Özürsüz olarak, vaktinde kılınmayan namazın kazası var mıdır?

Özürsüz olarak, vaktinde kılınmayan namazın kazası var mıdır?
İslâm’da namaz, oruç ve hac gibi ibadetler için belirli ifa vakitleri konulmuştur. Bu vakitlerin kaçırılması hâlinde artık edâ değil, kaza söz konusu olur. Farz namazların kendi vakitleri içinde kılınması farzdır. Özürsüz olarak bir namazın vaktini geçirmek büyük günahlardan sayılmıştır. Mücerred olarak namazın kazası ile, bu kimsenin üzerinden namaz borcu düşerse de, geciktirmekten dolay meydana gelen günah devam eder. Bunun için, namazı kaza eden kimsenin, ayrıca Allâh’a tevbe etmesi gerekir. Bir de mebrûr hac büyük günahlara keffâret olduğu için hac yapanların, daha önce namazı özürsüz olarak vaktinde kılamamaktan doğan günahlarının da affedileceği umulur. Düşman korkusu ve hamile kadının çocuğunun ölümünden korkması gibi ciddi özürlerle farz namaz kazaya bırakılabilir. Yolcunun, hırsız ve yol kesicilerden korkması da düşman korkusu kapsamına girer (İbnü’l Hümâm, Fethu’l-Kadîr, Mısır 1389/1970, I, 485 vd.; el-Fetâvâ’l Hindiyye, Beyrut 1400/1980, I, 121 vd.; İbn Âbidin Reddu’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, İstanbul 1984, II, 62).

Günlük işler, sanat ve meslekler, aile fertlerinin geçimini sağlamak için yapılan çalışma ve yolculuklar namazın geriye bırakılması için özür sayılmaz. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Öyle erkekler vardır ki, onları ne bir ticaret, ne bir alış-veriş, Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, dehşetinden kalblerin ve gözlerin ters döneceği günden korkarlar” (en-Nûr, 24/37).

Hz. Peygamber’e hangi amelin daha faziletli olduğu sorulunca; “ilk vaktinde kılınan namazdır” cevabını vermiştir (bk. Ebû Dâvud, Salât, 9; Tirmizi, Mevârit, 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 374, 375, 440)

Hendek Savaşı’nda Rasûlüllah (s.a.s)’i, müşrikler dört vakit namazdan alıkoymuşlar, hatta gecenin de bir bölümü geçmişti. Sonunda Allah elçisi, Bilâl-i Habeşi’ye ezan okumasını emir buyurdu. Bilâl ezan okudu, sonra kâmet getirdi ve öğleyi kıldılar. Sonra kâmet getirerek ikindiyi, sonra yine kâmet getirerek akşam namazını, sonra tekrar kâmet getirerek yatsıyı kıldılar. Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) bu sırada Su âyetin indiğini nakleder: “Allah kâfirleri öfkeleriyle geri çevirdi. Hiç bir şey elde edemediler. İman edenlere savaşta Allah’ın yardımı yetti. Allah mutlak kudret sahibidir her şeye galiptir” (el-Ahzab, 33/25). Ancak Hendek Savaşı sırasında, henüz korku namazı ile ilgili âyet inmemişti. Yüce Allah bu âyette şöyle buyurur: “Eğer korku içinde bulunursanız, yaya olarak veya binekli iken namazını kılın. Güven içinde bulunduğunuzda da bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah’ı zikredin” (el-Bakara, 2/239; bk. en-Nisâ. 4/101-103).

Rasûlüllah (s.a.s), namazın ancak iki durumda kazaya kalması halinde mü’minin özürlü sayılacağını ifade etmek üzere şöyle buyurmuştur: “Kim uyur kalır veya unutarak namazı vaktinde kılmamış bulunursa, onu hatırlayınca kılsın” (Tirmizî, Salât, 16, Mevâkit, 53; İbn Mâce, Salât, 10). Burada yalnız uyku ve unutma halinde vaktinde kılınamayan namazın kalasından söz edildiği için ibn Hazm gibi bazı bilginler bir mazeret olmaksızın namazını kasten kılmayanların, daha sonra bunu kaza edemeyeceklerini fakat bunun yerine Allah’a tevbe ve istiğfar etmenin daha uygun olacağını söylemişledir (İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, Terc. Ahmed Meylânî, İstanbul 1973, I, 268).

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu