”Batık Kıta Mu’nun Çocukları” adlı kitabı nereden bulurum?

”Batık Kıta Mu’nun Çocukları” adlı kitabı nereden bulurum?
BATIK KITA MU’nun ÇOCUKLARI

mu1

Sunuş
I.
İnsanın Kökeni
II.
Doğu Hatları
III.
Eski Kuzey Amerika


IV.
Meksika Vadisi’nden Taş Tabletler
V.
Güney Amerika
VI.
Atlantis
VII.
Batı Avrupa
VIII.
Grekler
IX.
Mısır
X.
Batı Hatları
XI.
Hindistan
XII.
Güney Hindistan
XIII.
Büyük Uygur İmparatorluğu

Babil

Çeşitli Araştırmalar

Rişi’yle Mahrem Saatler

İNSANIN KÖKENİ Kayıp Kıta Mu’yu okumamış olanlar için, kitabın kısa bir özeti şu şekildedir:
Mu ülkesi, Pasifik Okyanusu’nda, Amerika ile Asya arasında yer almış büyük bir kıtadır. Merkezi Ekvator’un biraz güneyine düşer. Toprakları, bugün hala su üzerinde kalmış bulunan bazı kara parçalarını da içine almaktadır. Büyüklüğü yaklaşık doğudan batıya 9500, kuzeyden güneye de 4800 km civarındadır. Pasifik Okyanusu’na tek tek ya da gruplar halinde dağılmış kayalık adaların tümü, bir zamanlar Mu kıtasının birer parçasıdırlar. On iki bin yıl kadar önce meydana gelen çok büyük depremler Mu’nun batmasına sebep olmuştur. Cayır cayır yanan bir girdaba dönüşerek Pasifik’in derin sularına gömülmüş, böylece bu bölge, büyük bir uygarlığın ve altmış milyon insanın mezarı haline gelmiştir. Paskalya adası, Tahiti, Samoa adaları, Cook adası, Tonga adaları, Marshall, Gilbert, Caroline, Mariana, Hawaii ve Marques adaları sessiz bir mezarın bekçileri gibi bu büyük kıtanın hüzünlü parmaklarını andırır.
Bu büyük kıtanın varlığı şu kaynaklar tarafından onaylanır: Naakal tabletleri, Hindistan, Çin, Burma, Tibet ve Kamboçya’da bulunan kitap, el yazması, yazıt ve efsaneler.
Yukatan ve Orta Amerika’da bulunan eski Maya kitap, yazma, sembol ve efsaneleri.
Pasifik Adaları’nda bulunmuş kalıntı, yazıt, sembol ve efsaneler.
Meksika’da, Mexico City yakınlarında bulunmuş taş tabletler.
Kuzey Amerika’nın Batı kısmında bulunmuş mağara adamlarına ait yazı ve çizimler.
Eski Yunan filozoflarının kitapları.
Eski Mısır’a ait kitap ve yazmalar.
Tüm dünyaya yayılmış efsaneler.
Bu kanıtlar, Kayıp Kıta Mu adlı kitapta detaylı olarak sunulmuştur. Buna göre;
Bir zamanlar Pasifik Okyanusu’nda Mu ülkesi denilen büyük bir kara parçası bulunuyordu.
200 bin yıl kadar önce, insan, yeryüzündeki macerasına bu büyük kıtada başlamıştı.
Mu ülkesiyle Kutsal Kitap’ta geçen Aden Bahçesi bir ve aynı ülkeydi.
Hem Naakal hem de Meksika tabletleri insanın özel olarak yaratılmış olduğunu açıkça gösterirler. Aynı zamanda tüm diğer yaratıklardan ne şekilde ayrıldığını da gösterirler. Yaratılışın öyküsü her iki tablet takımında da kutsal kitap öyküsüne çok benzer biçimde verilmiştir.
Mu’nun yok oluş döneminde, bu ülke halkı son derece gelişmiş yüksek bir uygarlık düzeyinde bulunmaktadır. Bilim konusunda günümüzden hayli ileridedirler. (Buna hiç şaşmamalı! Onlar iki yüz bin yıllık bir deneyim ve gelişimin sonuna varmışlardı. Biz ise beş yüz yıllık bir iddiada bile bulunamıyoruz.)
Kadim Doğu İmparatorluklarının büyük uygarlıkları “Hint, Mısır, Babil, vb.” sona eren büyük Mu Uygarlığı’nın sönmekte olan közlerinden başka bir şey değillerdir. Onun çocuklarıdırlar ve anne şefkatinden yoksun biçimde yaşayıp ölmüşlerdir.
Kayıp Kıta Mu kitabında kullandığım tüm tablet, yazıt ve yazmaların nasıl okunacağıyla ilgili anahtarları da verilmiştir. Yapılan her iddiaya sağlam deliller eşlik eder. Gerçekler göz önündedir; kuramlar ise kendi başlarının çaresine bakmak zorundadır.
Şunun çok iyi anlaşılmasını istiyorum; kitaplarımda ortaya koyduğum geçmiş, benim keşfim olarak düşünülmemelidir. Eğer tarihleme doğru olarak yapılmışsa, ben yalnızca, 12.000 ile 70.000 yıl öncesini anlatan yazıtlarda anlatılanı tekrarlamış oldum. Bu yazıt ve yazmalarda son derece çarpıcı bilgiler yer almaktadır. Üstelik tüm bunları teyit eden efsaneleri daha hiç hesaba katmadan, arkeolojik ve jeolojik fenomenler de bu olguları desteklemektedir. M.Ö. 600’lerde yaşamış Çinli bilge Lao Tse, prehistorik atalarının büyük bilgi birikimi ve gelişmişlik düzeylerinden söz eder.
Eskiler, kendilerinden sonra gelecekler için de bilgece ve düşünceli davranmışlardı. Kil ve taş üzerine yazılmış yok edilmesi olanaksız belgeler bıraktılar. Bu bilgelik, Plutark’ın kaydettiği şekliyle, Suçi rahibi Sais’in Yunanlı Solon’a aktarımında dile gelir. Bu yazıtlar kırık döküktür; birçoğu da kayıptır. Ancak eskiler arasında evrensel oldukları için, bunların kırıntı ve parçaları dünyanın dört bir yanına yayılmış haldedir. Yanyana getirildikleri zaman birbirini büyük ölçüde destekler ve bunları bir araya getirerek, yeryüzünün ilk büyük uygarlığının harikalarını yeniden keşfetme yolunda bir başlangıç yapmamız mümkün olur.
Yaratılış ve İnsan konusunda akla yakın bir öykünün başlangıcını oluşturmak için elli yılı aşkın süredir bu kırıntıları arayıp bulma ve bir araya getirme gayretindeyim.
Öyküyü tamamlamak ise benden sonra geleceklere düşecek.

ESKİ KALINTILAR
Doğrudan Mu’dan yani Anakara’dan (Motherland) geldiği düşünülebilecek kalıntılar son derece nadirdir. Son beş yıl içinde Mu’yla en azından çok yakın bir bağlantı sergileyen iki parçaya ulaşmış olduğum için kendimi son derece talihli sayıyorum. Bunların ikisi de bronzdan yapılmış sembolik heykelcikler. Anakara’da ya da eski Uygur kentlerinden birinde, bu büyük İmparatorluğun doğu parçası, Kutsal Kitap’ta “Tufan” olarak geçen son manyetik felaketin kuzey dalga akışı tarafından yok edilmeden önce yapılmış olmalılar. Bu dalga, üzerinden geçtiği ülkenin tamamını yok etti. İnsanlar boğuldular, kentler yıkıldı ya da dalgayla sürüklenip gitti ve sulara gömüldü. Uygur başkenti bugün yaklaşık 16 m taş, çakıl ve kumun altında yatıyor. Bulunduğu yer bugün sadece geniş kayalık arazilerden ibaret olan Gobi Çölü. “Tufan” toprağı ve her şeyi alıp götürmüş.
Bu kalıntılardan birini Resim I’de gösteriyorum. (157Ğ166. sayfalar arasındaki fotoğraflara bakınız). Bu, hiç kuşkusuz bulunmuş en eski bronz çalışmalardan biri. Eğer Uygur kökenliyse, 18.000 ile 20.000 yıl kadar eski, eğer Mu kökenliyse, yaşının tahmin edilmesi bile mümkün değil.
Bu heykel, büyük yönetici Mu’nun bir sembolü. İşçiliğindeki inceliğin daha iyisine rastlamak mümkün değil. Bugün bile büyük kentlerimizde bulunan seçkin kuyumcularda aynı nitelikte çalışmalara rastlamak çok zor. Her iki sembol de 150 yıl kadar önce Amerika’daydı.Tarihlerini biliyorum ancak Doğudaki gerçek evlerinde hiç kuşkusuz kutsal birer buluntu oldukları için haklarında ne kadar az konuşulursa o kadar iyi.
Biritish Museum’da, batmadan önce Mu’da imal edildiğine hiç kuşku olmayan üç asa bulunuyor.
Mu’da, yani Anakara’da, on farklı kabile vardı. Fiziksel olarak kolayca ayırt edilebilmelerine rağmen, kullandıkları dil pek az değişiklik gösteriyordu ve sadece küçük ayrıntılarda farklılık vardı. Gliflerinde ve yazılarında ise daha büyük bir değişiklik gözlenmekteydi.
Anakara’da her halk kendi bölgesinde yaşıyordu ve çeşitli kabileler yeni bir ülkeyi kolonileştirdiklerinde buralara rastgele yerleşmiyorlardı. Her kabile kendi ülkesini seçiyor ve atalarının Mu’da yaptıkları biçimde kendi kentlerini inşa ediyorlardı. Birbirlerine komşu olacak şekilde yerleşiyor ve homojen bir bütün meydana getiriyorlardı.
Bu izolasyon biçimi zamanla gelişti ve sonunda her kabile ayrı ayrı halklar; en sonunda da uluslar haline geldiler. İzolasyon arttıkça, dildeki farklılıklar da büyüdü.

DOĞU HATLARI KOLONİLEŞME
Mu yani Anakara aşırı nüfuslu hale gelince ya da ülkenin büyük denizcilerinden atak ve girişimci bir grup yeni ve yerleşilebilir ülkeler bulduğu zaman, kolonici bir gelişme de başlamış oldu. Mu’nun bu göçmen çocuklarına Mayalar denildi. Anakara’dan hangi yönde olursa olsun ayrılanlara Maya adı verildi. Kolonileşme, Mu batmadan en az 70.000 yıl önce başlamış olmalıdır, çünki Doğudaki Naakal metinlerinde, Kutsal Kardeşlerin “70.000 yıl kadar önce” Anakara’nın din ve bilimlerini kolonilere taşıdıkları anlatılır. Bu kolonilerden birinin “35.000.000’u aşkın bir nüfusa sahip olduğu”da aktarılır.
Yeryüzünün tüm bölgelerinde bulunmuş son derece eski insan kalıntıları ile sembolik yazı, tablo ve tabletler şeklinde karşımıza çıkan kısmi bir tarih ve eski belgelerden yararlanarak, Anakara’dan ayrılan kolonicilerin izlediği yol ya da hatları tesbit etmeyi başardım. Bu kalıntılar, ana hatlardan ayrılan çok sayıda dalla birlikte kolonileşmenin izlediği iki ana yönü açıkça göz önüne serer. İki ana yön, Mu’dan hareketle doğu ve batıydı. Bu yönlerden hangisinin ilk olarak seçildiği konusunda kayıtlara ulaşmam mümkün olmadı. Mu’nun ilk kolonisinin yaklaşık olarak hangi tarihte kurulduğunu da belirleyemedim. Bugüne dek sadece bir koloninin, Mısır’da Nil Deltası’ndaki Maya kolonisinin tarihini belirlemek mümkün oldu ki, bu koloni yaklaşık 16.000 yıl önce kurulmuştu. Kayıtlar, esas hatların her ikisinde de ilk kolonilerin yaklaşık bu tarihlerde başlama olasılığına işaret ederler. Ancak ilk kolonilerin nerede ortaya çıktığını kesin olarak bilebiliyoruz. Doğu yönünde ilk yerleşimler, bugün Kuzey ya da Orta Amerika’nın Batı sahilleri olarak bilinen yerlerde gerçekleşmişti. Batı kolonileri ise ilk olarak, Asya’nın Doğu kıyılarında ortaya çıktılar. Koloniler için bir sembol oluşturuldu: Ufuktan doğan ancak ışınları bulunmayan bir güneş. (Çizim 1.)
Bir koloni, Anakara’nın denetimi altında kendini yönetecek kadar geliştiği zaman bir Koloni İmparatorluğu’na dönüşüyor ve buraya bir hükümdar atanıyordu. Bir Koloni İmparatorluğu ise, ışınları da bulunan, ufuktan yükselen bir güneşti (Çiz. 2).
Hükümdarın sanı, “Güneşin oğlu”ydu. Bu ona Anakara tarafından verilen ve Mu’nun yani “Güneş İmparatorluğu’nun” tebasından ya da onun oğlu olduğu anlamına gelen bir sandı.

DOĞU HATLARI
Yan sayfadaki harita çeşitli Mu kökenli kolonicilerin doğu yönünde izlediği hatları göstermektedir. Muhtemelen iki ana göç hattı bulunmaktaydı. Bu hatlardan biri; ardında, kayıtlar halinde parlak izler bırakmıştır. Mu’dan çıkar ve Yukatan ve Orta Amerika’ya dek uzanır. Oradan Atlantis’e, Atlantis’ten Akdeniz ve Anadolu’ya, sonra da Çanakkale Boğazı vasıtasıyla Karadeniz’in güneydoğu köşesine dek gider.
Amerika’nın batı kıyılarından bir kol, Güney Amerika’nın batı kıyısına dek iner ve Şili’ye kadar takip edilebilir. Orta Amerika’nın doğu sahilinden çıkan bir kol ise Güney Amerika’nın doğu kıyılarına iner ve Arjantin’e dek izlenebilmektedir. Bir başka kol kuzeye ve doğuya doğru ilerler ve Avrupa’nın İskandinav bölgelerinde sona erer. Atlantis’ten hareket eden kollar, güneybatı Avrupa ile kuzeybatı Afrika’ya ulaşırlar. Akdeniz boyunca, çeşitli kollar kuzeye ve güneye doğru ilerlerler. Bu, Akdeniz kolonilerinin sonuncusu, Aşağı Mısır’da, Nil Deltası’ndadır.
Ben bu hatta, Doğu Kuzey Ana Hattı adını verdim. Diğer Doğu Ana Hattının kayıtları mevcut değildir. Sadece bazı kanıtlarla eski bir harita bulunmaktadır. Bu hat da Anakara’nın güneybatısından başlamakta ve Güney Amerika’ya gitmekteydi. Güney Amerika’nın batı kıyısından, Amazon Denizi’nin kanallarından geçerek Ğgünümüzde burası Amazon bataklığıdırĞ Doğu Afrika’ya yöneliyordu ve muhtemelen Atlantis’in güney kıyıları boyunca çok sayıda ara nokta bulunuyordu. Bu hattın kolonicileri siyah ırklardı, yani zenci ve siyahiydiler. Pasifik’te, Melanezya’da (Güneybatı Pasifik Adaları) hala uzak akrabaları yaşamaktadır. Bu siyahi hatta ek olarak bir de beyaz ırk vardı ki, Kara’lar ya da Karyalılar olarak biliniyorlardı. Onlar da günümüzün Greekleri’dir.
Mu’dan çıkan çok önemli üç Doğu hattı daha vardı ki bunlar Amerika’dan öteye gitmiyorlardı: İlki, Nevada bölgesinde, ikincisi Meksika Vadisi’nde, Üçüncüsü ise Peru’da son buluyordu. Yukarıda sözü edilen kanallar hala mevcut olmakla birlikte kesintili ve harabe durumdadır. Titikaka Gölü civarında, And Dağları’nın zirvelerinde gözlenebilirler.

KUZEY AMERİKANIN PREHİSTORİK UYGARLIKLARI
Prehistorik uygarlık kalıntılarının yaklaşık olarak nerelerde bulunduğunu gösteren geleneksel bir Kuzey ve Orta Amerika haritasını kendim çizdim. Bir tek çember tek bir uygarlığa; içiçe iki çember iki uygarlığa; içiçe üç çember ise üç ya da daha çok uygarlığa işaret etmektedir.
Alaska’dan Horn Burnu’na dek son derece eski halkların kalıntılarına rastlanabilmektedir. Bu arada çok önemli bir gerçek de su yüzüne çıkar: kıyı hattına yakın çok çok eski insan kalıntılarına rastlanmamaktadır. Bu konuya ileride değineceğim.
ABD’nin batı eyaletlerinde üç ya da dört uygarlığın kalıntıları mevcuttur. Bunlardan biri hariç tümü doğal felaketler sonucu yıkılmıştır. Geriye kalan sonuncu ise batı dağlarımızın yükselmesiyle ortadan silinmiştir. Utah, Nevada, New Mexico, Arizona, Colorado, Meksika ve Orta Amerika, günümüz arkeoloğu için üzerinde çalışılacak en verimli bölgeleri oluştururlar. Dünya’nın başka hiçbir bölgesinde incelenecek bu kadar çeşitli malzeme yoktur. Dahası, insanla ilgili en eski kalıntıların bazıları da bu arkeolojik hazinelerin kapsamındadır. Bazı nadir örnekler olasılıkla Miyosenik Döneme dek gider. Üçüncü zamana dek uzanan kalıntılar bulunduğu ise kesindir. Bu kalıntılar saçı sakalı ağarmış bilgelere benzerler. Anlatılan öyküleri dinleyecek ve bunları içtenlikle değerlendirecek zeki, sempatik, inançlı öğrencilerini bekler gibidirler. Öğrenci, onların kırışık ve doğa koşullarından yıpranmış yüzlerindeki yazıları okuyabilmeli ve bunları zekice değerlendirebilmelidir. Sırlarını ellerinden alıp kaçmak için çok yaşlı ve çok saygındırlar. Talebe onlara açık fikirlilikle, söyleyeceklerini alabilecek bir anlayışla yaklaşmalıdır. Onların dilini ve alfabesini anlayabilmek için önceden hazırlanmış olmalıdır. Bu uygarlıkların kanıtları taştan ok ve silah başlıklarından, nadide çanak çömlek, mücevher ve resimlere ve betondan ve taştan inşa edilmiş koskoca kentlere dek uzanır.

KUETZAL ÜLKESİ
Kuzey ve Orta Amerika’da yerleşen ilk halk olan Kuetzallar ardlarında gelenekler dışında hiçbir şey bırakmadılar. Bulunan insana ait en eski kalıntılar arasında, bizim bilgimiz dışında Kuetzallara ait bazı şeyler olması da elbette mümkündür. Kayıp Kıta Mu adlı çalışmamda Kuetzallarla ilgili çok sayıda efsaneden bir kaçına değinmiştim. Burada da Kuetzallarla ilgili bazı notlar veriyorum.
Orta Amerika’ya 90’larda yaptığım gezi sırasında, kızılderililer bana Honduras ve Guatemala’nın yoğun ormanlarında sarışın beyaz kızılderililere ait köylerin hala bulunduğunu anlatmışlardı. Bu kızılderililerden biri haftalarca bu köylerden birinde yaşadığını da iddia ediyordu. Kendisine, duyduğum en otantik Kuetzal bilgisini aktarmışlardı. Dilleri Maya diliydi ve kral Kuetzal yenilip devrildiği zaman ormanlara kaçmış olanların torunları olduklarını iddia ediyorlardı.

PİGMELER
Yukatan hakkında yazmış pek az yazar Pigmeler’den söz etmiştir. Ancak ardlarında bıraktıklarına bakılacak olursa, bu önemli küçük halk yaşamış olmalıdır, çünki doğu Yukatan sahili ve bu sahile yakın adaların birçoğunda, Pigme evlerini ve küçük tapınakları görmek bugün de mümkündür. Bu bölge yerlileri arasında, çok da uzak geçmişte olmamak üzere bir zamanlar burada yaşamış Pigmeler hakkında birçok efsane anlatılır.
Meksika’da, Nisküte’de ve başka yerlerde Pigmelere ait birçok taş kalıntı bulunur. Onlara ait her şey cüceleştirilmiş haldedir. Odalar küçücük, tavanlar ise son derece alçaktır. Cozumet Adası’nda, yüksekliği sadece 91 cm, genişliği de sadece 46 cm olan bir kapıdan girilen küçücük bir tapınak bulunur. Sıradan bir kapının ölçüleri bunlardır. Sorun şudur ki, acaba Amerika’da nesilleri bütünüyle tükenmiş olabilir mi? Bana aksi anlatıldı; İngiliz Houndurası’ndayken avcı ve araştırmacıların dağların karanlık vadilerinde onlara hala rastladıklarını anlattılar. Boyları 90 cm civarındadır; esmer tenli ve çok uzun siyah saçlara sahiptirler. Maya dilini akıcı biçimde konuştukları da söylenmektedir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu