuryazarlığı Projesinin amacı, çocukların, medya kurumunun yapısını, işleyişini öğrenmelerini, kurguyu gerçekten ayırarak kurgulanmış içeriği bilinçli bir şekilde değerlendirebilmelerini ve medyayı eleştirel olarak izlemelerini kısaca medya ile ilgili doğru soruları sorup doğru yanıtları bulabilmelerini konusunda onlara gerekli donanımı kazandırmaktır.

DÜNYADA MEDYA OKURYAZARLIĞI

Medya Okuryazarlığının iki temel noktası bulunmaktadır: Birincisi medyadaki içeriğe erişebilmek için teknolojiyi kullanabilme becerisi; ikincisi ise sunulan içeriği sadece anlamak değil aynı zamanda bu içeriği değerlendirebilme yeteneğidir.

Bu amaçla dünyanın tüm gelişmiş ülkelerinde medya eğitimi ya da medya okuryazarlığı dersleri, çeşitli seviyelerde okullarda ders olarak okutulmaktadır. Bu dersler, ya doğrudan müfredata konmakta (İngiltere, Fransa, ABD vb.) ya da müfredatta ilgili dersler içinde (sanat, dil bilgisi, edebiyat, vatandaşlık vb.) okutulmaktadır (Kanada). Ne şekilde okutulursa okutulsun, dersin ağırlıklı olarak uygulamaya dönük olarak işlendiği, öğrencilerin eleştirel, katılımcı ve yaratıcı yönlerini geliştirici bir şekilde planlandığı görülmektedir.

Kaynak: RTÜK
MEDYA OKUR YAZARLIĞI

Çocukları ve gençleri televizyon önünde bizimkilerden daha az vakit geçiren toplumlar bile, ilkokulda zorunlu medya okur-yazarlığı derslerini yerleştirmiş durumda. Bilinçli bir beyin saniyede art arda gelen 8 durağan görüntüyü ayırt edebilir; dolayısıyla televizyon ve sinema görüntüleri bizi bilinçli analiz yapmaktan, gerçekliği görmekten uzaklaştırır. Medyada gördüğümüz her şeye inanmamalıyız.

Türkiye insanının TV izlemede kırdığı dünya rekoru yeni değil. Eskiden ABD’nin arkasından ikinci sıradaydık, şimdi ise birinciliğe oturmuşuz. Peki, sadece bunu idrak etmekle yetinecek miyiz? Yoksa, Batılıların yıllar önce ilkokul müfredatlarına yerleştirdiği “medya okur-yazarlığı” derslerini ülkemizde de zorunlu kılmanın zamanı geldi mi? 2001 yılı gazetelerinden bir haber: “Televizyon okuyoruz!

UNESCO tarafından yapılan araştırmaya göre Türkiye ABD’den sonra en çok televizyon izlenen ikinci ülke. 95 kişiye bir kahvehane, 65 bin kişiye bir kütüphane düşen Türkiye’de insanlar televizyon okuyor, kitap seyrediyor!” 2004’e geldiğimizde ise, televizyon izleme konusundaki başarımızı istikrarlı bir şekilde devam ettirdiğimizi, hatta ikincilikten birinciliğe terfi ettiğimizi görüyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan bir rapordan, Türkiye insanının ortalama televizyon izleme süresinin son bir yılda dizi filmlerdeki artışa paralel olarak 3.5 saatten 4 saate yükseldiğini öğreniyor ve böylece, ABD ile birlikte en fazla televizyon izlenen ülke konumuna geldiğimiz gerçeğiyle baş başa kalıyoruz.

“Biz mi televizyon izliyoruz, yoksa televizyon mu bizi izliyor?”

Bu soruyu yıllar önce ABD’li iletişim profesörü Neil Postman ve televizyon yapımcısı Steve Powers, Amerikan halkına sormuşlardı: “Siz mi TV izliyorsunuz yoksa TV mi sizi izliyor?” Günde -1990’larda- eksiğiyle fazlasıyla ortalama 3 saat 59 dakikasını televizyon önünde geçiren bir toplum için sorulabilecek en doğru soruydu aslında. Şimdi dünya televizyon izleme rekorunda birinci sıraya yükselmiş Türkiye halkına da aynı sorunun sorulmasından yanayım.

Günümüzde çok sayıda kablo ve uydu yayını sayesinde iyisiyle kötüsüyle milyonlarca bilgi, ses ve görüntünün oturma odalarımızı istila ettiği bir dönemde bu soruyu sormaktaki amaç, televizyonun bireyler üzerinde yarattığı etkiye dikkat çekmek kuşkusuz. Çünkü televizyon denen aygıt, her ne kadar eğlendirici ve bilgilendirici bir “ev eşyası” olarak görünse de aynı zamanda çeşitli değerler, alışkanlıklar ve ideolojilerin her yaştan izleyiciye ulaşabildiği bir elektronik ortam. Televizyonun çocuklar ve yetişkinler üzerinde yarattığı etki uzun zamandır iletişim bilimcilerin üzerinde çalıştıkları bir konu. Bu makalelerden bahsederek canınızı sıkacak değilim. Ancak, daha önce yapılmış bilimsel araştırmalara referansla kısaca ve kabaca şunu söyleyebilirim:

Televizyonu bilinçsiz olarak izleyen bir insan günde ortalama 3 saat 36 dakika televizyon başında oturuyorsa bu hem beden sağlığı, hem ruh sağlığı hem de “cüzdanı” için zararlı. Ancak, eğer özelde televizyondan, genelde de medyadan yayılan enformasyonu bilinçli olarak tüketiyorsanız bir problem yok.

Şimdi bilinçli televizyon ya da medya tüketicisi olmak da ne demek diyeceksiniz. 1970’lerden başlayarak Kanada, İngiltere, İskoçya, Avustralya, ABD ve son yıllarda da bazı Avrupa ülkelerinde oturtulmaya çalışılan bir “medya okur-yazarlığı” hareketi var. Önce sivil toplum hareketleri olarak başlayan, ardından hükümetlerin de desteğiyle ilkokul düzeyinde ders müfredatlarına eklenerek zorunlu hale getirilen medya derslerinden bahsediyorum.

Fen, matematik, medya

Son 30 yıldır Batı’da eğitimciler tarafından tartışılan konulardan biri de ilkokullar için zorunlu medya dersleri. Yukarıda adı geçen ülkelerdeki birçok ilkokulda dilbilgisi, matematik ve fen derslerinin yanında, medya okur-yazarlığı da zorunlu ders müfredatı içinde yer alıyor; bu dersten başarısız olan öğrenciler okuldan mezun edilmiyor. Kanadalı medya stratejisti Robert Kubey bu derslerin amacını şöyle açıklıyor: “Çocuklarımızın çoğunluğu yılda 1,000 saat televizyon izliyorsa, gençliklerinde ve yetişkinlik dönemlerinde de yılda 1,000 saat televizyon izlemeye devam edeceklerse, akademik bir medya eğitimi almaları zorunlu demektir.

Medyanın içinde yaşadığımız toplumu ve çeşitli grupları nasıl ve neden belli yönleriyle yansıttığını çocuklarımıza öğretmeliyiz.” Bireylerin ilkokul çağlarından başlayarak eleştirel medya tüketicisi olarak yetiştirilmesi nasıl başarılır? Bu konuya kafa yoranların birleştikleri ortak nokta şu: Varolan gerçeklik ve medyada sunulan gerçeklik arasındaki fark ne kadar erken yaşta öğretilirse medyanın bireyler üzerindeki olumsuz etkileri o derece azalıyor. İlkokul öğrencilerine eğlendirici videolar ve yaratıcılıklarını da geliştiren oyunlarla verilen derslerde temel olarak medyadan gelen enformasyonun sübjektif, dikkatlice seçilmiş ve kurgulanmış bir yeniden üretim olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Özellikle reklam metinlerinde ve filmlerinde kullanılan retoriğin, müziğin veya görüntülerin çağımız insanının tüketim iştahını sömürmek üzerine inşa edildiği de bu derslerde vurgulanıyor. Batıda ilkokul öğrencilerine medyanın olumsuz etkilerini azaltmak için müfredata eklenen medya okur-yazarlığı derslerinin içeriği ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, ortak olarak üzerinde durulan temel noktalar şöyle sıralanabilir:

İnşaatın maliyeti

1- Medya kültürümüzü inşa eder ve bu inşaatın bir maliyeti vardır.
Medyayı/medya ürünlerini bilinçli olarak mı tüketiyoruz, yoksa sadece alışkanlıktan mı? Eğer bu bir alışkanlıksa, kendimize şu soruları sormalıyız: “Ekrandaki bu görüntünün bana getirisi nedir?”, “Bunu izlemekten başka yapacak işim yok mu?”, “Bana gerçekten faydalı olacak başka ne yapabilirim?”

2- Medya tekniğin olanaklarını kullanarak üretim yapar.
Medya ürünleri büyük bir dikkatle oluşturulmuş yapımlardır. Mesela sinema filmleri bizi çok etkiler, çünkü sinemacılar sadece izleyiciyi nasıl etkileyeceklerinin tekniğini öğrenmek için yıllarını harcarlar. Reklamcılar da öyle. Bu tür yapımların çözümlenmesi bizleri daha dikkatli ve bilinçli medya tüketicileri yapar.

3- Medya ideolojik ve yargılayan mesajlar içerir.
Bazı yargılar/önyargılar bilinçli olarak sunulur, bazıları da bilinçsizce. Mesajlar olumlu ya da olumsuz olabilir ve genellikle belli bir hedef kitleye sunulmak üzere üretilir.

4- Medya bir iştir ve bu işten para kazanılır.

5- Her bireyin medya ürünlerini algılayışı farklıdır.
Hepimiz medyadan gelen mesajlara farklı anlamlar yükleriz. Aileler, çocuklar, eğitimciler medya ürünlerini bilinçli tüketmek istiyorlarsa, medyadan gelen mesajların kendileri için ne anlam ifade ettiğini konuşmalı, paylaşmalıdırlar.

6- Reklamlar insanların duygularına seslenerek alışverişi kışkırtır. 7- Televizyon saniyede 30 hareketsiz görüntünün arka arkaya geldiği bir medyadır (sinemada 24):

8- Her şey bizi etkiler, ama etkilendiğimiz her şey bizi bilinçli tüketime yönlendirmez:
Reklamcılar bunu bilir ve çok iyi kullanırlar.

10- Teknolojik efektler, yani bilgisayar grafikleri, çok boyutlu görüntüler, müzik, kamera hareketleri hep medyanın insanlar üzerinde yarattığı duygusal etkiyi artırmak için kullanılır.

Batıdaki durum özetle bu. Çocukları ve gençleri televizyon önünde bizimkilerden daha az vakit geçiren toplumlar bile ilkokulda zorunlu medya okur-yazarlığı derslerini yerleştirmiş durumda. Eh, biz de yılda neredeyse 1,500 saatini televizyon karşısında geçirebilme başarısını göstermiş bir ülke olarak, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ilkokul müfredatlarında medya okuryazarlığı dersleri talep edebiliriz, diye düşünüyorum; en azından gelecek neslin beden, ruh ve cüzdan sağlığı için.

Bir Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu