Atatürk’ün özelliklerini konu alan şiirler var mı?

Atatürk’ün özelliklerini konu alan şiirler var mı?
KALPAKLI SÜVARİ

Gecenin arkasında bir yerde,
Ufaldıkça gaz lambaları,
Nehrin omuzlarına yaslanıp
yaşlı ve dindar
Yalnızlıktan soğumuş dağlar,
Kalpaklı bir süvari dolaşırmış gizlilerde,
Köylüler böyle diyorlar,
Yatsıları..

Nal sesleri duyulur mu yağmur olursa
Ne mümkün
En usul havalarda duyulacak
Erzurum’a doğru şah damarın oynar gibi,
Gören eden yok, her nasılsa
Kalpaklı olduğunu biliyorlar.

Bir elinde kılıç, bir elinde sancak,
Kemah köylüğünde,
Fakir fukaraya azık dağıtasıymış,
Üçer arşın kefenlik,
İçlik ve mintan,
Birer kese sarı lira cep harçlığı,
Olur mu olmaz mı
Orası bilinmiyor..

Tılhasta bir kağnıya dokunmasıyla
bir ne halsa,
Araba traktöre tebdil olmuş
Allah tarafından.
Tercan toprağındaki kerametini
Anlata anlata bitiremiyorlar.
Köylüler böyle diyorlar..

Gecenin arkasında bir yerde,
Ufaldıkça gaz lambaları,
Nehrin omuzlarına yaslanıp
yaşlı ve dindar,
Yalnızlıktan soğumuş dağlar,
Kalpaklı bir süvari dolaşırmış
gizlilerde,
Köylüler böyle diyorlar
yatsıları..

Kemal Paşa’dır diyorlar…

Attila İLHAN

ATATÜRK’Ü DİNLERKEN

Yay yine gerilmede, fırlayacak yine ok;
Yine vatanımızın yeryüzünde eşi yok;
Bozkurt, Ergenekon’u yeni delmiş gibidir:
Her biri ihtiraını seyre gelmiş gibidir.

Kalpler ellerde çarpar gibi alkış kopuyor;
Her ruh bir tutam ışık ve her göz bir damla kor:
En büyük, en sevgili, en genç, en mert geliyor;
Dünya imtihanını veren tek fert geliyor;

Kürsüye her çıkışta, Türk daha yükselecek,
Dinle: Her cümlesinde doğuyor bir “gelecek”
Aslan, insan ve Tanrı bir arada bu başta,
Kıvılcımlar doğuyor bastığımız her taşta.

Önümüzde mesafe ve zaman çökmekte diz;
Bir İnönü azmiyle ardındayız hepimiz.
Yerine getirmeye yeni dileklerini,
Koymuş on yedi milyon, yola yüreklerini.

“Marş! Marş! Öz yurdu fethe!” Şimdi manen, yeniden:
Deliyor dağı taşı öncümüz gibi tren,
Fabrikalar kalemiz, kanallar siperimiz
Ve bu fetih olacak bizim şaheserimiz…

Behçet Kemal ÇAĞLAR

RESİM

Her gün
Enginlerden engin
Yücelerden yüce
Bir duygu sarar bizi
Bu sınıfa girince.

Yanda, bir uçtan bir uca.
Mavi deniz
Odanın içinde güneşleri bulunca.
Isınırız.

Enginlerin engini deniz olsa
Deniz ufak!
Yücelerin yücesi güneş olsa
Güneş küçük!

İlk günü gördük, nerden geldi:
Duvardaydı
Denizleri, güneşleri
Küçülten büyüklük.

Kürsünün üstünde bir resim:
Gözleri denizlerden mavi
Bakışları güneşlerden sıcak.
Dört mevsim.

Kürsünün üstünde:
Atatürk’üm, arkasında al bayrak
Kolları kavuşturmuş göğsünde.

Bu resimle başlar bizim günümüz
Karşımızda Atatürk’ü gördükçe
Kıvançla dolar, taşar gönlümüz.

Öğretmenimizin kürsüde
Verdiği dersi
Dinler bizimle birlikte
Atatürk’ün resmi.

Çalışkanız, çünkü
Çalışınca
Bakarız, Atatürk güldü.

Bir yanlışlık yapsak
Bulutlanır gözleri
Anlarız Atatürk üzüldü.

Gelsek kürsünün dibine
Görür bizi
Eğilince.

Kalksak, gitsek gerilere
Otursak arkalarda;
Başımızı kaldırmadan duyarız:
Atatürk orada.

Öteki odalarda
Başka başka resimleri Ata’mın.
Atatürk’üm artık ömrüm oldukça
Bu resminle karşımdasın!

Yok hiç birinde
Bundaki tılsım
Değişen çizgilere
Canlı gibi bu resim.

Öyle canlı ki sanırım
Bende bir gün okulu bitirince
Uzanan ellerinle
Okşanacak sırtım.

Öyle canlı ki, sanırım
Karanlık bile olsa
Aydınlanır yollarım.

Tıpkı sınıftaki gibi
Yapacağım bir işte
Bu resmindir rehberim:
Kötülüğe uzanırsam
Çat kaşlarını
Tutulsun ellerim .

Tıpkı sınıftaki gibi
Bütün ömrüm boyunca
Yaptığım her işte
İyi, doğru oldumsa
Sevincini belli et.
Gülümse !

Yaprak yaprak dökülürken önümde
Her yıl dört mevsim;
Sınıflar içinde yalnız bu sınıf
Resimler içinde yalnız bu resim !

Behçet NECATİGİL

BENİ SEVMEK DEMEK

Yaşatıyor musun devrimlerimi,
Götürebiliyor musun yeni çağlara?
Yazıyı, kılığı, hür düşünceyi
Örnek ediyor musun uluslara?
Atabiliyor musun zihinlerden
Softalık, gerilik, tüm karanlığı?
Adın var mı en yeni buluşlarda?
Köye sokabildin mi aydınlığı?
Sevebiliyor musun düşmanını?
Bolluk mu bir uçtan bir uca vatan?
Derim ki yolumda yürüyorsunuz,
Büyüğünden küçüğüne o zaman…

Halim YAĞCIOĞLU

BÜYÜK TAARRUZ

Dağlarda tek tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birden bire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar `üç’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun kenarına kadar,
eğildi durdu.
Bıraksalar
ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı…

Nazım Hikmet RAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu