Bergama nerededir?

Bergama nerededir?
Tarihçe

Uygarlık Tarihi’nin en eski yerleşimlerinden biri olarak öne çıkan Bergama ya da antik söylemiyle Pergamon, tarih öncesinden itibaren, İon, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine kadar, uzunca bir tarihi sürece sahiptir.

Bergama kale anlamına gelmektedir.Antik adıyla Pergamon şehrinin ilk yerleşim alanı Akropol’dür. Pergamon Lidya ve Pers egemenliğinden sonra M.Ö. 4’üncü yüzyılda Makedonya Kralı İskender’in egemenliğine girmiş, M.Ö 283’ten itibaren ise 150 yıl boyunca Batı Anadolu’ya hükmetmeyi başarmış, Hellenistik dönemin en önemli ve gelişmiş kültür ve ticaret merkezi olmuştur.M.Ö 133’te Kral III. Attalos’un vasiyetiyle Roma Devleti’ne devredilen Bergama, M.S. 395’te Bizans egemenliğine, Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle birlikte de Türk hakimiyetine girmiştir.Akropol Yukarı Kent anlamına gelen Akropol ören yerinde 1874 yılında başlayan kazılarda görkemli şehir ile birlikte bir çok eser ortaya çıkarılmıştır.Şehrin en yüksek yerinde kral ailesinin ve ileri gelenlerinin yaşadığı saraylar ve tapınaklar bulunurken, halkın ise aşağı şehirde yaşadığı anlaşılmaktadır. Akropol’ün en görkemli eseri, Pergamon Kralı II. Eumenes tarafından Galatlara karşı yapılan savaşın kazanılmasının anısına inşa edilen Zeus Sunağı’dır. Ancak Zeus Sunağı, bundan yaklaşık 130 yıl önce, Alman kazı ekibi tarafından Berlin’e götürülmüş olup, Akropol’de sadece kaideleri bulunmaktadır.

Zeus Sunağı’nı Almanya’ya götüren Akropol’deki kazıların öncüsü Carl Humman’ın mezarı, kendi vasiyeti üzerine Akropol’de bulunmaktadır.

Akropol’de ayrıca, bu gün de dünyanın en dik tiyatrosu özelliğindeki 15 bin kişilik bir tiyatro, antik çağın ünlü 200 bin ciltlik Bergama Kütüphanesi’nin kalıntılarıyla birlikte, saraylar ve tapınaklar bulunmaktadır.

Zeus Sunağı

Bergama Kralı II. Eumenes tarafından Galatlarla yapılan savaşın kazanılmasının ardından kurtarıcı Zeus’a bir şükran ifadesi olarak inşa edilen ünlü Zeus Sunağı, son 130 yıldır ne yazık ki Almanya’nın Berlin Kentindeki Pergamon Müzesi’nde bulunmaktadır.Almanların, 1871 yılında Bergama’da başlattığı kazılar sırasında parça parça Almanya’ya götürülen görkemli sunağın, bu gün sadece kaideleri Bergama’dadır.

2000 yıl önce Bergama’da inşa edilen ve Hellenistik dönemin en güzel sanat eserlerinden biri olarak kabul edilen Zeus Sunağı, 120 yıldır vatanından uzaktadır. 12 metre yükseklikteki ve 35 metre uzunluktaki şaheser, Berlin’deki salondan Bergama Akropolü’ne, gerçek yurduna geri dönmeli ve ziyaretçilerini burada ağırlamalıdır.

Ölümlerin Giremediği Sağlık Merkezi Asklepieon

M.Ö. 4’üncü yüzyıla uzanan geçmişiyle Asklepieon Sağlık Kenti, mitolojideki sağlık tanrısı Asklepieos’a adanarak yapılmış ve M.S. 5’inci yüzyıla kadar, ünlü bir tedavi merkezi olarak etkinliğini sürdürmüştür. Bergama’nın eski çağlarda önemli bir sağlık kenti olduğunu ispatlayan Asklepieon’un giriş kapısı, bu gün Viran Kapı adıyla ayakta durmaktadır. Bu kapıda ‘ölümün girmesi yasaktır’ yazdığı ve girişte muayene edilenlerden tedavisi mümkün olmayan ölümcül hastaların içeri alınmadığı bilinir. İçeri alınan hastalar, 650 metre uzunluğundaki kutsal yoldan yürür, bugün bile içilebilen şifalı sudan içer ve bununla yıkanır, daha sonra hastalığın tedavisine başlanırdı.Buluntulardan, ameliyatların da yapıldığı anlaşılan Asklepieon’da ilaçla, bitkilerle, müzikle, su, çamur ve güneş banyolarıyla tedavi uygulanırdı. Galenos gibi ünlü hekimleri yetiştirdiği bilinen Asklepion’da tıbbın simgesi yılanlı sütun da bulunmaktadır. Asklepieon’da ayrıca, günümüzde de kullanılan 3500 kişilik bir tiyatro mevcuttur.

Allianoi

1998 yılında başlayan kazılarla büyük bir bölümü toprak altından çıkarılan Allianoi Antik Kenti, Bergama’nın eski çağlarda önemli bir sağlık merkezi olduğunu kanıtlamaktadır. M.Ö. II. Yüzyıl’dan M.S. II. Yüzyıl’a kadar kullanıldığı tahmin edilen Allianoi, tıpkı Bergama Asklepieon’u gibi, Sağlık Tanrısı Asklepieos’a adanarak yapılmış bir sağlık kültüdür. Ancak Asklepieon’da telkinle tedavinin uygulandığı, Allianoi’nin ise hidroterapi (suyla tedavi) merkezi olduğu, önemli buluntularla desteklenmektedir.Burada çıkan sıcak su, günümüzde bile kullanılacak niteliktedir. Anadolu’nun en sağlam kalmış Ilıca yapısı olarak dikkat çeken Allianoi, ne yazık ki, bölgede inşaatı devam eden Yortanlı Barajı’nın suları altında kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır. İnsanlığın bu önemli kültür mirasının baraj sularıyla yok olup gitmemesi için gereken çalışmalar yapılmalıdır.

Bazilika

Hristiyanlığın ilk 7 kilisesinden biri olarak adı İncil’de de geçen Bazilika’ya, M.S. II. Yüzyıl’da Roma İmparatoru Hadrianos tarafından mitolojik tanrı Serapis’e adanarak yapıldığı için Serapis Tapınağı da denmektedir. Bergama’da şehir içinde bulunan Bazilika, kırmızı renkli tuğladan inşa edildiği için halk arasında Kızıl Avlu olarak bilinir. Ana binası 60×26 metre olan ve Anadolu’nun en görkemli dini yapılarından biri olarak dikkat çeken Bazilika’nın altından Selinos Deresi akmaktadır. Bu özelliğiyle gezginlerin dikkatini çeken Bazilika çevresine ‘ne yerde ne gökte mahallesi’ denmektedir. Bazilika’nın içine Bizans Döneminde bir de kilise inşa edilmiştir. Bazilika yüzyılların ardından, son iki yıldır Mayıs aylarında 1. Patrik Barthelemeos tarafından düzenlenen ayine ev sahipliği yapmaktadır.

Roma Tiyatrosu

Asklepieon Kutsal Yolunun başlangıcı olan Viran Kapının bitişiğindedir. 30.000 kişi kapasiteli ve yarım ay şeklindeki tiyatroya ait izler zeminde görülebilmektedir.

Stadyum

Roma Tiyatrosunun hemen kuzeydoğusunda yer alan ve bugün modern yapıların altında kalan stadın 30.000 kişiye seyir imkanı verdiği tahmin edilmektedir.

Amfitiyatro

Anadolu’daki 3 örnekten biri olan yapı Asklepieon’un yaklaşık 300 metre kuzeyinde yer alır. Daire planlı yapı Tellidere isimli çay yatağının üzerine inşa edilmiştir. 3 metre yüksekliğindeki ortadaki Arena, çayın kapatılması yoluyla su ile dolduruluyor ve her türlü su gösterileri yapılabiliyordu. 50.000 kişilik seyir imkanı veren yapı bugün gecekonduların tehdidi altındadır.

SELÇUKLU ve OSMANLI ESERLERİ

Selçuk Minaresi

XIII ile XIV. yüzyıllarda inşa edildiği tahmin edilmektedir. Minare kapısı dıştan Bursa, içten Selçuk tipi sivri kemerlidir. Gövdesi lacivert, firuze ve yeşil renkli sırlı tuğlalarla örülmüştür. Petek kısmı taş ve tuğla karışık olarak yapılmış 6 ve 3 köşeli sırlı tuğla ile kaplanmıştır.

Ulucami

1399 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından yaptırılan tek minareli Selahattin camilerindendir. Orta nefi 3 kubbeli, iki yan nefi tonozla örtülüdür. Doğu cephesinde iki pencereden daraltılan duvar içinde kurşunluğa çıkan merdivenler vardır. Mermer mihrabı Selçuk etkilerini taşır. Minberi, taş ve mermerden yapılmış kitabeli taş kapısı özenli bir işçiliğe sahiptir.

Çukurhan

XIV. ya da XV. yüzyılda yapıldığı sanılan han iki katlı revaklı bir orta avlu etrafında nşekillenmiştir. Revaklı örtüsünün alt katta tonoz, üst katta kubbe olduğu bilinmektedir. Girişin üstündeki baş odanın kubbesi sağlam durumdadır. Taş-tuğla karışık olarak örülen duvarın üstündeki saçak motifleri tapınak frizlerini anımsatır.

Taşhan

1432 yılında inşa edilen handa devşirme malzeme bol miktarda kullanılmıştır. Cephesinde antik taşların kullanıldığı yapının üst katları tuğla-taş almaşık örgüye sahip idi.Yapı harap durumdadır.

Küplühamam

1427 yılında yapılan hamamın kadınlar bölümü yoktur. Tekrar yapıldığı anlaşılan soyunma bölümünden sonra soğukluğa girilir. Taç kapısı, kirpi saçakları ve ilginç kubbe süslemeleriyle literatüre geçmiştir. 19.y.y.’a kadar korunan ve bugün Paris Louvre Müzesinde bulunan antik mermer küp nedeniyle Küplühamam adıyla bilinmektedir. Bergama’daki bir çok yapı gibi Küplühamam da restore edilmeyi beklemektedir.

İncirli Mescit

Küplühamam ve Taşhanla birlikte yapılmıştır. 6.20×6.20 metre iç ölçülere sahip yapı kubbe ile örtülmüştür. Birçok tamir ve eklentiyle günümüze kadar ulaşmıştır.

Kurşunlu Cami

1439 yılında yapılan cami kare plana sahiptir. Kurşunla kaplı kubbenin çapı 9.20 metre’dir. Duvarların bitiminde taş silmeler kullanılmıştır. Duvarlar ve minaresi silme taştan yapılmıştır. Zemin tuğla döşelidir. Minberi ahşaptır.

Tabaklar Hamamı

XIV. ve XV yüzyıllarda Ulucami karşısında yapılan hamam 1842 yılındaki sel baskınında harap olmuştur. Türk üçgeni ve ukarnaslarla geçilen kubbeler ilginç süslemelere sahiptirler.

Hacı Hekim Cami

Arasta ile meydan oluşturacak şekilde 1513 tarihinde inşa edilmiştir. Kare plana sahip cami taş-tuğla almaşık duvar örgüsüyle yapılmıştır. Dört duvarında çift kemerli nişlere sahip iki sıra penceresi vardır. Minberi ahşaptır. Çift sıra tuğladan minaresi tamirlere rağmen devrinin özelliklerini yansıtmaktadır.

Hacı Hekim Hamamı

Hacı Hekim camisiyle aynı zamanda yapılmış hamam kadınlar kısmına da sahiptir. Kubbeyle örtülü soyunma yerinden büyükçe bir soğukluğa geçilir. Kadınlar bölümü kullanılmayan hamam halen işletilmektedir.

Parmaklı Mescit

XV. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen mescitte alt pencere üzengilerine kadar antik taşlar kullanılmıştır. Kirpi saçağa kadar olan duvarlar ise taş-tuğla almaşık duvar örgüsüne sahiptir. Türk üçgenleriyle geçilen sekizgen kasnağın üstü kubbe ile örtülmüştür. Doğu cephesinde yer alan altıgen ve baklava formlu tuğla kaplamalar Selçuk Mimarisindeki bezeme sanatının devamıdır.

Laleli Cami

1534 Yılında yapıldığı bilinen cami Viran Kapı’nın yanındadır. Yapımında devşirme malzemeler kullanılan cami kirpi saçaklı bir kasnak üzerine oturan tek kubbe ile örtülüdür. Zemini altı köşeli tuğla ile kaplı camiinin pencereleri sivri kemerlidir. Esaslı tamir görmüştür.

Ansarlı Cami

Selçuk Mahallesi’ndeki cami 1544 yılında yapılmıştır. Kare planlı caminin duvarları taştır. Ana mekandaki kubbenin yanısıra son cemaat mahallinde de üç kubbe mevcuttur. Mermer kemerli giriş kapısı ile Roma dönemi lahitten yapılmış şadırvan haznesi ilginçtir.

Şadırvanlı Cami

1550 yılında yapılmıştır. Tek kubbe ile örtülü yapının son cemaat mahallini üç kubbe kapatır. Müezzin mahfeli kadınlara ayrılmıştır. Kubbeler kurşunla kaplıdır. Minaresi 1952 yılında yeniden yapılmıştır. Sivri kemerli ve aynalı pencereleri sonradan değiştirilmiştir.

Kulaksız Cami

1803 yılında yapılmıştır. Dikdörtgen planlı camii ahşap çatı ile örtülmüştür. Eski bir bina kalıntısı üzerine inşa edildiği batı duvarından anlaşılmaktadır. Burada korint tarzı bir başlık ve sütuna oturan iki kemer mevcuttur. Son yıllarda esaslı tamir görmüştür.

Bedesten

Şadırvan Caddesi üzerinde XVI. – XVII. yüzyıllar arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Taş örgülü duvarlar kemerlerin başlamasıyla tuğlaya dönüşür. Yapı iki sıra halinde altı kubbeyle örtülüdür. Benzerlerinden ayıran özelliği ise özgün iç ya da dış işyerlerine sahip olmayan Anadolu’daki iki örnekten biri olmasıdır.

Çeşme ve Sebiller

Tespit edilenlerin sayısı 100’ü bulmaktadır. En ilginci Hellenistik Çağ’dan kalan Kale çeşmesidir ve 2000 senedir suyu akmaktadır. Bundan sonra en eski çeşme 1742 yılına aittir. Bergama çeşmeleri genellikle devşirme malzemelerden yapılmışlardır. Çoğunlukla taştan olan bu çeşmelere meydanlarda, sokak başlarında ya da evlere bitişik olarak rastlanır. En tanınmışları Büyükalan Çeşmesi, Kasapoğlu Çeşmesi, Sivri Kemerli Çeşme, Karaosmanoğlu Sebilleridir.

Tarihi Ticaret Merkezi

Eski Bergama olarak adlandırılan alanda bulunan Bergama Tarihi Ticaret Merkezi, 1850’li yıllardaki yangında büyük hasar görmüş olmasına rağmen 15’inci Yüzyıl’dan kalma eserlerle dikkat çekmektedir. Tarihi Ticaret Merkezi’nde Bedesten, Çukurhan, Çınarlı Hamam, Lonca Mescidi, Hacı Hekim Camisi ile Kapalı Çarşı ve Arasta yapıları yer almaktadır. Tarihi Ticaret Merkezi’nde restorasyona ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye’deki sayılı örneklerden biri olan Tarihi Ticaret Merkezi ile ilgili olarak Turizm ve Kültür Bakanlığı’ndan destek bekliyoruz.

Bergama Müzesi

1924 yılında kurulan Bergama Müzesi, Türkiye’nin ilk depo ve etnografya müzelerinden biridir. Asklepieon, Akropol, Bazilika, Allianoi ve civardaki kazılardan çıkarılan eserlerin sergilendiği Müze bu günkü binasına 1936 yılında taşınmıştır. Erken Tunç Döneminden Bizans Dönemi’ne kadar bir çok tarihi eseri görmenin mümkün olduğu Bergama Müzesi’nde heykeller, büstler, lahitler, seramik eşyalar, sikkeler, süs eşyalarının yanı sıra, yöresel kilim ve giysilerin sergilendiği bir etnografik köşe de mevcut. Müze de ayrıca, bugün Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde bulunan ünlü Zeus Sunağı’nın bir maketi görülebiliyor.

Bergama Kütüphanesi ve Bergama Kağıdı Parşömen

Bergama Kralı 1. Attalos tarafından M.Ö. 198 yılında yaptırılan Bergama Kütüphanesi’nde tam 200 bin cilt kitap bulunuyordu. Antik Çağ’da, Mısır’daki ünlü İskenderiye Kütüphanesi ile yarışan Bergama Kütüphanesi’nde dönemin ünlü düşünür ve bilim adamları Parmenides, Galenos ve Archesilaos yetişmiştir. Bergama Kütüphanesi’nin zenginliği bir süre sonra Mısırlıları kıskandırmaya başlamış, bu nedenle papirüsün Bergama’ya ihracını yasaklamışlardır. Bunun üzerine Bergamalılar, oğlak derisinden parşomeni icat etmişlerdir. Bu deriye, Bergama’nın latince söylenişi olarak Parşömen denilmiştir. Böylece Bergama, kitabı ve dolayısıyla fikirleri sonsuza taşımayı başarmıştır. Ancak ne yazık ki, bir yangın sonucu bu görkemli kütüphane kül olup gitmiştir. Akropol’de, kütüphanenin duvarlarını görmek mümkündür. Bergama Kütüphanesi’nin Romalı Antonios tarafından Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya hediye edildiği de söylenir.

Bergama Halısı

Bergama ve çevresinde 15’inci yüzyıla uzanan dokumacılık kültürü, günümüzde de bir çok köyün geçim kaynağı olarak varlığını sürdürmektedir. Zengin desen ve renk çeşitliliği ile dikkat çeken Bergama Halı ve kilimlerinin en bilinenleri Yağcıbedir, Kozak ve Kız Bergama Halılarıdır.

Kleopatra Güzellik Ilıcası

Dünyanın ilk telkinle tedavi hastanelerinden biri olan Asklepieon’un yakınında yeralan Kleopatra Güzellik Ilıcası, sıcak suyla tedavi amacıyla antik çağlardan beri kullanılmaktadır. Anadolu’daki ilk kaplıca tedavisinin Bergama’da MÖ. 400’lü yıllarda başladığı belgelelerle kanıtlanmaktadır. Ilıca, Antik Bergama Kralı II. Eumenes tarafından yapılmış ve tedavi amacıyla 2000 yılı aşkın bir süre binlerce kişiye tedavi amaçlı hizmet vermiş, büyük ilgi görmesine rağmen bakımsızlık nedeniyle1988 yılında kapatılmıştır. Mısır kraliçesi Kleopatra’nın bu kaplıcada yıkandığı ve dillere destan güzelliğini borçlu olduğu düşünüldüğünden ılıcanın adının Kleopatra olduğu söylenmektedir. Kaplıca suyunun içerdiği Minerallerin cilt hastalıklarına iyi geldiği, özellikle de cildi gerginleştirdiği için ‘Güzellik Ilıcası’ denmektedir.

Kleopatra Güzellik Ilıcası suyunun kalitesi, çeşitli bilimsel raporlarla da kanıtlanmıştır. Günümüzde yalnızca restoran bölümü hizmet veren Ilıca için belediye tarafından, termal oteller ile yeniden hizmete açılması yönünde çalışmalar yürütülmektedir.

Kleopatra Güzellik Ilıcası’na dair bir söylence

Bergama’da yaşanmış bir öykü ‘Kraliçeleri kıskandıran çoban kızının dillere destan güzelliğinin gizemi’

Bu çoban kızı önceleri çirkin mi çirkin, sümüklü, pasaklı birisiymiş. Yüzü sivilceli, burnu çilli, yaralı bereli bir cildi varmış. Öyleyse bu kızı, Mısır kraliçesi ve kainat güzeli, bütün zamanların en dilber kadını Kleopatra neden kıskanmış ?
Çünkü bu çoban kızı koyun güderken çalıların arasında kaybolur, bir pınarın oluşturduğu gölcükte sıcacık sularda yıkanır, paklanır, çimermiş. Günler günleri kovalarken, çilleri yok olmuş, cildi ipek gibi, kaşı gözü yerine düşmüş. Ayın ondördü, ırmak saçlı, kara kaşlı, ela bakışlı, kirpikleri nakışlı güzeller güzeli bir kız olup çıkmış.

Çoban kızının güzelliği önce Bergama’da duyulmaya başlamış, Bergama Kralı’nın kızını güzellikte geçince derhal çoban kızını saraya çağırtmışlar. Kraliçe, gerçekten ay parçası gibi güzel bir kızla karşılaşınca güzelliğinin sırrını sormuş. Utangaç çoban kızı, daha da sıkılmış bu sorudan ve “hiç” demiş, ben kuzularımı çok seviyorum da ondan demiş ama bir türlü kraliçeyi ikna edememiş. Bunun üzerine kraliçe, çoban kızının ağzından öğrenemediğini onu izleterek çözmek üzere uğurlamış sarayından. Adamlar gizlice peşine düşmüşler, ne yer, ne içer, ne sürünür, nerede taranır, nerede yatar, nerede kalkar izlemeye başlamışlar. Şunu özellikle fark etmişler ki çoban kızı sabah, öğle, akşam kuzularını güttüğü yamacın eteğindeki çalıların içine giriyor, buhar çıkan sıcak su birikintisinde uzunca zaman kalıyor, iyice yıkanıp dökünüyor. Hemen koşup çoban kızının güzelliğinin gizemini açıklamışlar. Kraliçe bunu duyar duymaz buraya çıkıp gelmiş, adamları büyük bir çadır kurmuşlar ve kraliçe günde üç kez olmak üzere bir hafta bu sularda yıkanmış. İnanamamış, cildi pırıl pırıl, yüzü gözü ışıl ışıl olmuş. Üstelik sağlık esenlik kazanmış, yanakları al al olmuş. Saraya dönünce babası kral, kızını tanıyamamış, şaşkın şaşkın bakakalmış. Sonra buraya ılıca yapılmasını sağlayıp herkesin yararına açmışlar. Adına güzellik Ilıcası demişler.

Bu olay Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın kulağına gitmiş. Güzeller güzeli olduğu halde hem daha da güzel olmak hem de güzelliğinin kalıcı olmasını sağlamak için Bergama’ya gelmiş, günlerce ılıcada kalmış. Eskiden de güzelmiş ama buraya gelip gittikten sonra o kadar güzelleşmiş ki Sezar ve Antonius onun için canlarına kıymışlar. Kleopatra’nın gelmesinden sonra da ılıcanın adı Kleopatra Güzellik Ilıcası adını almış.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu