Atatürk’ün Türk kadını hakkındaki görüşleri günümüz toplumunda nasıl değerlendirilir?

Atatürk’ün Türk kadını hakkındaki görüşleri günümüz toplumunda nasıl değerlendirilir?

Türk vatandaşının, Türk ailesinin sosyal hakları ve birbirleriyle ilişkilerinin uygar ülkelerle bir düzeye getirilmesi gerektiğine inanan Atatürk, ülkenin çeşitli yerlerindeki gezileri sırasında kadın hakları konusunda görüşlerini açık bir dille kamuoyuna duyurmaktan çekinmemiştir.

Atatürk, kadın hakları ve statüsü konusunu sadece millî bir mesele olarak görmemiştir. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra, konuyu süratle milletler arası alana götüren ilk insan Atatürk’tür. 22 Nisan 1935’te İstanbul’da Beylerbeyi Sarayı’nda “Milletler arası Kadın Kongresi”nin toplanması için imkânlar hazırlamış ve kongreyi himayesine almıştır. Dünya çapında ünlü kadınların ve yazarların katılımını da sağlayan kongreye gönderdiği telgrafta “Siyasî ve içtimai hakların kadın tarafından kullanılmasının, beşeriyetin saadeti ve prestiji bakımından elzem olduğuna eminim” ifadelerine yer vermiştir. Buna göre, Türk kadınının dünya kadınlarıyla ilişkilerinin alacağı şekil de Atatürk’ün “Türk Kadını’nın Dünya Kadınları’na elini vererek dünya barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz” ifadeleriyle belirlenmiştir. (1)
Atatürk’ün 1923’lerden itibaren üzerinde titizlikle durduğu ve uygulamaya koyduğu kadın hakları için dünya, ancak 1975 yılında birlik olarak çaba sarfetme gereği duymuş ve bu yılı “Kadın Yılı” olarak ilân etmiştir.
Atatürkçü Düşünce Sistemi çok iyi tahlil edildiğinde “Kadın ve Eğitimi” konusunda aşağıda yer alan boyutlar yoğunluk kazanmaktadır.
Kadının Toplumdaki Statüsü
Kadın, aile ve toplum arasında bir köprü görevini görür. Kadının toplumlarda yerine getirdiği görevleri itibariyle, sosyal sistemin işleyişine katkısı büyüktür. Bu açıdan kadının toplumdaki statüsü incelenirken, önce onun birey olarak kişiliğini kazanması, daha sonra aile ve toplum içerisindeki durumu düşünülmelidir.
Atatürk’ün bu konuya ilişkin yaklaşımı dikkate değerdir.“Daha esenlikle, daha dürüst olarak yürüteceğimiz yol vardır. Bu yol,Türk kadınını çalışmamıza ortak yapmak, ilmî, ahlâkî, sosyal, ekonomik yaşamda erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekleyicisi yapmak yoludur.” (2)Bu düşünce yapısı, Türk toplumunda kadının bir kişilik kazanmasına yol açmıştır. Bu açıdan bakıldığı zaman, Atatürk’ün kendine özgü bir kadın anlayışı vardır.O, bugün dünya aydınlarının birleştiği ve Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın yaymaya çalıştığı ileri düzeydeki görüşü çok daha önceleri dile getirmiştir. 1923 yılında İzmir’de yaptığı konuşmada “Şuna inanmak lâzımdır ki, dünya üzerinde gördüğümüz herşey kadının eseridir”(3) diyen Atatürk, her toplumun iki cinsten oluştuğunu, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinilmesini o toplumu yarı yarıya zayıflattığını vurgulamıştır.
Toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebini, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurumuzun sonucunda gören Atatürk, kadınlarımızın erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha fazla bilgili olmak zorunda olduklarını belirtmiştir. Çünkü, O’na göre “Türkiye Cumhuriyeti’nde kadın, en saygın yerde, herşeyin üstünde yüksek ve şerefli bir varlıktır.”
Atatürk, Türk kadınına Türk ordusu saflarında resmen ve üniformalı olarak yer veren ilk generaldir. O,“kadın meselesinde cesur olalım.Kuruntuyu bırakalım, açılsınlar, zihinlerini ciddi ilimler ve fenlerle süsleyelim”(4)derken, kadının hem kişiliğini kazanmasını, hem topluma katkısını hem de eğitilmesini istemiştir.
Türk Kadınının Farkı
Atatürk’e göre, dünyada hiçbir milletin kadını “Ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim”(5)diyemez. Dolayısıyla Türk Kadını kendisine tanınan bütün haklara lâyık olduğunu, hem söz konusu haklar tanınmadan önce asaleten ve kahramanlığı ile hem de bu haklar tanındıktan sonra kısa zamanda çeşitli mesleklerde gösterdiği başarılarla kanıtlamıştır.
Türk Kadınının Fedakârlığı
5 Aralık 1934’te Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin bir lütuf olarak değerlendirilmemesini önemle belirterek “… Belki erkeklerimiz memleketi istila edenlere karşı süngüleriyle, düşman süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında hazır bulundular. Fakat, erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir” diyen Atatürk, çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu getiren, mahsülleri pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla yağmur demeyip, sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyanların Anadolu’nun fedakâr kadınları olduğunu vurgulamıştır.
Türk Kadınının Toplumun Sosyal ve Ekonomik Yapılanmasındaki Yeri
Atatürk,Türk toplumunun yapılanmasını ve kalkınmasını, Türk kadınının kalkınmasına bağlı olduğu kanısındaydı. Gerçekten de İstiklâl Savaşı boyunca cephede döğüşen, cephe gerisinde sırtında cephane taşıyan Türk kadınının bu davranışları dışında ülkenin kurtuluşu yolunda mitinglere katılmak, dernekler kurmak ve yabancı devletlerin dikkatlerini çekici bildiriler yayınlamak suretiyle bir çok etkinlikleri olmuştur.
Atatürk, bir toplumun kadın-erkek birlikte kalkınabileceğini, bunlardan birinin ihmal edilmesinin ülke için büyük bir hata olacağını şu ifadelerle dile getirmiştir:“Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşur. Mümkün müdür ki, bir kitlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini görmemezlikten gelelim de kitlenin tümü ilerlemeye imkân bulabilsin?….. Şüphe yok ki, ilerleme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber arkadaşça atılmak, ilerlemek ve yenileşme sahasına birlikte geçmek lazımdır. İşte, böyle olursa inkılâp başarılı olur”Atatürk’e göre, toplumu kalkındırmak istiyorsak,Türk Kadını’nı çalışmalarımızda ortak etmek, sosyal hayatımızı onunla birlikte yürütmek, ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı yapmak zorundayız

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu