Şanlıurfanın Tarihi Yerleri

 Şanlıurfanın Tarihi Yerleri Nelerdir

Şanlıurfa İli Tarihi Yerleri – Urfanın tarihi yerleri

Urfa Müzesi, Kurtuluş Müzesi, Fırfırlı Camii, Selahattin Eyyübi Camii, Cevahir Konuk Evi, Halepli Bahçe Mozaikleri, Halil’ür Rahman Gölü (Balıklı göl), Ayn Zeliha Gölü, Urfa Kalesi, Mevlid-i Halil Mağarası (Hz. İbrahim’in Doğduğu Makam), Sipahi Pazarı, Kazaz Pazarı, Gümrük Hanı, Hüseyniye Çarşıları

Bakırcılar Çarşısı, Dabakhane, Meclis Evi, Mevlevihane Camii, Tarihi Urfa Sokakları, 58 Meydanı, Reji Kilisesi, Nimetullah Camii, Yorgancı Sokak, Yıldız Sarayı, Ulu Camii, Güzel Sanatlar Galerisi, Kültür Bahçesi, Göbekli Tepe,

Mozaikler Şehri Urfa – Haleplibahçe Mozaikleri

Şanlıurfa merkezdeki Halil’ür-Rahman Gölü’nün yanı başında, gecekondular altında kalan Antik Edessa Kentinin Grek kültür kalıntılarından en önemlisi çok renkli ve usta bir üslûpla yapılan Halepli Bahçede mozaiklerdir. Edessa Kenti, arkeolojik araştırmaları beklemektedir. Grek imparatorluk mozaik geleneği, M.Ö. 132-M.S. 244 yılları arasında hüküm süren Osrhoene Krallığı döneminde yerel bir üslupla devam etmiştir.

Bu antik kentin sınırları içerisindeki Halepli Bahçede, 2007 yılında yapılan kazılarda, günümüzden 3000 yıl önce Egeden, Karadeniz’e ve Anadolu’nun içlerine uzanan kültür havzasında, erkek egemenliğine karşı savaşan kadınların av sahnesi mozaiği bulundu.

Halepli Bahçe Mozaiklerinde “Savaşçı Amazon Kraliçelerinin Mozaiğe Resmedilmiş Dünyadaki İlk Örnekleri”ne rastlanılmıştır. Uzmanlar, Halepli Bahçe Mozaiklerini mozaik tekniği, sanatı ve 4 mm2 ebadında Fırat Nehri’nin orijinal taşlarından yapılması ve benzeri özelliklerinden dolayı, dünyanın en kıymetli mozaiği olarak tanımlamaktadırlar.

Halepli Bahçe’de Şanlıurfa Valiliği imkânlarıyla Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi Başkanlığında ve arkeologlarımızın nezaretinde, ilk etapta 100 m2’lik mozaik gün ışığına çıkarılmıştır. Alanın tamamında tarama yapılıp varsa diğer mozaikler de ortaya çıkarılacak ve belki de buluntu yerinde koruma altına alıp sergilenecektir. Av sahnesi mozaiğinin kenar bordürlerinde, geometrik motifler, bitki desenleri, güvercin, kanatsız Eros, sincap, ördek, kaplan, keklik, ceylan ve tazı figürlerine yer verilmiştir.

Haleplibahçe’de yapılan kazı çalışmaları sonucu farklı mozaikler de ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında en önemlilerinden biri Truva Savaşı’nın kahramanlarından Akileus(Aşil)’dir. Alanda Aşil’in hayat hikâyesini konu alan taban mozaiği, Şanlıurfa Müzesi arkeologları tarafından ortaya çıkarılmıştır.

Kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan ve Roma dönemine tarihlenen yer ısıtmalı hamam da alanın nedenli önemli bir yerleşim yeri olduğunu gözler önüne sermektedir.

Halil-Ür Rahman Camii

Cami Halil-Ür Rahman Gölü’nün(Balıklıgöl) hemen yanında yer almaktadır. Selahattin Eyyubi’nin Yeğeni El Melik’ül Eşref Muzafferüddin Musa tarafından 1211–1212 yıllarında inşa ettirilmiştir. Cami halk arasında “Döşeme Camisi” ve ya “Makam Camisi” olarak ta isimlendirilmektedir. Harap durumda olan cami, Eyyubi mimari özelliklerini 1810 yılında yapılan kapsamlı onarımdan sonra büyük ölçüde yitirmiştir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde bu camiden İbrahim Halil Tekkesi olarak bahsetmektedir.

Hasan Padişah Camii

Balıklıgöl civarında, Akarbaşı mevkiinde bulunmaktadır. Kesin yapım tarihi bilinmeyen Hasan Padişah Camisi 15.yy’nin ikinci yarısına tarihlenmektedir. Şeyh Abdurrahman oğlu Hacı Yakub tarafından yaptırılmıştır. 1927 yılına ait kayıtlarda Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan adına yaptırıldığı belirtilmektedir. Caminin isminin de Uzun Hasan’ın adını taşıdığı söylenmektedir.

Cami 1796, 1874 ve 1968 yıllarında; minaresi ise Halil Bey tarafından 1859 yılında onarılmıştır. Halil’ür Rahman Gölü’nden gelen su, bu caminin avlusundan geçer.

Şanlıurfa Kalesi

Urfa Kalesi’nin M.Ö. 9500 yıllarına ait neolitik bir yerleşim höyüğü üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir. Kalenin yanı başında çıkarılan ve Şanlıurfa Müzesinde sergilenen 11.500 yılık Balıklıgöl Heykeli kale dâhil Balıklıgöl havzasının tarihini bilimsel olarak vermektedir. Kalenin üzerindeki korinth başlıklı iki sütun Edessa Karalı IX. MANU döneminde, M.S. 240-242 yılları arasında birer anıt sütun olarak yapılmıştır. Kaledeki iki sütunun arası 14 m. olup, yükseklikleri 17.25 m. sütunların çevresi ise 4.60 metredir. Doğudaki sütunun kente bakan yüzünün 3 metre yukarısındaki Süryanice kitabede: “Ben askeri komutan Barşamaş (Güneşin oğlu)’in oğlu Aftuha. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht Prens Manu kızı, Kral Manu eşi, hanımefendim ve velinimetim kraliçe Şalmeth için yaptım” yazılıdır. Kalenin sütün hariç diğer kısımları M.S. 814 yılında Abbasiler döneminde yeniden restore edilmiştir. Urfa Kalesi’nin, üç tarafı kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrilidir, kuzey tarafı ise sarp kayalıktır. Urfa Kalesi’nde yapılacak bir arkeolojik kazıda M.Ö. 9500 yılından Osmanlı Dönemine birçok uygarlığa ait kültürel varlık ve bu uygarlıklara ait yapı kalıntıları bulunacaktır.

Gümrük Hanı

Haşimiye Meydanı yakınındadır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1563 yılında Urfa Sancakbeyi Halhallı Behram Paşa tarafından yaptırılmıştır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde “Yetmiş Hanı” olarak anılan Gümrük Hanı, Şanlıurfa’daki hanların en güzel ve anıtsal örneklerindendir. Dış cepheleri kaplayan iki renkli kesme taşlardan dolayı “Alaca Han” adıyla da bilinir. Avlusundan Halil-ür Rahman Gölü’nün suyu geçmektedir. İki katlı bu hanın üst katındaki odalarda terziler çalışmakta, avlusunda çayhaneler bulunmaktadır.

Hanın kare avlusunun etrafını çevreleyen dükkânların üzerinde ön kısımları revaklı ikinci kat odaları yer almaktadır. Giriş eyvanının üzeri mescit olarak değerlendirilmiştir. 2001 yılında Rızvaniye Vakfı’nın katkılarıyla Şanlıurfa Kültür, Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından restore edilmiştir.

Hüseyniye Çarşıları (Bakırcılar Çarşısı)

Çadırcı Pazarı ile Kazancı Pazarı arasında, kuzey güney yönünde birbirine paralel olarak uzanan ve her biri 15’er çapraz tonozla örtülü iki kapalı çarşıdır. Çarşı,1887 yılında Hartavizâde Hafız Muhammet Selim Efendinin oğlu Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Çarşılarda sağlı sollu dükkânların kapılarının üzerinde karşılıklı olarak aydınlatma pencereleri yer alır. Düzgün kesme taşlardan inşa edilmiştir. İnşa edildiği yıllarda Halı, Kilim, Keçe ve benzeri yaygıların satıldığı yer olarak kullanılmıştır. Bir ara Yemenici Pazarı olarak kullanılmış ve son olarak Bakırcı esnafına tahsis edilmiştir. Çarşılardan biri Bakırcılar diğeri ise Beyaz eşya satıcıları tarafından kullanılmaktadır.

Meclis Evi (Şahap Bakır Evi – İsa Beden Evi)

Arabizade Reşit Efendi evi olarak ta bilinen bu ev Pınarbaşı Mahallesi Köleler sokaktadır. Bu eve bir tetirbe (Çıkmaz Sokak) sonundaki kapıdan girilir. Kapısı geleneksel Urfa evlerinin birçoğunda olduğu gibi çift çenetlidir (çift kanatlı). Kapı üzerindeki madalyon şeklindeki kitabede yer alan H 1192 (M1778 tarihi) büyük olasılıkla evin yapılış tarihidir. Haremlik ve selamlık bölümlerinden oluşan tarihi ev kapı arası, hayat, havuz, çiçeklik, zerzembe (kiler), tandırlık, camhane (Duvara gömme nişler), eyvan, haremlikle selamlık arasında yemek servisini sağlayan dönme dolap gibi Urfa evlerinin tüm unsurlarını taşımaktadır. Şanlıurfa Merkezde mülkiyeti Özel İdare’ye ait olan 2 katlı ve 2 bölümden oluşan Meclis Evi, Valilik Makamının uygun görüşü ile İlimizde oluşturulan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu”na tahsis edilmiştir.

Mevlevihane Camii

Haşimiye Meydanı’nın doğusunda bulunan yapı, 18. Yüzyılda Mevlevilerin zikir yapmak üzere toplanması amaçlı Mevlevihane olarak inşa edilmiştir. Kubbesinin dış üst tarafında “Mevlevi Sikkesi” mevcut olup, tekkelerin kapatılmasından sonra cami olarak ibadete açılmıştır. Bu yapı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce hazırlanan bir proje dâhilinde restore edilmiştir.

Cami kare planlı ve üzeri tek kubbe ile örtülüdür. Yapının batı cephesine bitişik olan çarşı, daha önce kasaplar çarşısı olarak hizmet vermekteyken son dönemlerde yapılan kamulaştırma, yenileme ve çevre düzenlemeleri çalışmalarından sonra hediyelik eşyaların satıldığı bir çarşıya dönüştürülmüştür.

Ellisekiz Meydanı

Nimetullah Mahallesindeki Osmanlı Dönemine ait dört sokağa açılan tarihi yapıların yoğunlaştığı önemli bir meydandır. Bu meydanın güneyinde Kurtuluş İlköğretim Okulu (Numune Mektebi- XIX. Yy. sonları), doğusunda Şeyh Saffet Tekkesi(1892), Şeyh Saffet Çeşmesi (1891) ve Muhammet Muhyiddin Türbesi (1795), kuzeyinde Reji Kilisesi (1861), kuzeybatısında ise XV. yy’a ait Nimetullah Caminin yer aldığı bu meydan adeta bir “Hoşgörü Meydanı” görünümündedir.

Reji Kilisesi (Aziz Petrus Ve Aziz Paulus Kilisesi)

Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi olarak kayıtlara geçen yapı, Ellisekiz Meydanı’nın kuzeydoğusundadır. Yapı, 1861 yılında, VI. yüzyıla ait bir kilise kalıntısının üzerine inşa edilmiştir. Kilise, Hz. İsa’nın iki havarisinin anısına inşa edildiğinden onların ismini taşımaktadır. Yapı, 1924 yılına yani Urfalı Süryanilerin Halep’e(Suriye) göç edişlerine kadar, aktif olar kullanılmıştır.

Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi, 1924 yılında Tütün, Tütün Mamülleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri A.Ş. (TEKEL) İdaresine verilir. Tekel idaresi tarafından yapı önce tütün fabrikası sonra üzüm deposu olarak kullanır. Kilise, halk tarafından Tekel kelimesinin Fransızca karşılığı olan Regie (Reji)’den dolayı “Reji Kilisesi” olarak isimlendirilmiştir. Kiliseden çıkarılan yazılı mezar taşları Urfa Müzesi’nde gönderilmiştir. Kilise, Şanlıurfa Valiliği tarafından 1998 yılında restore edilerek, 24 Mayıs 2002 tarihinde “Vali Kemalettin Gazezoğlu Kültür Merkezi” olarak hizmete girmiştir. Bugün hala çeşitli sosyal etkinlikler için kullanılmaktadır.

Dünyanın En Eski Arkeolojik Tapınağı Göbeklitepe

Göbeklitepe, M.Ö. 10.000 yani günümüzden 12.000 yıl öncesine tarihlenen “Dünyanın En Eski Arkeolojik Tapınağı”’dır. 80 dönümlük alana sahip olan ören yeri, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 2005 yılında 1. Derece arkeolojik sit alanı ilan edilmiştir. İnsanoğlu ilk kez, Neolitik dönemde avcılık ve toplayıcılık ile birlikte tarıma da yönelmiştir. Yabani şekilde yetişen buğday, arpa, mercimek türü ürünleri deneme yanılma yoluyla ekmeye başlamış, zamanla en iyi ürünü bulmuştur. Yine bu dönemde hayvanların evcilleştirilmesi gerçekleşmiş, ilk dini ve sivil mimari örnekleri ortaya çıkmaya başlamıştır.

Şanlıurfa İl Merkezi’nin 17 km doğusunda Örencik (Karaharabe) Köyü’nün 3 km kuzeydoğusunda yer alan Göbeklitepe, adını bölgede bulunan taş yatır mezardan (ziyaretten) almaktadır. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago Üniversitelerinin işbirliği ile hazırlanan “Güneydoğu Anadolu Bölgesi Araştırma Projesi” çerçevesinde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında, İstanbul Üniversitesinden Prehistorya Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halet ÇAMBEL ve Chicago Üniversitesinden Prof. Dr. Robert BRAIDWOOD tarafından keşfedilmiştir.

1995 yılında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Harald Hauptmann’ın danışmanlığında yüzey araştırmaları yapılmış ve 1996 yılından 2006 yılına kadar Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Klaus Schmidt danışmanlığında kazı çalışmaları sürdürülmüştür.

Göbeklitepe’deki kazı çalışmaları 2007 yılından itibaren Bakanlar Kurulu kararı ile Alman Arkeoloji Enstitüsünden Arkeolog Klaus Schmidt tarafından yürütülmektedir.

Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ilginç buluntular arasında çöl varanı, sürüngen kabartmaları, ağzı açık ve dişleri korkunç bir şekilde betimlenen kurt kafaları, yaban domuzları, turna, leylek, tilki, ceylan, yabani eşek, yılan, akrep, yabani koyun, aslan örümcek ve kafası olmayan insan kabartması, erkeklik organı abartılı olarak tasvir edilmiş erkek heykelleri vb. ortaya çıkan bulgular 12.000 yıl önce yerleşik hayata geçen bu dönem insanının inançlarını yansıtan önemli bulguları oluşturmaktadır.

Mimarlık tarihi, insanoğlunun avcı ve toplayıcı toplumdan yerleşik topluma geçmesi ile başlar. Göbeklitepe’de bulunan 12.000 yıllık yapılar, mimarlık tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir. İnsanoğlunun tek tanrılı dinlerden önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağı, M.Ö. 5.000 yılına tarihlenen Malta Adası’ndaki tapınak olarak biliniyordu. Göbeklitepe yerleşiminin tespiti ile bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve insanoğlunun ilk tapınağının günümüzden 12.000 yıl öncesine tarihlenen “Göbeklitepe Tapınağı” olduğu bilimsel verilerle kanıtlanmıştır. Bu tespit ile birlikte arkeoloji tarihi yeniden yazılmaya başlanmıştır.

Dünyada kabul gören arkeolojik görüşe göre insanoğlunu avcı ve toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik hayata geçmesindeki en önemli faktörler; açlık korkusu ve korunma iç güdüsüdür. Ancak Göbeklitepe bu tabuyu yıkmıştır. Zira yapıldığı dönem göz önüne alındığında; yerleşik yaşama geçişte dinsel inanışların da etkinsin olabileceğini ispatlamıştır.

Harran Kalesi

Harran şehrinin güneydoğusunda şehir suruna bitişik olarak inşa edilen iç kale, dikdörtgen planlı olup, köşelerinde onikigen kuleleri mevcuttur. İslami kaynaklarda kalenin yerinde bir Sabii tapınağının bulunduğundan bahsedilir. Kuvvetli ihtimal İçkale, tabletlerde ve yazılı kaynaklarda adı geçen Sin Tapınağı üzerine yapılmıştır. Emevi halifesi II. Mervan’ın 10 milyon dirhem altın harcayarak yaptırdığı sarayın, kalenin esasını oluşturduğu tahmin edilmektedir. 90×130 metre boyutlarındaki kale üç katlıdır. Düzensiz dikdörtgen planındaki kalenin dört köşesinde onikigen birer kule bulunmaktadır.

Harran Höyüğü

Arkeolog Dr. Nurettin Yardımcı başkanlığında 2003 yılından buyana höyükte yapılan kazı çalışmaları çeşitli devirlere ait eserler ortaya çıkarılmıştır. Höyükteki kazılarda, M.Ö. VI. bine Halaf devrine tarihlenen buluntuları, Eski Tunç devrine ait figürin ve figürin başları, M.Ö. 1.950 Eski Assur dönemine tarihlenen silindir mühürler, M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen Kral Nabuna’id’den ve Sin mabedinden bahseden çivi yazılı pişmiş toprak tablet ve adak kitabeleri bulunmuştur. Höyük ve çevresi tarih öncesi çağlardan beri Halaf, Ubeyd, Uruk, Tunç Çağları, Hitit, Hurri, Mitanni, Assur, Babil, Helenistik, Roma, Bizans ve İslam devrinde de Emeviler, Abbasiler, Fatimiler, Zengiler, Eyyubiler ve Selçuklular gibi önemli uygarlıkları sinesinde barındırmıştır. Kazılardan elde edilen eserler Şanlıurfa Müzesi’nde sergilenmektedir. İslam Devrine ait şehir kalıntılarında ortaya çıkan mimari yapılar, dar sokaklara açılan bitişik nizamlı ve avluya açılan odaları bulunan dikdörtgen ve kare planlı evlerden oluşmaktadır. Mimari kalıntılar arasında insan gücüyle döndürülen değirmenler, zamanın öğütme sanayisi hakkında bilgi vermektedir. Açığa çıkarılan kent kalıntıları, ayrıca gelişmiş bir şehir planlamacılığı ve o devrin sosyo-ekonomik yaşam düzeyi hakkında da bilgi vermektedir.

Harran Ulu Camii

Harran, M.S. 640 yıllarında Halife Hz. Ömer zamanında İslam hâkimiyetine geçmiştir. Harran, İslam devrinde Emeviler döneminde son halife II. Mervan zamanında da bir süre başkent olmuştur. İslam Devri’nin önemli eserlerinden olan Ulu Cami veya Cennet Cami, Harran höyüğünün kuzeydoğu eteğinde yer alır. Caminin doğu cephesi mihrabı, şadırvanı ve minaresinin büyük bir bölümü korunmuştur. Türkiye’de İslam mimarisinde yapılmış en eski cami olan Harran Ulu Cami, M.S. 744-750 tarihleri arasında Emeviler devrinde Halife II. Mervan tarafından yaptırılmış ve daha sonra çeşitli zamanlarda onarımlar görmüştür. Ulu Cami 104×107 m. ebadında bir alanı kaplar, minarenin zaman içinde yok olan ahşap merdivenleri, aslına uygun bir şekilde 105 basamaklı olarak yeniden yapılmıştır.

Harran Kümbet Evleri

Harran’la özdeşleşen Kümbet Evler, Kubbeli Evler veya Konik Evler diye üç isimle tanılan ve bilinen ilgi çeken Harran’a özgü evlerin büyük çoğunluğu hala mevcudiyetini korumaktadır. Bu evlerin benzerlerine, Şanlıurfa’ya bağlı Suruç ve Birecik kırsalındaki köylerde de rastlamak mümkündür. Ancak, Harran’daki evlerin diğerlerinden ayrılan bariz farkı, kubbelerinde tuğla da kullanılmasıdır. Harran’daki evlerinin kubbe kısımlarının tuğla ile örtülmesinin iki sebebi vardır. Biri, bölgenin çöl olmasından dolayı ağaç malzemenin bulunmayışı, diğeri ise, Harran’da bol miktarda bulunan tuğla malzemedir. Evlerin yüksekliği içerden en çok 5 metreye varan kubbeler, 30–40 tuğla dizisi ile örülmüştür. Örgüleri düzensiz bir şekilde balçık sıva ile bağlanan kubbe ve duvarlar, içerden ve dışarıdan yine bu harçla sıvanmıştır. Harran evleri bölge iklimine uyumlu olarak yazın serin kışın sıcaktır.

İmam Bakır (Hz.) Camii Ve Türbesi

Harran’ın 3 km. kuzeydoğusunda İmam Bakır Köyü’nde 12 İmamdan beşincisi olan Ebu Ca‘fer İmam Muhammet Bakır’a atfedilen bir türbe ve bitişiğinde onun adını taşıyan bir cami yer alır. Halife Hz.Ömer zamanında (miladi 639’da) Urfa ve Harran’ın fethi savaşına katılan Ebu Ca‘fer İmam Muhammet’in kopan bir parmağının buraya gömülerek üzerine türbenin yapıldığı ve köye “İmam Bakır” adı verildiği söylenilmektedir.

Han El-Ba’rur

Harran’ın 27 km. güneydoğusundaki Göktaş Köyü’nde bulunan Han El-Ba’rur, Eyyubiler dönemine tarihlenmektedir. Tektek Dağları olarak anılan dağlık bölgede Harran-Bağdat yolu güzergâhında bulunan kervansaray; mescit, muhafız odası, ahırlar, hamam ve yazlık odalardan oluşmaktadır. Yapı, Anadolu Selçuklu kervansaraylarının tüm özelliklerini taşımaktadır. 43.30×44.80 metre ölçülerinde kareye yakın bir avluyu çevreleyen kervansarayın biri kuzeyde, diğeri de batıda olmak üzere iki kitabesi bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre; kervansaray, İsa oğlu el-Hac Hüsameddin Ali Bey tarafından 1128-1129 tarihlerinde yaptırılmıştır. Hanın ismi olan “Ba‘rur” kelimesi Arapça’da “Keçi gübresi” anlamındadır. Rivâyete göre, hanı yaptıran kişi, burayı kuru üzümle doldurmuş ve yoldan geçen veya kervansarayda konaklayan misafirlerine ikram edermiş. Geleceğe dönük olarak “Benden sonra gelenler burayı keçi gübresi ile dolduracaklardır.” demiştir. Yapı, Moğol istilasından sonra harap hale gelmiş ve yerli halk tarafından uzun yıllar ahır olarak kullanılmıştır. Gerçektende keçi gübresi ile dolması düşündürücü ve bir o kadar da anlamlıdır.

Şuayb Antik Şehri

Şuayb Antik Kenti, Hanel Ba’rur’dan 11 km. sonradır. Harran’a ise 38 km uzaklıktadır. Şuayb Antik Kenti Geç Roma dönemine (M.S. 4-5. yüzyıl) tarihlenen bir yerleşim yeridir. Efes’i andıran mimarisinden dolayı Güneydoğu’nun Efes’i olarak da tanımlanır. Şuayb Peygamber’in buradaki bir mağarayı ev ve ibadethane olarak kullandığı rivayet edilir. Bu antik kent ismini bu rivayetten alır. Halen bölgedeki bir mağara Şuayb Peygamberin makamı olarak ziyaret edilmektedir. Bu yerleşim yerinde çeşitli tarihlerde bilim adamlarının yaptığı araştırmalar sonucu varılan ortak görüş, Şuayb Şehri isminin Arapçada “Eski İnsan Şehri” anlamına geldiği ve bu yerleşim içinde yer alan evlerin ise Harran Ovası’nda yaşayan insanların yazlıkları olduğu şeklindedir.

Bu evler tipik Roma evleri tarzında yapılmış olup üçgen alınlıklı, çatılı ve etrafı duvarla çevrili bir avlu ve evin altında yer alan ana kayaya oyulmuş bir kilerden oluşmaktadır. Her evin içinde bir su kuyusu bulunmaktadır. Evlere girişler avlu duvarlarında yer alan kapılardan yapılmaktadır. Bu kapılar ise ızgara planlı sokaklara açılmaktadır. Şuayb Antik şehrinde bugüne kadar kapsamlı bir arkeolojik araştırma yapılmamıştır. Yapılacak arkeolojik çalışmalar bu antik kentin bilinmeyen gizemli yönlerini ortaya çıkaracaktır.

Soğmatar Antik Şehri

Şuayb Antik Kenti’nden 15 km. sonra Soğmatar Antik Kenti’ne varılır. Burası, Harran’a ise 53 km. mesafededir. Roma dönemine (M.S. 2. yüzyıl) tarihlenen bölge, Abgar Krallığı döneminde Harranlıların Tektek Dağları bölgesinde; ay ve gezegen tanrıları için tapındıkları bir kült merkezi olduğu bilimsel olarak tespit edilmiştir. Soğmatar kült yerinde; Ay tanrısı Sin’e tapınılan bir mağara (Pognon Mağarası), yamaçlarında yer yer tanrı kabartmalarının ve zemine kazılmış yazıtların olduğu bir tepe (Kutsal Tepe), 6 adet kare ve yuvarlak planlı mozole (Anıt Mezar), iç kale ve ana kayaya oyulmuş çok sayıda kaya mezarı bulunmaktadır. Sogmatar kült yeri, özellikle M.S. 165 yıllarında Partların (İranlılar) Urfa bölgesine yaptıkları yoğun saldırılardan dolayı bölgeden kaçan halk tarafından kurulmuş ve İslam Dönemi’ne kadar kült merkezi özelliğini korumuştur. Şuayb Şehri yerleşimindeki insanların Soğmatar’ı mezarlık ve ibadet yeri olarak kullandıkları Sogmatar’da bulunan bazı dinsel motiflerin bulunmasından anlaşılmaktadır. Sogmatar’da, Şuayb Şehri gibi su ihtiyacını karşılamak için ana kayaya oyulmuş su kuyuları bulunmaktadır. Soğmatar Antik Kentindeki tarihi kuyunun Hz. Musa Kuyusu olduğu rivayet edilir. Soğmatardan sonra devam eden yol 27 km. sonra sizi Urfa-Viranşehir yol kavşağına çıkarır. Bu yoldan doğuya, Viranşehir istikametine 29 km gidilince Eyyub Nebi Beldesi yol ayrımı karşınıza çıkar. Yol ayrımından 16 km. sonra ise Sabrın Sultanı Hz. Eyyub Peygamberin defnedildiği mukaddes beldeye varırsınız, Eyyubnebi Beldesi…

Eyyubnebi Beldesi – Hz. Eyyub Türbesi

Hz. Eyyûb (a.s) hayatının bir evresinde tüm peygamberlerde olduğu gibi hicretle şereflenmiştir. Filistin’den başlayarak Şam diyarını kapsayan ve Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesine bağlı Eyyüpnebi Beldesi’nde noktalanan bu hicretle ilgili olarak, Eyyubnebi Beldesi ve Şanlıurfa merkez eksenli hayat hikâyesi üç dinin de yazılı kaynaklarında tafsilatlı olarak anlatılır. Urfa-Mardin karayolunun 85 km.sinden sapan 16 km.lik asfalt yolun sonunda Şanlıurfa Merkez ilçeye 100 km. olan Eyyüpnebi Beldesi’nde Hz. Eyyûb’un ve eşi Hz. Rahme’nin türbeleri ve Hz. Eyyûb’u görmeye gelen Hz. Elyesa Peygamberin makamları, Hz. Eyyûb’un güneşlenirken sırtını dayadığı taş bulunmaktadır.

Bu beldenin 400 yıldan beri Eyyüb Nebi adıyla anıldığı vakfiyesinden anlaşılmaktadır. Bağdat seferi sırasında bu köye uğrayarak mezarları ziyaret eden Osmanlı padişahı IV. Murat, çevredeki 17 köyün gelirini bu türbelerin bakımı için vakfetmiştir. Yüzlerce yıldır bilhassa dini bayramlarda ve arife günlerinde bu mezarlar binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Efsaneye göre, Hz. Eyyub’un otururken sırtını dayadığına inanılan büyük bir bazalt taş “Sabır Taşı” ise, türbesinin batısındadır ve ziyaret edilir. Hz. Eyyûb şifa bulduktan sonra geldiği köye, yani Eyyûbnebi Beldesi’ne geri dönmüştür. Burada uzun süre yaşamış mal, mülk ve evlat sahibi olmuştur. İmtihan öncesi sahip olduğu zenginliğe fazlasıyla sahip olmuştur. Hz. Eyyûb (a.s.)’un 93, bir başka görüşe göre 164 yaşında vefat ettiği rivayet edilir. Hz. Eyyûb (a.s.) Eyyûbnebî Beldesi’ne defin edilmiştir.

Hz. Rahme Hatun Türbesi

Eyyûb Nebî köyü höyüğünün kuzey-batı yönünde, höyüğe 50 metre mesafedeki makam, Hz. Eyyûb’un Hanımı Hz. Rahme’nin türb esi olarak ziyâret edilmektedir. Hz. Eyyûb hastalanınca ilk başlarda eşi Hz. Rahme O’na yeterli ilgiyi göstermemiş ve Hz. Eyyûb’u Çile Mağarası’nda tek başına bırakarak oradan ayrılmış ve köyüne geri gitmiştir. Hiç bırakmaması veya sık sık ziyaret etmesi gerekirken ne yazık ki O’nu ihmal etmiştir. Hanımını çok seven Eyyûb’u bu durum çok üzmüştür ve O, Rabbi’ne sığınmıştır. Hz. Eyyûb hastalığında karısı tarafından ihmal edilince ona: “Eğer Allah beni şu hastalıktan kurtarırsa, sana yüz değnek vururum!” diye yemin etmişti. Hastalıktan şifa bulunca Cenâb-ı Hakk, bu yeminden Hz. Eyyûb’a bir kurtuluş yolu gösterdi. Kurân-ı Kerîm’de me’âlen şöyle buyrulur: “Ey Eyyûb! eline yüz daldan destelenmiş bir demet al da onunla hanımına vur ve yemininde hânis olma!” dedik. Doğrusu biz onu sabırlı bulmuştuk. Ne iyi kuldu; muhakkak ki o Allah’a yönelirdi. (Sâd: 44)

Hz. Elyesa (A.S.) Türbesi

Hz. Elyesa (a.s.) Hz. Eyyûb’un çağdaşıdır. Hz. Elyasa (a.s)’da diğer peygamberler gibi hep hicret etmiştir. Şam diyarından göç ederek Hz. Eyyûb (a.s)’u görmeye gelen Hz. Elyesa, Eyyûbnebi Köyü’ne vardığında yoluna şeytan çıkar, yaşlı bir insan kılığında Hz Elyesa’ya görünür ve O’na musallat olarak “Ey yaşlı insan boşuna yorulma Eyyûb’u bulamasın O buralardan göç etti çok uzaklara gitti bu yaşlı halinle O’nu bulman mümkün değil” diyerek Hz. Elyesa’yı kandırır. Hz. Elyesa artık yaşlanmıştır yürüyecek gücü kalmamıştır, hemen oracıkta Rabbine sığınarak ruhunu teslim almasını niyaz eyler. Rivayet edilir ki Hz. Elyesa, Hz. Eyyûb’la buluşmaya ramak kala oracıkta ruhunu Rahman’a teslim eder. Bir diğer rivayete göre Hz. Elyesa, Hz. İdris, Hz. İsa gibi o noktada Rabbi tarafından göğe çekilmiştir. Hz. Eyyûb (a.s.) türbesinin güneybatısında köye 500 metre kadar mesafedeki makam Hz. Elyesa (a.s.) türbesi olarak bilinmekte ve asırlardır Hz. Elyesa makamı olarak ziyaret edilmektedir.

Keloşk-Deyr Şebek

Birecik İlçemizin İnceler Köyü sınırları içinde yer alan Deyr Şebek, yöre halkı tarafından “Kalecik’’ anlamına gelen “Keloşk’’ olarak bilinmektedir. Roma Dönemine tarihlenen alanda iki yapı kalıntısı ve bir kaya mezarlığı yer almaktadır. Alanda çevreyi gözetleyecek bir konumda inşa edilmiş olan yapının ‘Keçiburcu’ ve ‘Harapsor’ kalıntıları gibi Roma Dönemine ait bir karakol olduğu tahmin edilmektedir.

Saklı Cennet Halfeti

Şanlıurfa merkez ilçesine 112 km mesafede olan ilçenin 2007 nüfus sayımına göre toplam nüfusu 40.800 kişidir.1954 yılında ilçe olan Halfeti’nin yüzölçümü 646 km² olup, ilçenin idari yapısı merkez belediye dışında bir belde belediyesi ile 35 köy ve 34 mezradan oluşmaktadır. Batısında Gaziantep iline bağlı Araban, Yavuzeli ve Nizip ilçeleri, kuzeyinde Adıyaman iline bağlı Besni ilçesi, doğusunda Bozova, güneyinde ise Birecik ilçesi bulunan Halfeti’nin denizden yüksekliği 525 metredir. İlçe merkezinin Fırat sahili yeşil bir kıyı şeridi şeklindedir. İlçe merkezi bu kıyı şeridi üzerinde ve sarp kayalıkların yamacında kurulmuştur. İlçe de hububat, fıstık ve üzüm üretimi önemli bir yer kaplamaktadır. Halfeti arazisindeki ekilebilir alanlar dışındaki taşlık ve kıraç araziler, halkı küçükbaş hayvan yetiştiriciliğine yöneltmektedir. İlçenin iklimi Fırat Nehrinin etkisiyle Akdeniz iklimi karakteristiği gösterir.

İlçe M.Ö. 855 yılında Asur Kralı III. Salmanassar tarafından zapt edildiği zaman “Şitamrat” adını taşıyordu. Yunanlılar bunu değiştirerek “Urima” adını vermişlerdir. Süryaniler ise, ilçe için “Kal‘a Rhomeyta” ve “Hesna d’Romaye” adlarını kullanmışlardır. Arapların eline geçtikten sonra “Kal‘at-ül Rum” adı takılmıştır. XI. Yüzyılda Bizanslıların eline geçince bu kez “Romaion Koyla” adını almıştır. 1290 yılında Memluk Sultanı Eşref tarafından fethedilen ilçeye “Kal‘at-ül Müslimin” adı verildi. Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlılara egemenliğine geçen ilçe, günümüzde de kullanılan “Urumgala” ve “Rumkale” adlarını almıştır.

İlçenin büyük bir kısmı Birecik Barajı’nın göl suları altında kalmıştır. Yeni yerleşim yeri olarak ilçe merkezine 7 km. mesafedeki Karaotlak mevkii seçilmiş ve yerleşime açılmıştır. Kentin simgesi haline gelen ‘siyah gül’ yerli yabancı tüm konukların ilgisini çekmekte, önemli bir ticaret potansiyeli içermektedir. İl Özel İdaresi tarafından satın alınan teknelerle, Aziz Nerses Kilisesi’nin, Barsavma Manastırı’nın ve daha birçok tarihi yapının yer aldığı Rumkale’ye, kaya kilisesinin yer aldığı tarihi Savaşan köyüne ulaşım olanaklı hale gelmiştir.

Rumkale

Rumkale, Birecik Ovası’nın ve Halfeti’nin kuzeyinde, Fırat Nehri’nin kıyı kesiminin doğusunda, Şanlıurfa yoluna bakan bir tepe üzerindedir ve Birecik’i kuzeyinden ve kuzeydoğusundan sınırlar. XX. yüzyılın başlarında bir kaza halinde idi ve kazanın merkezi de Halfeti kasabası idi. Rumkale, Asurlular döneminde Şitamrat ismiyle tanınmıştır. Daha sonra Urima adını almış ve XII. yüzyılda Ermeni Piskoposluğu’nun merkezi haline gelmiştir. 1292 yılında Memluklu Sultanı Melik el-Eşref tarafından ele geçirilmiştir. 1516 yılında Mercidabık Savaşı’ndan sonra Osmanlı egemenliğine giren Rumkale, Halep Eyaletine bağlanmıştır. 1737 yılında eyalet haline getirilerek, derebeyleri ve yerel yöneticiler tarafından idare edilir. XX.yüzyılın başlarında kazanın nüfusunu Kürtler ve Türkler, köylerin nüfusunu ise Ermeniler ve Yezidiler oluşturmaktaydı. Rumkale’de bugün gezilip görülebilecek eserler şunlardır: Kale harabeleri, Aziz Nerses Kilisesi harabeleri ve Barşavma Manastırı harabeleri.

Feyzullah Efendi Konağı

Halfeti yöresinin ileri gelenlerinden Feyzullah Efendi tarafından 1901 yılında(H. 1319) inşa edilmiştir. İnşaatı iki yıl sürmüştür. 1000 m2 bir alan üzerinde iki katlı olarak yapılmış olan bina, ilk katta 10, ikinci katta ise 4 oda olmak üzere toplam 14 odalıdır. Birecik barajı suları altında kalacağından dolayı Harran üniversitesi tarafından, taşları numaralandırılarak yapılmakta olan Osman Bey Kampüsü’ne taşınmış ve aslına uygun olarak inşa edilmiştir.

Birecik Kalesi

İlçe merkezinde Fırat nehrinin doğu yamacında doğal, sert kalker kayalık tepe üzerine kurulmuştur. Kalenin ilk inşa tarihi hakkında farklı görüşler vardır. Üzerinde inşa edildiği beyaz kalker tepeden dolayı Beyaz Kale (Kal’etül Beyza/Beyda ) denilen yapının 13. yüzyılda inşa edildiği kabul edilir. Birecik kalesi Romalılar,(M.Ö.30- M.S.395) Franklar(MS 1098- 1150) ve Memluklar dönemi (1277-1484) olmak üzere üç defa onarım görmüştür.

Şeyh Mes‘Ud Türbesi

Şanlıurfa’daki türbelerin en eski tarihlisi olan bu yapı, aslında dört eyvanlı kapalı Selçuklu medrese¬leri tarzında inşa edilmiş bir medrese yapısıdır. Doğudaki eyvanın alt kısmındaki odada Şeyh Mesut’un mezarı, eyvan içersinde de sandukası bulunmaktadır. Hoca Ahmet Yesevi’nin halifelerinden biri olduğu sanılmaktadır. Nişabur’dan Anadolu’ya gelerek halka İslamiyeti öğretmekle görevlendirilmiştir. Uzun yıllar Urfa’da Müslümanlığa hizmet etmiş evliyadandır. Yapının 100 metre kadar batısında bulunan bir sarnıcın yanındaki kaya üzerine yazılmış Arapça kitabede şunlar yazılıdır: “Bu sarnıc, Nişaburlu Said Hengel’in oğlu Mes‘ud tarafından 10 Receb 579 (m. 30 Ekim 1183) tarihinde oyulmuştur. Kim Allah’ı yardıma çağırırsa, Allah ona ve bütün Müslümanlara yardım ve merhamet etsin.”

Şeyh Müslüm Türbesi (Ziyaret Köyü Şeyh Müslüm Külliyesi)

Suruç ilçesinin 5 km güneydoğusunda yer alan cami, iki türbe, minare vb. çeşitli birimlerden oluşan bir yapı topluluğudur. İnşa kitabesi bulunmayan yapının camii, zaviye tekke ile birlikte 1168–1169 yılında inşa edildiği kabul edilir. Külliyenin türbesinde gömülü olduğuna inanılan Şeyh Müslim ya da Şeyh Mesleme Bin Name es-Serucin hakkında bilinenler söylencelere dayanmaktadır. Birçok hastalık için Şifa dağıttığına inanılan türbe, daha çok çocuğu olmayan kadınlar ve akıl sağlığını yitirenlerin getirildiği bir ziyaretgâhtır.

Manastır Ve Kiliseler

Reji Kilisesi (Aziz Petrus Ve Aziz Paulus Kilisesi)

Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi olarak kayıtlara geçen yapı, Ellisekiz Meydanı’nın kuzeydoğusundadır. Yapı, 1861 yılında, VI. yüzyıla ait bir kilise kalıntısının üzerine inşa edilmiştir. Kilise, Hz. İsa’nın iki havarisinin anısına inşa edildiğinden onların ismini taşımaktadır. Yapı, 1924 yılına yani Urfalı Süryanilerin Halep’e(Suriye) göç edişlerine kadar, aktif olar kullanılmıştır.

Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi, 1924 yılında Tekel idaresi tarafından yapı önce tütün fabrikası sonra üzüm deposu olarak kullanır. Kilise, halk tarafından Tekel kelimesinin Fransızca karşılığı olan Regie (Reji)’den dolayı “Reji Kilisesi” olarak isimlendirilmiştir. Kiliseden çıkarılan yazılı mezar taşları Urfa Müzesi’nde gönderilmiştir. Kilise, Şanlıurfa Valiliği tarafından 1998 yılında restore edilerek, 24 Mayıs 2002 tarihinde “Vali Kemalettin Gazezoğlu Kültür Merkezi” olarak hizmete girmiştir. Bugün hala çeşitli sosyal etkinlikler için kullanılmaktadır.

Deyr Yakub (Yakup Manastırı)

Deyr Yakup (Yakup Manastırı), Merkeze 10 km. uzaklıkta, güneyindeki dağların üzerinde yer alır. Halk arasında Hz. İbrahim Peygamberin mücadele ettiği Kral Nemrut’un burayı seyfiye alanı olarak kullandığına inanılır. Bu bölgedeki yapı için, halk arasında “Nemrut’un Tahtı” ya da “Cin Değirmeni” ifadeleri kullanılır.

Manastırın kuzeybatısında bir anıt mezar yer alır. Bu mezar anıtında, doğuya bakan pencerenin altında iki satırlık kitabe mevcuttur. Bu kitabenin ilk satırı Grekçe (Eski Yunanca), ikincisi satırı Pamyra Süryanicesi ile yazılmıştır. Her iki yazıtta da şu cümle yazılıdır : “ Şardu Bar Ma’nu’nun karısı Amaşşemeş)” Bu yazıtlardan bu yapının adı geçen kişi için yaptırıldığı anlaşılmaktadır.

Yazıt, muhtemelen 2. yüzyılın sonuna veya 3. yüzyılın başlarına aittir. Manastırın da bu tarihlerde yaptırıldığı tahmin edilmektedir.

Rahibeler Kilisesi

Rahibeler Kilisesi, Ellisekiz Meydanı, Şeyh Saffet Tekkesi’nin doğusundaki çıkmaz sokak içersinde bulunmaktadır. Yapı, plan itibariyle avlulu bir Urfa evinine benzemektedir. Zaten kaynaklarda 1883’te Urfa’ya gelen Fransisken rahibeler (gezici misyoner rahibeler) için yaptırıldığı yazılıdır. Kaynaklara göre; bu yapı, hem kilise hem de ev olarak kullanılmak üzere inşa edilmiştir.

Doğu-batı istikametli kilise yapısı, avlunun güneyinde olup, çapraz tonozla örtülüdür. Kilise’nin avluya bakan revakı üç gözlü olup, tonozlarla örtülüdür. Kilisenin dikdörtgen niş şeklindeki apsisinin ön kısmı yanlardan merdivenle çıkılan sahne şeklindedir. Apsis önündeki çapraz tonozun kollarının kesiştiği yerde dört melek kabartması işlenmiştir. Ayrıca apsis çevresini dolaşan renkli freskler arasına da figürler işlenmiştir

Germuş Kilisesi

Germuş Kilisesi, Merkezin 10 km kuzeydoğusunda Germuş dağlarının, eteklerinde kurulan Germuş Köyü’nde yer alır. Köyün bugünkü ismi Dağeteği’dir. 19.yy’de yapıldığı tahmin edilmektedir. Kilise alanı, bir akarsu, bir kilise(Aziz Yakup Kilisesi) ve kilisenin toplantı meydanından oluşur. Kilise, taştan ve iki katlı olarak inşa edilmiştir. Bu köy, Atatürk tarafından Üceymi Sümer Paşa adında Irak kökenli Hamidiye Paşası bir şeyhe hibe edilmiştir. Birinci Dünya savaşında Osmanlı Devletinin Suriye cephesinde önemli yardımları görülen bu Paşa, savaştan sonra Türkiye’ye gelmiş ve buraya yerleşmiştir. Asıl ismi Üceymi Sadun Paşadır. 1934’ te yürürlüğe giren soyadı kanunuyla birlikte “Sümer” soyadını almıştır.

Medreseler

Nakibzade Medresesi

Nakibzade Medresesi, Ulu Cami doğusunda bugün ayakta olmayan Eyyubi Medresesi’nin yerine inşa edilmiştir. Yapı üzerindeki kitabeye göre; 1781 (H.1196) tarihinde Nakibzade Hacı İbrahim Efendi tarafından yaptırılmıştır.

Medresenin eyvan ve odalarının kuzey duvarında Firuz Bey Çeşmesi bulunmaktadır. Çeşme üzerindeki inşa kitabesinde H.1196(M.1781) tarihi tespit edilmiştir. Bu kitabeden anlaşıldığı üzere medrese ile çeşme aynı tarihte inşa edilmiştir.

Halil-Ür Rahman Medresesi

Halil-ür Rahman Medresesi, Halil-ür Rahman Gölü’nün(Balıklıgöl) bitiminde, batı kenarında, yer alır. “Makam-ı Cedd’il Enbiya Medresesi” olarak ta bilinen yapı, mevcut kaynaklara göre Osmanlı dönemine tarihlemektedir. Medresenin inşa kitabesi bulunmadığından yapan ve inşa tarihi ile ilgili kesin bilgi vermek mümkün değildir. “L” şeklinde bir plana sahip olan Halil-ür Rahman Medresesi, düzgün keme taş malzemeden inşa edilmiştir.

Rızvaniye Medresesi

Rızvaniye Medresesi, Halil-ür Rahman Gölü’nün(Balıklıgöl) bitiminde, kuzeydoğu kenarında yer alan Rızvaniye Camii’nin avlusunu çevreler şekilde inşa edilmiştir. İnşa kitabesine göre; Osmanlı Devleti döneminde Rakka Valisi Rızvan Ahmet Paşa tarafından 1736 (H.1149) tarihinde yaptırılmıştır. Osmanlıca telaffuz farkından dolayı birçok kaynakta “Rıdvaniye Medresesi” olarak geçmektedir. Medrese, cami avlusunu çevreleyen “U” biçimli bir plana sahiptir. Medrese hücrelerinin önünde revaklar mevcuttur. İnşa malzemesi düzgün kesme taştır. Avlunun kuzey kenarı ortasındaki kubbeli bir dershane mescit bulunmaktadır. Medrese, Rızvaniye Camii ile birlikte 1992-93 yıllarında Şanlıurfa Valiliği Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından restore ettirilmiştir.

Camiler

Şanlıurfa il merkezinde, Arabi Camii, Asım Paşa Mescidi, Behramlar Camii, Çakeri Camii, Dabbakhane Camii, Eski Ömeriye Camii, Hacı Lütfullah Camii, Hacı Yadigar Camii, Halil-ür Rahman Camii, Hasan Padişah Camii, Hayrullah Camii, Hekim Dede Camii, Hızanoğlu Camii, Hüseyin Paşa Camii, Hüseyniye Mescidi, İmam Sekkâki Camii, Kadıoğlu Camii, Kara Musa Camii, Kıbrıs Mescidi, Kutbeddin Camii, Mevlid-i Halil Camii, Mevlevihane Camii, Miskinler Mescidi, Müderris Camii, Narıncı Camii, Nimetullah Camii, Nur Ali Mescidi, Pazar Camii, Rızvaniye Camii, Siverekli Mescidi, Şehbenderiye Camii, Toktemur Mescidi, Tuzeken Camii, Ulu Cami, Yusuf Paşa Camii ve Yeni Ömeriye Camii olmak üzere tarihi değere haiz 36 adet cami ve mescit bulunmaktadır.

Ulu Camii

Cami, şehir merkezinde Divanyolu Caddesinde yer alır. Yapım tarihi belirlenemeyen, “Kızıl Kilise” olarak adlandırılan, eski bir kilisenin yerine inşa edilmiştir. Eski yapıya ait avlu duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve çan kulesi halen mevcuttur.

Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadır. Bu yüzden kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 1170-1175 yıllarında Zengiler tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Kitabelere göre Ulu Camii; 1684, 1779, 1780 ve 1870 tarihlerinde onarım görmüştür.

Mihraba paralel üç sahından(bölümden) oluşmaktadır. Bunun dışında mihrab önünde bir de kubbe yer alır. Harim kısmında(ana ibadet alanı-iç kısım) dört giriş kapısı yer alır. Son cemaat yeri de dâhil olmak üzere yapıda, üst örtü olarak, tonoz kullanılmıştır. Urfa Ulu Camii plan olarak, Halep Hükümdarı Nureddin Mahmud Zengi tarafından tamir ettirilip bugünkü şeklini alan Halep Ulu Camii’ne benzemektedir. Bu nedenle Urfa Ulu Camii’nin de aynı dönemde yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İslam fetihlerinden sonra, sütunlarda kullanılan kırmızı mermerler ve kilise ile ilişkisinden dolayı “Mescid ül- Hamra (Kırmızı mescit)” olarak isimlendirilmiştir. Payeler üzerine oturan ve her biri çapraz to¬nozlarla örülü on dört sivri kemerle avluya açılan cemaat yeri Anadolu’da ilk kez Urfa Ulu Camii’nde bulunmaktadır.

Caminin harim kısmında bir kuyu yer alır. Halk arasındaki bir inanışa göre Hz. İsa’nın, Kral Abgar’a, Havarisi Thomas’la gönderdiği mendil bu kuyuya düşmüştür. Bu nedenle camiinin içindeki kuyunun suyu, şifalı olarak kabul edilir.

Minareye, Cumhuriyet döneminde bir saat eklenerek saat kulesine dönüştürülmüştür. Minare, aynı zamanda şehrin ilk ve tek saat kulesi görevini de görmektedir.

Kızıl Kiliseye ait kalın duvarlarla çevrili camii avlusunun kuzeybatı kesimi mezarlıktır. Bu mezarlıktaki türbede, 1823 yılında vefat eden, Halidi Tarikatı’nın kurucusu Mevlana Halid Ziyâeddin Hazretleri’nin küçük oğlu Şehabeddin Ahmet’in mezarı bulunmaktadır. Türbe, yakın zamanda ŞURKAV tarafından restore edilmiştir.

Hasan Padişah Camii

Balıklıgöl civarında, Akarbaşı mevkiinde bulunmaktadır. Urfa Salnamesine göre; Hasan Padişah Camii, 15.yy’in ikinci yarısında, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan tarafından 14.yy’ye tarihlenen Tok Temur Mescidi’ne bitişik olarak yaptırılmıştır.

Hasan Padişah Camii, kitabelere göre; 1574’de Osmanlı Sultanı Selim Han döneminde, Şeyh Abdulkadir oğlu Hacı Yakub tarafından onartılmıştır. Yapı daha sonra; 1575, 1585, 1796, 1859 yıllarında tekrar onarım görmüştür. Avlunun kuzeyinde tek şerefeli bir minaresi mevcuttur. Halil’ür Rahman Gölü’nden gelen su, bu caminin avlusundan geçer.

Halil-Ür Rahman Camii

Halil ür-Rahman Gölü’nün(Balıklıgöl) yanında yer almaktadır. Cami halk arasında “Döşeme Camisi” olarak ta isimlendirilmektedir. 504 tarihinde Rahip Urbisyus tarafından Hz. İsa Peygamber’in annesi Hz. Meryem adına bir kilise inşa ettirilmiştir. Meryem Ana Kilisesi diye kayıtlara geçen bu kilise, Abbasi Halifesi Me’mun döneminde(813-833), camiye dönüştürülmüştür. Minare, Selahattin Eyyubi’nin Yeğeni El Melik’ül Eşref Muzafferüddin Musa tarafından 1211–1212 yıllarında onarılmıştır. Yapı, Kanuni Sultan Süleyman(1520-1566) döneminde bugünkü halini almıştır. 1810 yılında yapı kapsamlı bir onarım görmüştür. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde bu camiden İbrahim Halil Tekkesi olarak bahsetmektedir.

Nimetullah Camii (Ak Camii)

Nimetullah Camii, Nimetullah Mahallesindeki Ellisekiz Meydanı’nda bulunmaktır. 1500’lü yıllarda Urfa Sancakbeylerinden Nimetullah Bey tarafından inşa ettirildiği tahmin edilmektedir. Kayıtlara göre; Hacı Nimetullah bin Asker adında biri cami için 1721’de ardından Hacı Haydar Ağa 1755’te vakıfta bulunmuştur. Camideki tarihi belirlenemeyen bir kitabede yapı için: “Bu eski ve harabe bir kilise iken tamir edilerek camiye çevrildi” ifadesi yer alır. Firuz Bey adı geçen bu kitabe muhtemelen 1779-1781 arasında hazırlanmıştır.

Harim kısmına(ana ibadet mekânı) girişteki kapı Klasik Osmanlı Portallerinden olup, görülmeye değerdir. Yapı plan özelliği itibariyle Edirne Üç Şerefeli Camii ile benzerlik gösterir. Ana kubbenin bulunduğu orta mekân doğu ve batı yanlarına eklenen yarım kubbelerle genişletilmiştir. Böylece daha fazla cemaatin aynı mekânda ibadet etmesi amaçlanmıştır. Yapıda süsleme olarak; mihrab nişindeki sekizgenlerin oluşturulduğu geometrik süslemeler dikkat çeker.

Silindirik tek şerefeli minare Şanlıurfa’daki en uzun minare olması bakımından önem arz eder. Avluyu çevreleyen medrese odaları 1695 yılında Abbas Ağa tarafından yaptırılmıştır. Avlunun kuzey kısmındaki zeminde bulunan üç mezardan ikisi Nimetullah oğlu Rûz Bey (?-1520) ve Lütfü oğlu Ali Bey (?-1594)’e aittir.

Rızvaniye Camii

Halil-ür Rahman Gölü(Balıklıgöl)’nün kuzey kenarında bulunan cami, 1717(Hicri.1129) yılında Rakka Valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mihraba paralel ve üç kubbeli olarak inşa edilmiştir. Caminin doğusunda tek şerefeli bir minare yer alır. Harim giriş kapısı iki renkli malzeme kullanılarak yapılmıştır. Harim kısmı(ana ibadet mekânı) her yönden açılan pencereleri ile oldukça aydınlıktır.

Süsleme olarak yapının en ilginç kısmı şüphesiz giriş kapısının Osmanlı kündekari tekniğinin en güzel örneklerinden birine sahip olmasıdır. Ahşap kapı, çivi kullanılmadan geçme ve kakma tekniğiyle yapılmıştır. Kapı üzerinde zengin bitkisel ve geometrik desenler bulunmaktadır.

Mevlid-İ Halil (Dergâh) Camii

Mevlid-i Halil Camii, Dergâh Platosu denen alan içerisinde Balıklıgöl civarında yer alır. Mevlid, “kutlu doğum” demektir. Hz. İbrahim Peygamberin yanı başındaki mağarada doğduğuna inanıldığından camiye Mevlid-i Halil Camii adı verilmiştir. Mevcut kaynaklara göre yapı beş büyük evre geçirmiştir. İlk olarak Seleukoslar döneminde alana, bir putperest tapınağı yapılır. Yahudilik döneminde aynı alanda bir havranın varlığından bahsedilir. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde, M.S.150 yılında, aynı alana Hıristiyanlar Kilisesi adında bir kilise yapılır. Bizans döneminde bu alana Urfa Ayasofyası inşa edilir. Son olarak İslam fetihlerinden sonra alana cami inşa edilmiştir.

Dikdörtgen bir plana sahip olan caminin, mağara ile arasındaki duvar üzerine camiye dönüştürülürken küçük bir minare yapılmıştır. Ayrıca caminin güneydoğusuna ve kuzeybatı köşesine de iki minare daha eklenmiştir.

Hz.İbrahim’in doğduğu kabul edilen mağaranın giriş kapısı üzerinde ise 1808 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Kitabeden yapının Seyyid Muhammed El Mesud tarafından onarıldığı yazılıdır. Caminin kapısı üzerindeki Şair Natik tarafından yazılmış başka bir kitabede ise mescidin 1852 tarihinde Mahmud oğlu Mahmut Ağa tarafından onarıldığı yazılıdır. Bu kitabelerin yanı sıra avlunun güneydoğusundaki odalardan birinde 1855 tarihinde Ahmet Bican Paşa tarafından diğerinde ise 1885 yılında Derviş Musa isimli bir kişi tarafından onarıldığını belirten yazılar bulunmaktadır.

Caminin avlusu ve avlu kapısı Hacı Müslim Hafız tarafından 1947 yılında halkın yardımı ile yaptırılmıştır. Halk tarafından Mevlid-i Halil Mağarasından çıkan suyun zemzemden sonra en şifalı su olduğu kabul edilmektedir. .

Selahaddin Eyyubi Camii ( Aziz Johannes Prodromos Addai Kilisesi)

Şanlıurfa’da Vali Fuat Bey Caddesi’nde (Yeniyol) bulunan bu caminin yerinde 457 yılında yaptırılan Aziz Youhanna (Vaftizci Yahya) Kilisesi bulunuyordu. Selahattin Eyyubi döneminde kısa bir süre cami olarak kullanılmıştır. XIX yüzyılın ortalarında, burada bulunan eski kilisenin üzerine bugünkü yapı inşa edilmiştir. Dönemi itibarı ile bölgedeki en büyük kilise olması dolayısıyla katedral olarak da adlandırılmıştır. Yapı uzun yıllar harap durumda kalmış ve bir ara elektrik santrali olarak kullanılmıştır. 28 Mayıs 1993’te onarımı yapılarak cami olarak ibadete açılmıştır.

Caminin girişi batı yönünde olup, son cemaat yeri de daha önceki kilisenin narteksinden yararlanılarak yapılmıştır. İbadet mekânı oldukça geniş ölçüde pencerelerle aydınlatılmıştır. Yapı üzerindeki pencerelerin kenarlarında kiliseden kalan yarım sütunlar ve birbirlerine dolanmış ejder kabartmaları bulunmaktadır.

Fırfırlı Camii(On İki Havari Kilisesi – Aziz Havariler Kilisesi)

Ali Fuat Bey Caddesi’nde (Yeniyol) bulunan yapı Oniki Havari Kilisesi olarak da adlandırılmıştır. Osmanlı Döneminde yapı üzerinde rüzgar gülü benzeri materyaller olduğundan halk arasında “Fırfırlı Kilise” olarak isimlendirilmiştir. Yapı kilise olarak inşa edilmiştir. Kaynaklara göre Hıristiyanlık açısından büyük önem taşıyan ve Van bölgesindeki Varak Manastırında bulunan “Varak Haçı” 1092 yılında Urfa’ya getirilerek bu kiliseye (Aziz Havariyun Kilisesi) konulmuştur. Caminin mihrabı üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre 1956 yılında kiliseden camiye çevrilmiştir.

Yapı kesme taştan, üç nefli bazilika plan düzeninde yapılmıştır. Yapının batı cephesi ile köşe kulelerinde son derece güzel bir taş işçiliği görülmektedir. Naosun(ana ibadet mekanın) orta nefi(bölümü) kubbe ile, yan nefleri ise tonozla örtülmüştür.

Yapının dikkat çeken yönlerinden birisi de yarım sütunlar ile dış cephelerdeki taş duvarda bulunan bezemelerdir.

Mevlevihane Camii

Haşimiye Meydanı’nın doğusunda bulunan yapı, 18. Yüzyılda Mevlevilerin zikir yapmak üzere toplanması amaçlı Mevlevihane olarak inşa edilmiştir. Kubbesinin dış üst tarafında “Mevlevi Sikkesi” mevcut olup, tekkelerin kapatılmasından sonra cami olarak ibadete açılmıştır. Yapı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restore edilmiştir.

Cami kare planlı ve üzeri tek kubbe ile örtülüdür. Yapının batı cephesine bitişik olan çarşı, daha önce kasaplar çarşısı olarak hizmet vermekteyken son dönemlerde yapılan kamulaştırma, restorasyon ve çevre düzenlemeleri çalışmalarından sonra hediyelik eşyaların satıldığı bir çarşıya dönüştürülmüştür.

Köprüler Ve Su Bentleri

Hızmalı Köprü

Hızmalı Köprü, Karakoyun Deresi üzerinde yer alır. Yapılış tarihi bilinmemektedir. Köprü ayağının doğu cephesindeki kitabeye göre, 1843 tarihinde Muhammet Sait adında bir kişi tarafından onartılmıştır.

Halk arasındaki bir söylentiye göre, Karakoyunlu hükümdarının kızı Sakine Sultan, Hacca giderken, uğradığı Urfa’da bu köprüyü yaptırmış ve yıkıldığında tekrar yapılabilsin diye mücevherleri ile altın hızmasını köprünün temeline koydurmuştur. Bu nedenle köprü bugün Hızmalı Köprü olarak bilinmektedir. Köprü üzerindeki gizli su kanallarından, köprünün su kemeri görevini de gördüğü anlaşılmıştır.

2001 yılında doğu cephesi yıkılan bu tarihi köprü Şanlıurfa Valiliğince restore edilmiştir.

Jüstinyen Su Bendi

Jüstinyen Su Bendi, Karakoyun Deresi güzergâhında yer alır. Karakoyun Deresi yapılmadan önce şehir, sık sık su baskınlarına maruz kaldığından halk bu durumu Bizans İmparatorluğa şikâyet eder. Bunun üzerine devlet tarafından şehir merkezinde bir dere yatağı açmak amacıyla çalışmalara başlanır. Çalışmalar İmparator Jüstinyen zamanında tamamlanır.

Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından 525 senesinden sonra açtırılan Karakoyun Deresi ile birlikte bu su bendi de yaptırılır.

Büyük boyutta kesme taşlardan yapılmış, kalın ve uzun olan bu duvar halk tarafından “Kaldırım” olarak isimlendirilmiştir.

Millet Köprüsü

Millet Köprüsü, Karakoyun üzerine inşa edilmiştir. Yapılış amacı derenin bir yamacından Millet Hastanesi’ne (Eski Devlet Hastanesi) geçişi sağlamaktır. Bu amaçla yapıldığından Millet Köprüsü olarak isimlendirilmiştir. Köprünün güney tarafındaki üçgen alınlıklı, kemerli giriş kapısı üzerindeki kitabede: “Ali Saip Köprüsü, sene 1341 (miladi 1922)” yazılıdır. Mevcut kaynaklara göre bu kitabe yapım değil, onarım kitabesidir. Buna göre köprünün inşa tarihi daha eskidir.

Yapının Urfa tarihi açısından büyük önemi vardır zira Urfa Kurtuluş savaşında Fransızlarla yapılan son anlaşma bu köprü üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu anlaşmanın anısına, Urfa kurtuluş mücadelesine katkılarından dolayı kitabeye zamanın Jandarma Komutanı Yüzbaşı Ali Saip Bey’in adı yazılmıştır.

Millet Köprüsü 2001 yılında Şanlıurfa Valiliğince restore edilerek taş korkulukları ve döşemesi yenilenmiştir.

Şehir Surları Ve Kale

Şehir Surları

M.S. VI. Yüzyıla ait yazılı kaynaklarda sözü edilen şehir surlarının ilk inşa tarihi bilinmemektedir. Şehrin etrafını çevreleyen surların büyük bir kısmı, 20. yüzyılın başından itibaren tahrip edilmeye ve yıkılmaya başlanmış, Harran Kapısı, Bey Kapısı’na ait Mahmut oğlu Kulesi ile yer yer duvar ve burç kalıntıları günümüze ulaşabilmiştir.

Çeşitli kaynaklardan Urfa şehir surlarının: güneyde Harran Kapısı, doğuda; Bey Kapısı, Su Kapısı, kuzey batıda; Samsat Kapısı, Saray Kapısı, batıda; Batı Kapısı, Sakıbın Kapısı ve Su Kapısı olmak üzere sekiz kapısının bulunduğu anlaşılmaktadır.

Harran Kapısı

“Bab el-Harran” olarak da bilinen kapının güneye bakan yüzünde, sağda, 5. yüzyılın başlarına ait Grekçe yazıt parçaları görünen duvar kalıntıları mevcuttur. Beş satırdan oluşan yazıtın az bir kısmı okunabilmiş olup tercümesi şöyledir: “…….. Roma tarafından …….. kuvvet …… imparatorlar ve krallar …….. yılında ……”

Kapının kuzeye bakan cephesinde ise, oldukça uzun bir Arapça kitabe dikkati çeker. Kitabede tarih verilmemiştir. Kitabenin tercümesi şudur: “Efendimiz, sultan, melik, muzaffer, âlim, adaletli, desteklenmiş ve muzaffer olan, din ve dünyanın yıldızı, fetihlerin babası, Şah Gazi b. Sultan Melik, adaletli, Allah’ın rahmetine muhtaç olan Ebu Bekir b. Eyyûb’un vilâyette yaptırdığı imâretlerden. Devlet-i muzaffer olan, adaletli eş-Şibli’dir.”

Kitabeye göre; bu bölüm yani Harran Kapısının kuzey cephesi, Eyyûbi sultanlarından el- Melik’ül Muzaffer Şah(abeddin) Gazi Ebûbekr b. Eyyüb tarafından yaptırılmış olmalıdır. Şehabeddin Gazi, el-Melik’ül Adil tarafından 1218 yılında Urfa ve Suruç valiliğine getirilmiş ve bu görevde 1222 yılına kadar kalmıştır. 1220-1244 yılları arasında ise, Meyyâfârıkîn (Silvan) Eyyûbi sultanlığını yapmıştır. Arapça kitabede “Sultan” ve “Melik” lakaplarının geçmesine dayanarak, yukarıda bahsedilen kapı inşasının Şah(âbeddin) Gazinin, Meyyâfârıkîn (Silvan) sultanlığı döneminde yapılmış olduğu tahmin edilebilir.

Kitabenin alt bölümlerinde, girişin sağ ve sol üst kısımlarında, boyunlarından zincirli birer aslanı tutan bir kişiyi gösteren kabartma rölyef bulunur. 1927 Urfa Salnâmesi’nin verdiği bilgiye göre, bu rölyeflerin altlarında “Mülk, tek ve kahredici olan Allah’ındır.” anlamına gelen Arapça birer yazı da mevcuttur.

Beykapısı

Şehir surlarının doğu yönünde yer alan düzgün kesme taşlardan inşa edilmiş yapıdan, Kısas’a açıldığı için “Kısas Kapısı” veya “Bab el- Emir” olarak kaynaklarda bahsedilmiştir. Beykapısı günümüzde yıkılmış olup Mahmut oğlu Kulesi diye bilinen burçları ayaktadır.

Mahmudoğlu Kulesi

Beykapısı mevkiindeki bu kule Haçlı Kontluğu döneminde inşa edilmiştir. Kulenin doğuya bakan kısmında oldukça yukarıda yan yana üçtaşa yazılmış, beş satırdan oluşan Ermenice bir inşa kitabesi vardır. Kitabede kullanılan tarih Ermeni Takviminin 571. yılıdır. Bu da miladi olarak, 19 Şubat 1122 – 18 Şubat 1123 tarihleri arasıdır. Kule, büyük olasılıkla kitabede geçen tarihte inşa edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde kapı ağalığı Mahmudoğlu ailesine verildiğinden onların ismiyle tanınmıştır. 24 Mart 1919’da Urfa’nın İngilizler tarafından işgali esnasında, işgal komutanı Beddy tarafından kiralanmak istenmişse de, Kule sahibi Mahmudoğlu Mustafa Ağa tarafından bu teklif tepkiyle karşılanmış ve reddedilmiştir.

Urfa Kalesi

Urfa Kalesi’nin M.Ö. 9500 yıllarına ait neolitik bir yerleşim höyüğü üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir. Kalenin yanı başında çıkarılan ve Şanlıurfa Müzesinde sergilenen 11.500 yılık Balıklıgöl Heykeli kale dâhil Balıklıgöl havzasının tarihini bilimsel olarak vermektedir. 6.yy’ye ait kayıtlarda kaleden bahsedilmemektedir. Kale ile ilgi ilk kayıtlar 11.yy’ye aittir. Buna göre kale 6 yy. ile 11. yy arasına tarihlenebilir. Netice itibariyle kale ilgili kabul edilen görüş: M.S. 812-814 yılları arasında Abbasiler döneminde yapıldığıdır. Kalenin üzerindeki korint başlıklı iki sütun Edessa Karalı IX. MANU döneminde, M.S. 240-242 yılları arasında birer anıt sütun olarak yapılmıştır. Kaledeki iki sütunun yükseklikleri 17.25 m. sütunların çevresi ise 4.60 metredir. Doğudaki sütunun kente bakan yüzünün 3 metre yukarısındaki Süryanice kitabede: “Ben askeri komutan BARŞAMAŞ (Güneşin oğlu)’in oğlu AFTUHA. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht Prens MANU kızı, kral MANU eşi, hanımefendim ve velinimetim kraliçe ŞALMETH için yaptım” yazılıdır. Urfa Kalesi’nin, üç tarafı kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrilidir, kuzey tarafı ise sarp kayalıktır. Urfa Kalesi’nde yapılacak bir arkeolojik kazıda M.Ö. 9500 yılından Osmanlı Dönemine birçok uygarlığa ait kültürel varlık ve bu uygarlıklara ait yapı kalıntıları bulunacaktır.

Hanlar

Gümrük Hanı

Haşimiye Meydanı yakınındadır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1563 yılında Urfa Sancakbeyi Halhallı Behram Paşa tarafından yaptırılmıştır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde “Yetmiş Hanı” olarak anılan Gümrük Hanı, Şanlıurfa’daki hanların en güzel ve anıtsal örneklerindendir. Dış cepheleri kaplayan iki renkli kesme taşlardan dolayı “Alaca Han” adıyla da bilinir.

Avlusundan Halil-ür Rahman Gölü’nün suyu geçmektedir. İki katlı bu hanın avlusunda çayhaneler bulunmaktadır. Giriş eyvanının üzeri mescit olarak değerlendirilmiştir. 2001 yılında Rızvaniye Vakfı’nın katkılarıyla Şanlıurfa Kültür, Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından restore edilmiş¬tir.

Millet Hanı

Atatürk Mahallesi Kışla Caddesi üzerinde Karakoyun Deresi yanında bulunan bu han Askeri Kışla olarak ta bilinmektedir. Kanuni Sultan Süleyman dönemine tarihlense de, yapı ile ilgili yazılı kaynak bulunmamaktadır.

Bir zamanlar “Alman Yetimhanesi” olarak kullanılan yapının fotoğraflarında iki katlı olduğu ve güney cephenin batı köşesindeki portal üzerinde bir kitabe, bunun sağında ve solunda birer aslan kabartmasının yer aldığı görülmektedir. İkinci katlar günümüzde tamamı ile yıkılmıştır. Hanın güney tarafındaki avlunun güney kenarı boyunca iki katlı askeri kışla yapısı bulunmaktadır.

Hacı Kamil Hanı (Çukur Han)

Urfa’daki Osmanlı hanlarının güzel örneklerinden biri olan bu han yer seviyesinden birkaç basamak aşağıda olduğundan halk arasında çukur Han olarak bilinmektedir. Batı kapısı üzerindeki kitabede de Hanın 1823 tarihinde Hacı Kâmil tarafından yaptırıldığı yazılıdır.

Han kare bir avluya sahiptir. Zemindeki dükkânların üzerinde önleri revaklı ikinci kat odaları yer alır. Avlusunun ortasındaki betonarme şadırvan, eski şadırvanın yerine sonradan yaptırılmıştır. Eskiden Halil ür-Rahman gölünden gelen su bu şadırvandan akıtılmaktaydı.

Han günümüzde manifaturacı ve terzi esnafı tarafından işyeri olarak kullanılmaktadır.

Mencek Hanı

Kazazlar Çarşısı civarındaki Mencek Hanından ilk defa 1716 tarihli Ayn-ı Zeliha Binti Hacı Ali vakfiyesinde söz edilmektedir. Tam olarak hangi tarihte inşa edildiği bilinmeyen hanın 1373- 1727 yılları arasındaki dönemde inşa edilmiş olabileceği söylenmektedir.

Han düzgün kesme taşlardan yapılmış olup kuzey cepheden, çapraz ve beşik tonozlarla örtülü dehliz şeklinde bir girişi mevcuttur. Kare avlunun doğu, batı ve güney cephelerinde beşik tonozlarla örtülü dörder, kuzey cephesinde iki dükkân bulunmaktadır. Bunların üzerinde revaklı ikinci kat odaları yer almaktadır. Avlunun güneybatı köşesine her iki katta eyvan biçimi verilmiştir.

Yapı günümüzde terziler ve tuhafiyeciler tarafından işyeri olarak kullanılmaktadır.

Barutçu Hanı

Demirci Pazarındadır. Düzgün kesme taşlardan yapılmıştır. Kitabesi yoktur. Sakıplar’dan Halil Bey’in haremi olarak da bilinen bu yapı, Gümrük Hanı’ndan sonra Urfa’daki en güzel han örneklerindendir.

Han’a, kuzey cephedeki beşik tonozlu eyvan kapıdan girilir. Kare avluyu çevreleyen tonoz örtülü dükkânların üzerinde ikinci kat yer almaktadır. Çatı ile örtülü ikinci kat odalarının kuzey, güney ve doğuda olanlarının önleri sütunlar üzerine oturan revaklarla çevrilidir.

Topçu Hanı

Şehir merkezinde vilayet binasının batı tarafında bulunan tarihi bir Osmanlı hanıdır. Geçmişte Topçu sınıfına ait bir askeri birliğin burada görevli bulunmasından dolayı buraya “Topçu Hanı” denildiği ifade edilmektedir.

Hamamlar

Urfa, İstanbul, Bursa, Edirne ve Erzurum’dan sonra Osmanlı Dönemi’nden kalma sekiz adet hamamı ile Türkiye’de dördüncü sırayı almaktadır. Son kırk- elli yıl içersinde yıktırılan 7 adet hamam dikkate alındığında, Urfa’nın Osmanlı hamam mimarisi bakımından ne denli önemli bir şehir olduğu anlaşılacaktır.

Şanlıurfa hamamları, soğukluk, sıcaklık ve ılıklık bölümleri ile klasik Osmanlı hamamları planındadır. Cıncıklı, Vezir, Şaban, Veli bey, Eski Arasa, Serçe, Sultan ve Keçeci hamamları günümüzde mevcut hamamlardır. Bunlardan Keçeci esnafı tarafından keçe pişirmek amacıyla kullanılan Keçeci Hamamı ve depo olarak kullanılmakta olan Eski Arasa Hamamı hariç diğer hamamlar hizmet vermektedirler.

Velibey Hamamı

Dabakhane Mahallesi, Mithat Paşa Sokakta bulunur. Aynı mahalle sakinlerinden Mahmut oğlu Veli Bey, 1693 tarihli vakfiyesinde bu hamamı kendisinin yaptırdığını kaydederek mütevelliliğine de oğlu Malkoç Bey’i tayin ettiğini belirtmiştir. Giriş kapısı üzerindeki kitabe silik olduğundan, tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmemektedir.

Vezir Hamamı

Yusuf paşa Mahallesi, Sarayönü Semtindeki bu hamam 1703 tarihinde Urfa Mutasarrıfı Arapkirli Yusuf Paşa tarafından Yusuf paşa Camii’ne vakfiye olarak yaptırılmıştır. Vezir Hamamı, dikdörtgen bir plana sahiptir. Doğu kısmında kadınlar, kuzey kısmında erkekler kapısı olmak üzere iki girişi vardır.

Cıncıklı Hamam

Şehrin Karaburç Mahallesi, Hızanoğlu Sokağındaki kitabesi bulunmayan bu hamamın ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber 1729 tarihinde tamir görmüş olan Hızanoğlu Camii ile aynı tarihlerde yapılmış olabileceği düşünülmektedir. Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde bu hamamdan bahsetmesi, yapının XVII. yüzyılın ikinci yarısında mevcut olduğunu göstermektedir.

Sultan Hamamı

Kazancı Mahallesi, Şişli Sokaktaki bu hamamın kuzey cephesindeki giriş kapısı üzerinde yer alan kitabe silinmiş olduğundan ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmiyor. Halk arasındaki yaygın bir söylentiye göre Osmanlı Padişahı IV. Murat, Bağdat Seferi sırasında bu hamamda yıkandığından hamama Sultan Hamamı adı verilmiştir. Ancak, hamamın ilersinde bulunan Sultan Bey Camii, III. Murat zamanında 1586 yılında Sultan Ahmet Bey adındaki bir zat tarafından yaptırılmış olması, bu hamamın da o dönemde yapılmış olma ihtimalini arttırmaktadır.

Serçe Hamamı

Su meydanı mevkiindeki bu yeraltı hamamının kitabesi olmadığından kesin olarak inşa tarihini söylemek mümkün değildir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde geçen “Samsat Kapısı Hamamı” nın bu hamam olduğu tahmin edilmektedir. Serçe Hamamı’nı Şanlıurfa’daki diğer hamamlardan ayıran en önemli özelliği 5 eyvanlı bir sıcaklık bölümünün olmasıdır.

Arasa Hamamı

İsotçu Pazarı mevkiindedir. Kitabesi bulunmayan ve inşa tarihi bilinmeyen bu hamamın adının Evliya Çelebi Seyahatnamesinde geçmesi, yapının 17. yüzyıl ortalarında mevcut olduğunu göstermektedir. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümünden oluşan klasik Osmanlı hamamları planındadır.

Çarşılar

Şanlıurfa’nın Osmanlı döneminden kalma iş hanları ve çarşılarından oluşan eski ticaret merkezi Gümrük Han civarında yoğunluk göstermektedir. Kazaz Pazarı (Bedesten), Sipahi Pazarı, Koltukçu Pazarı, Pamukçu Pazarı, Oturakçı Pazarı, Kınacı Pazarı, Bıçakçı Pazarı, Kazancı Pazarı, Neccar Pazarı, İsotçu Pazarı, Demirci Pazarı, Çulcu Pazarı, Çadırcı Pazarı, Saraç Pazarı, Attar Pazarı, Tenekeci Pazarı, Kürkçü Pazarı, Eskici Pazarı, Keçeci Pazarı, Kokacı (Kovacı) Pazarı, Kasap Pazarı, Eski Kuyumcu Pazarı, Boyahane Çarşısı, Kavafhane Çarşısı, Hanönü Çarşısı, Hüseyniye Çarşıları Gümrük Hanı civarında yer alan ve günümüzde de tarihi özelliklerini koruyan önemli alış veriş yerleridir.

Bu çarşılardan sekiz adedi kapalı çarşı, bir adedi de yeraltı çarşısıdır. Şanlıurfa; İstanbul, Bursa ve Edirne’den sonra kapalı çarşı bakımından Anadolu’nun önde gelen illeri arasında yer almaktadır,

Kazzaz Pazarı (Bedesten)

Gümrük Hanı’nın güneyine bitişik olarak 1562 yılında inşa edilmiştir. 1740 tarihli Rızvan Ahmet Paşa Vakfiyesi’nde Bezzazistan adıyla geçen bu çarşının tamir ettirildiği yazılıdır. Kapalı çarşı şeklindeki Bedesten düzgün kesme taşlardan yapılmıştır. Doğuda Han Önü Çarşısı’na açılan ana kapısı, Sipahi Pazarı’na açılan Batı kapısı, Pamukçu Pazarı’na açılan güney kapısı ve Gümrük Hanı’na açılan kuzey kapısı olmak üzere 4 kapısı bulunmaktadır. Batı kapısının, sipahi pazarındaki bir dükkânın bozulmasıyla açıldığı vakfiyesinden anlaşılır.

Çarşıda sağlı sollu iki sıra halinde uzayan dükkânlar bir metre yüksekteyken 1998 yılındaki Şanlıurfa Kültür, Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV)’nın yaptığı yenileme sırasında yer seviyesine indirilmiştir. Yapı günümüzde yöresel giysi ve aksesuarların satıldığı çarşı olarak kullanılmaktadır. Şanlıurfa Bedesteni Anadolu’da otantik değerini yitirmeyen ender çarşılardandır.

Sipahi Pazarı

Gümrük Hanı’nın batısına bitişik olarak inşa edilmiş, kapalı bir çarşıdır. Gümrük hanı ile aynı tarihte hana gelenlerin hayvanlarının barınması için yaptırılmış olduğu tahmin edilmektedir. Düzgün kesme taşlardan inşa edilmiş kuzey-güney istikametinde beşik tonozla örtülüdür. Dört kapısı vardır, Kazaz Pazarına açılan kapının bir dükkânın bozulmasıyla gerçekleştirildiği 1741 tarihli Rızvan Ahmet Paşa Vakfiyesi’nden anlaşılmaktadır.

1997 yılında Şanlıurfa Valiliğince restore edilen çarşı günümüzde Halıcılar Çarşısı olarak kullanılmaktadır.

1997 yılında Şanlıurfa Valiliğince restore edilen çarşı günümüzde Halıcılar Çarşısı olarak kullanılmaktadır.

Hüseyniye Çarşıları (Bakırcılar Çarşısı)

Çadırcı Pazarı ile Kazancı Pazarı arasında, kuzey güney yönünde birbirine paralel olarak uzanan ve her biri 15’er çapraz tonozla örtülü iki kapalı çarşıdır. Çarşı, 1887 yılında Hartavizâde Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Çarşılarda sağlı sollu dükkânların kapılarının üzerinde karşılıklı olarak aydınlatma pencereleri yer alır.

İnşa edildiği yıllarda halı, kilim, keçe ve benzeri yaygıların satıldığı yer olarak kullanılmıştır. Bir ara yemenici Pazarı olarak kullanılmış ve son olarak Bakırcı esnafına tahsis edilmiştir. Çarşılardan biri bakırcılar diğeri ise kuyumcular tarafından kullanılmaktadır.

Kınacı Pazarı

Mençek Hanı’nın batısında yer alan ve kuzey gü¬ney istikametinde uzanan bu çarşının kuzey kesimi beşik tonozla örtülü, güney kesiminin üzeri açıktır.

Pamukçu Pazarı

Kınacı pazarının batısına paralel olarak uzanan, beşik tonozla örtülü bir çarşıdır. Kuyumcu ve elbi¬seci esnafı tarafından kullanılmaktadır.

Boyahane

Pamukçu Pazarı’nın batısına paralel olarak uza¬nan yeni boyahâne çarşısının altında bulunan bir yeraltı çarşısıdır. Boyahane çarşısının adına H.1153 (M.1740) tarihli Rızvan Ahmet Paşa Vakfiyesi’nde rastlanılmış olması yapının o tarih¬lerde mevcut olduğunu göstermektedir.

Ortasından Halil-ür Rahman su¬yunun aktığı bu çarşı rutubetli olması, iplik ve ku¬maş boyama sanatının terk edilmesi nedenleriyle 40 yıl kadar önce kapatılmıştır.

Köşk – Konak Ve Evler

Mahmud Nedim Konağı (Şanlıurfa Kurtuluş Müzesi)

Devlet Hastanesi yakınındadır. 1903 tarihinde inşa edilmiştir. Avrupai tarzda konak mimarisi ile geleneksel tarzda Urfa evi mimarisinin kaynaştığı bir özelliğe sahip olan ve oldukça geniş bir alana yayılan konak, haremlik ve selamlık bölümlerindeki düzgün kesme taş yapılardan meydana gelmiştir.

Urfa Kurtuluş Savaşı’nda Fransız işgaline uğramıştır. Duvarlarında o günlerden kalan top ve mermi izlerini görebilmek mümkündür. Bu bağlamda Şanlıurfa Valiliği tarafından onarımı gerçekleştirilmiş ve 11 Nisan 2009 yılında “Şanlıurfa Kurtuluş Müzesi” olarak hizmete sunulmuştur.

Sakıbın Köşkü

1796–1876 yılları arasında yaşayan Şair Sakıp Efendi tarafından yaptırılan bu konak, Halepli Bahçe içersinde bulunur. Mahmut Nedim Konağı gibi haremlik ve selamlık olarak geniş bir alana yayılır.

1985’te Şanlıurfa Belediyesi’nce onarımı ve çevre düzenlemesi yapılan Sakıp Ağa Köşkü, günümüzde Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğü olarak kullanılmaktadır. İki katlı köşk, doğu batı yönünde dikdörtgen planlıdır. İkinci katın doğusunda yer alan odanın duvarlarını Sakıp Efendinin mavi boyalı ahşap üzerine 1263 tarihli(M 1845) Ta’lik hattıyla yazılmış şiiri dolaşır. Köşkün bu tarihte yapıldığı tahmin edilmektedir. Köşkün avlusunun batısında soğuklu, sıcaklı ve külahlı küçük bir hamam bulunur.

Çardaklı Köşk (Yusufoğlu Evi)

Halil ür-Rahman Camii ve Gölü’nün kuzeyinde bulunan tarihi bir evdir. Arazi şekline göre biçimlendirilmiş bu ev üç avluludur. Evin birkaç kattan oluşması ve her katta “Çardak” tabir edilen tipte odalar bulunması yapıya “Çardaklı Köşk” denmesine sebep olmuştur.

1992 Yılında ŞURKAV tarafından Mehmet Yusufoğlu’ndan satın alınarak restore edilmiştir. Restorasyon çalışmaları 1997 yılında başlayıp, 1999 yılında tamamlanmıştır. Restore edilen tarihi ev yöreye özgü yemeklerin sunulduğu lokanta olarak hizmet vermektedir.

Akyüzler Evi

Kurtuluş Mahallesi, Tarakçılar Sokak’ta yer alan ev, Urfa’nın konut mimarisi değerlerini tamamıyla içeren ender örneklerden biridir. Kapı üzerindeki kitabede H.1284 (M.1867) tarihi vardır.

Akçarlar Evi

Balıklıgöl civarında bulunan ve kesin inşa tarihi bilinmeyen bu ev, haremlik ve selamlık olarak iki bölümden oluşur. Yapım tarihi bilinmeyen ev, yüzey şeklinin iyi kullanılmasıyla beş katlı olarak inşa edilmiştir. Bir alttakinin terası, üstteki bölümün avlusunu oluşturur. 493 m2 alan üzerine kurulu olan tarihi yapı, 1993 yılında Harran Üniversitesi tarafından satın alınarak restore edilmiştir.

Akçarlar Evi 12 Ekim 2001 tarihinde “Harran Üniversitesi Kültür Evi” olarak turizmin hizmetine sunulmuştur. Restorasyon sırasında bazı odalara tuvalet ve banyo eklenerek misafirhane fonksiyonu verilmiştir. Her katında ayrıca birer su kuyusu mevcuttur. Halen “Harran Üniversitesi Uygulama Oteli ” olarak hizmet vermektedir.

Meclis Evi (Şahap Bakır Evi – İsa Beden Evi)

Arabizade Reşit Efendi evi olarak ta bilinen bu ev Pınarbaşı Mahallesi Köleler sokaktadır.

Bu eve bir tetirbe (çıkmaz sokak) sonundaki kapıdan girilir. Kapısı geleneksel Urfa evlerinin birçoğunda olduğu gibi çift çenetlidir (çift kanatlı). Kapı üzerindeki madalyon şeklindeki kitabede yer alan H.1192 (M.1778) tarihi büyük olasılıkla evin yapılış tarihidir. Haremlik ve selamlık bölümlerinden oluşan tarihi ev kapı arası, hayat, havuz, çiçeklik, zerzembe (kiler), tandırlık, camhane (duvara gömme nişler), eyvan, haremlikle selamlık arasında yemek servisini sağlayan dönme dolap gibi Urfa evlerinin tüm unsurlarını taşımaktadır.

Şanlıurfa Merkezde mülkiyeti Özel İdare’ye ait olan 2 katlı ve 2 bölümden oluşan Meclis Evi, Valilik Makamının uygun görüşü ile İlimizde oluşturulan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu”na tahsis edilmiştir.

Hacı Hafız Ahmet Efendi Evi (Devlet Güzel Sanatlar Galerisi)

Divan yolu postane bitişiğindedir. İki avlulu evin, selamlık kapısı üzerindeki kitabeden 1888 tarihinde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Düzgün kesme taşlardan yapılmış olup haremlik ve selamlık bölümü geleneksel Urfa evlerinin en güzel örneklerindendir. Kapı ve pencere kanatlarındaki ağaç işçiliği ile odalarda göz tabir edilen ahşap raflardan oluşan nişler Urfa evlerindeki ağaç işçiliğini yansıtır.

1979 yılında Kültür Bakanlığınca kamulaştırılarak restore edilip 1998 yılında Devlet Güzel Sanatlar Galerisi olarak hizmete açılmıştır. Şanlıurfa’da kamulaştırılan ilk tarihi yapıdır.

Gülizar Konukevi

Yusufpaşa Mahallesi İrfaniye Sokaktaki Osmanlı dönemine ait bu yapının haremlik bölümü Urfa evlerinin güzel örneklerindendir.

1999 yılında restore edilerek otel-restoran fonksiyonu verilen yapının tonozlarına onarım sırasında renkli kalem işleri işlenmiştir. Düzgün kesme taştan inşa edilmiştir.

Çeşmeler

Şanlıurfa’da, Yusuf Paşa Çeşmesi, Kadıoğlu Çeşmesi, Firuz Bey, Adile Hanım, Hafız Süleyman Bozan Efendi, Haydar Ağa, Hekim Dede, Hüseyin Ferideddin, Hüseyniye, Mencekzade, Sütçü Abdurrahman Efendi, Şehbenderiye, Şeyh Saffet, Ebeler Sokak Çeşmesi, Yıkık Sokak ve Yıldız Meydanı adlarında Osmanlı dönemine ait 12 adet çeşme günümüze ulaşmıştır.

Hekim Dede Çeşmesi

Hekim Dede Camisi’nin kuzeybatı köşesine bitişik olarak inşa edilmiştir. Kare planlı ve beşik tonozlu bu çeşme iki cephelidir. Bu özelliği ile Şanlıurfa’da tek örnektir. Güney cephesinde yer alan kitabesi oldukça siliktir. Bu kitabe üzerinden sadece h. 1120 (m. 1708) tarihi okunabilmektedir. Çeşmenin her iki cephesi yivli ve mukarnas başlıklı köşe sütunceleri ile süslenmiştir.

Firuz Bey Çeşmesi

Yıldız meydanındaki 1781 (H.1196) tarihinde yapılan Nakıbzade Hacı İbrahim Efendi medresesinin güney duvarına medrese ile aynı tarihte Firuz Bey tarafından yaptırılmıştır. Kitabede çeşme nişinin kemeri ve köşe sütunları taş süslemedir.

Şeyh Saffet Çeşmesi

Şeyh saffet Çeşmesi, Ellisekiz Meydanındaki Şeyh Saffet Tekkesi’nin batı cephesinde yer alır. Çeşmenin kitabesinde H. 1309 (M. 1891) tarihinde Şeyh Saffet tarafından yaptırıldığı yazılıdır.

Emencekzâde Çeşmesi

Emencekzâde Çeşmesi, Kadıoğlu Camii avlu girişinin doğusuna bitişik olarak yapılmıştır. Çeşmenin kitabesinden H. 1138 (M.1723) tarihinde Emencekzâde lakaplı bir hayırsever tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bu çeşme aynı zamanda Karakoyun Deresi üzerindeki su kemeri vasıtasıyla şehre gelen Kehriz Suyu’nun çevredeki cami, hamam ve evlere dağıtımının yapıldığı “Taksimiye” görevini de görmekteydi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu