Çevre kirliliğinin etkileri ile ilgili makale örnekleri verir misiniz?

Çevre kirliliğinin etkileri ile ilgili makale örnekleri verir misiniz?
ÇEVRE KİRLİLİĞİ

Yaşamımızda endüstriyel gelişmenin getirdiği rahatlık yanında, bu gelişime sonucu, yaşanılan tabiatın ve çevrenin kirletildiği ve bu kirliliğin günbegün arttığı bir vakıadır. Yaşamı daha mükemmel hale getirmek, daha sağlıklı ve uzun bir ömür sağlayabilmek amacına dönük bu gelişmelerin, gerek kırsal, gerek kentsel alanlarda olsun, doğal kaynakları bozduğu su, hava, toprak kirlenmesine yol açtığı, bitki ve hayvan varlığını dejenere ettiği herkes tarafından kabul edilmektedir.

Toplumun sağlık, yaşam ve uygarlık düzeyinin geliştirilmesi bir amaç olmakla beraber, yaşam düzeyinin de güvence altına alınması amaçtır.

Gerek kişisel, gerek kurumsal eylem ve faaliyetlerin, suyun, toprağın, havanın, doğal kaynakların bozulmasına yol açması ve bu kaynaklardan yararlanılmasının olumsuz etkilenmesi halinde çevre kirliliği oluşmaktadır. Deniz yoluyla yapılan petrol taşımacılığında İstanbul ve Çanakkale boğazlarının durumu ülkemizi çok yakından ilgilendiren örneklerden biridir.

Bu nedenle, çeşitli ülkelerde havadaki, sudaki ve topraktaki kirlilik ve bozulmaların önlenmesi ve çevrenin özleştirilmesi yolunda çalışmalar yapılmaktadır. Bundan amaç, ekolojik dengenin korunmasıdır. Bu suretle, insan, hayvan ve diğer canlıların varlıklarını sürdürebilmeleri için gerekli denge sağlanmış olacaktır.

Endüstriyel, sınai, ticari ve benzeri faaliyetler neticesi, ekolojik dengenin bozulması yanında aynı zamanda oluşan atıklar, koku ve benzeri sonuçlarla, çevreye atılan veya bırakılan zararlı maddelerle çevre kirlenmektedir.

Yaşamımızda, yapay maddeler ve şartlar içinde üretilen, muhafaza edilen ve tüketiciye sunulan günlük ihtiyaç maddelerinin doğurduğu tehlikelerle de oluşan çevre kirliliği, sağlığımızı her gün biraz daha ciddi şekillerde tehdit etmektedir. Bu tehlikeyi önlemek veya mümkün olduğunca azaltmak için, yetkili kuruluşlar çevrenin korunması ve kirlenmemesi hedefini devamlı olarak göz önünde tutmak zorunda kalmaktadır.

Çevre kirliliği ile ilgili önlemlerin alınmasında, kirlenmenin önlenmesinde ve alınacak tedbirlerde, yapılacak harcamaların kirleten tarafından karşılanması asıldır. Çevreyi kirletenlerin aynı zamanda kirlenmenin önlenmesi için gerekli tedbirleri almaları da zorunludur. Yasalarla, her türlü atığın çevreye zarar verecek standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan veya dolaylı olarak yaşam ortamına verilmesi veya depolanması veya taşınması yasaklanmıştır. Havada, suda veya toprakta kalıcı özellik gösteren ve ekolojik dengeyi bozan kimyasal maddelerin üretimi, ithali, taşınması, depolanması ve kullanımında çevre korunması dikkate alınmakta ve bu hususta yasal düzenlemelere gidilmektedir.

Çevre kirliliği, yalnız atıklar gibi, çevreye atılma veya zararlı maddelerin bırakılması şeklinde olmamakta; kişilerin huzur ve sükununu bozan, bedeni veya ruhi sağlığını rahatsız edecek şekilde gürültü çıkarılması suretiyle de oluşabilmektedir. Bu nedenle, her türlü işyeri, konutlar veya ulaşım araçlarında, gürültüyü asgariye indirecek önlemler alınmaktadır.

Birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de çevre kirliliğinin önlenmesi ve çevrenin iyileştirilmesi için Çevre Kirliliğini Önleme Fonu kurulmuştur. Bu husustaki harcamaların yüzde 45’ine kadarı, en çok yirmi yıl vadeli kredilerle Çevre Kirliğini Önleme Fonu tarafından ödenmektedir. Fonun gelirleri, motorlu taşıt araçlarının fenni muayeneleri sırasında alınan katılım paylarından, gemi siciline kayıtlı 18 gros tonun üzerindeki deniz araçları ile hava taşıt araçlarında yolcu başına; yükte ton başına alınan katılımlardan, çevre kirliliğine yol açan işletmelerden alınacak iştirak payları ve diğer gelirlerden oluşmaktadır.

Konuya sigorta yönünden bakıldığında şu hususlar dikkati çekmektedir:

Çevre kirliliği sebebi ile sorumlulara karşı tazminat davası açılması yaygın değildir. Zarar görenler veya zarar gördüğü düşüncesinde olanlar, maddi zararları da olsa dava yoluna gitmemekte, daha ziyade, zarar veren kişi veya kuruluşları denetimle yükümlü kuruluşlara şikayet yolunu tercih etmektedirler. Bunda, zarar ile zarar nedeni olarak gösterilen çevre kirliliği arasındaki illiyetin ispat edilmesinde karşılaşılan zorluklar ve yargı prosedürünün ve kararın uzun zaman alması, bunun için yapılacak masrafların göz önüne alınamaması gibi hususların rolü büyüktür. Tazminat davalarının artması ve yargının bu davalarda saptayacağı sorumluluğun geniş kapsamlı bir çerçeve içinde dikkate alınması halinde, sorumluluktan kurtulmak isteyenler, sigortaya olan ihtiyaçlarını daha iyi hissedeceklerdir.

Esasında, çevre kirliliğinden doğacak sorumluluğa karşı sigorta yaygın değildir. Sigorta şirketleri teminat verecekleri bu rizikonun getireceği zararların hudut ve şumulünü tespitte zorlanmaktadırlar. Bu durum reasürörler için de sözkonusudur. Çevre kirliliğinde zararın ne zaman, nasıl, ne miktarda oluşacağı bilinmemekte, sözleşme süresi içinde oluşan olaylarla, sözleşme süresinden sonra belirlenen zararlar arasında ilişki ve illiyetin kurulması sigortanın geçerliliği açısından tartışmalı olmaktadır.

Sorumluluk hukuku ve uygulamasındaki gelişmeler bu rizikoya karşı sigortaların yaygınlaşmasını sağlayacaktır.

Bu konuda belirlenmesi gereken hususlardan biri maddi ve bedeni zararlar yanında, manevi zararların durumudur. Ülkemizde, özellikle zorunlu sorumluluk sigortalarında, manevi zararlar teminat dışıdır. Motorlu Kara Taşıtları İhtiyari Mali Sorumluluk Sigortasında, manevi tazminat talepleri ek sözleşme ile teminat kapsamı içine alınabilmektedir.

Çevre kirliliğinde durum nasıldır? Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin, Yatağan Termik Santralinin işletilmesi nedeniyle mağdur olunduğu yolundaki bir dava sonucunda verdiği 11.7.2002 tarihli, 2001/12708 esas, 2002/895 sayılı kararı, konuya açıklık getirmektedir.

Dava konusu olayda, davacı, Termik Santralin çalışmasının, kendisine, ailesine ve hemşerilerine üzüntü, endişe ve elem verdiğini ileri sürerek, manevi tazminat davası açmıştır. Yerel mahkeme, santralın, idari yargının aldığı karara rağmen gereken önlemler alınmadan çevre kirliliğine neden olan faaliyetine devam ettiğini ve bunun Anayasanın kişinin dokunulmazlığına, maddi ve manevi varlığına, sağlık hizmetleri ve çevrenin korunmasına ilişkin 50nci maddesine aykırılık oluşturduğunu gözönüne alarak, Medeni Kanunun 24 ve Borçlar Kanununun 49ncu maddelerine göre manevi tazminat istenebileceği, ancak Borçlar Kanununun 43ncü maddesi dikkate alınarak manevi tazminat talebinin kısmen kabul edileceği yolunda karar vermiştir.

Dava temyiz edilmiş ve kararı inceleyen Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi 11.7.2002 tarihli, 2004/895 sayılı kararında;

“somut olayda davacı, davalı tarafından meydana getirildiğini iddia ettiği kirli hava nedeni ile rahatsızlığa uğradığını, vücut bütünlüğünde bir eksilme meydana geldiğini kanıtlayamamıştır. Esasen dava dilekçesindeki açıklamalardan, davacının kirli hava nedeniyle kendisi, ailesi ve hemşerileri adına endişe duyduğu ve bu nedenle manevi tazminat istediği anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi, davacı sağlığındaki somut bir eksilmeye dayanmamaktadır. Hukuk sistemimiz bu tür bir üzüntünün karşılanmasına imkan vermemektedir. Davalının sebep olduğu ileri sürülen kirli hava davacının sağlığı yönünden bir tehlike yani bir ihtimal oluşturmuştur. Ancak, yukarıda değinildiği gibi “ihtimal” tazmin borcunun doğabilmesi için yeterli olmayıp zararın doğmuş olması gerekmektedir.”

görüşü ile yerel mahkemenin kararını bozmuştur. Konunun değerlendirilmesi açısından, bu konuda aynı Daire Başkanı’nın karara karşı oy kullanma gerekçesinin bilinmesini faydalı görüyoruz.

Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi Başkanının bu konudaki karşı görüşünde;

“Kişi sağlıklı yaşamak ve doğanın sağladığı olanaklardan yararlanmak hakkına sahiptir. Bu halde, kişinin mutluluğundan ve sağlık yaşamından söz edilebilir. Ancak bu halde kişi kendini geliştirebilir, sağlıklı düşünebilir ve üretici konumuna gelebilir.

Kişi bu değerleri sağlıklı olmayan bir çevrede elde edemez. Çünkü çevre, insanı etkileyen dış koşulların bütünüdür. Her canlı varlık, hatta cansız varlıklar çevredeki fiziksel ve kimyasal ortama göre biçimlenirler, sağlıklı ya da sağlıksız olurlar. Bunun içindir ki, Stockholm Konferansı’nda; “İnsan, onurlu ve iyi yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir.” İlkesini kabul etmiştir. Bu bildirinin, bağlayıcı olmasa da önemli bir belge olarak göz önünde tutulması gerekir. Çünkü bütün insanlar, özellikle doğanın sağladığı olanaklardan yararlanma hakkına sahiptir. Bu bir çevre hakkıdır.

Bu hakkın varlığı için, bir yasal düzenlemeye gereksinme bulunmamaktadır. İnsanın varoluşu ile doğada varolan çevre hakkı da varlık kazanmaktadır. Çevre hakkının varlığı, insan haklarının temelini oluşturur. İnsanın değerine, onuruna ve gelişmesine engel teşkil etmeyecek bir çevrede yaşaması, yaşamın vazgeçilmez bir unsurudur. Böyle bir olumsuzluğun, kişinin ruhsal fiziki ve bedensel bütünlüğünü bozacağı doğaldır.

Davacının aynı çevrede yaşadığı, oturma yerinin ve işinin aynı kentte olduğu, bu kentin de davalının eylemi nedeniyle kirletildiği açıktır. Böyle bir durumda davacının zarar görmediğini, hatta, yaşamında, verimli çalışmasında ruh dengesinde bir olumsuzluğun bulunmadığı söylenemez. Bu denli açık bir olguyu davacının kanıtlaması da gerekmez. Bu olgu, termik santralin çevreyi kirlettiği ve bu kirliliğin de ürün, kişi ve çevre üzerindeki olumsuz etkisidir.”

gerekçesi ile karara katılmamıştır.

Çevre kirliliğinin, sigortadaki etkileri ve durumu sigortaların türüne göre farklıdır. Bazı sigortalarda çevre kirliliğinin zararlarını, diğer risklerden doğan sonuçlardan ayırmak mümkün değildir. Hayat sigortalarında, çevre kirliliğinin insan hayatındaki etkilerini tam olarak saptamak güçtür. Bu nedenle, bu sigortalarda çevre kirliliğinin teminat dışı olduğunu söylemek mümkün değildir.

Bütün risklerin teminat altına alınabildiği montaj sigortaları, inşaat sigortaları gibi sigortalarda, çevre kirliliğinden doğan zararları diğer risklerden doğan zararlardan ayırmak, bu riski, bu sigortaların kapsamı içine almak veya ek primle teminata dahil etmek mümkündür. Ancak burada rizikonun ve çevre kirliliğinin çok iyi tanımını yapmak şarttır.

Çevre kirliliğinden doğan sorumluluk, üçüncü Şahıslara Karşı Mali Mesuliyet Sigortası ile teminat altına alınabilecektir. Bugünkü Genel Şartlarda çevre kirliliğinden doğan zarar ve ziyanları, teminat dışı bırakan bir hüküm genel şartlarda yoktur. Bu nedenle, poliçede gösterilen sıfat, faaliyet ve hukuki münasebetlerinden dolayı sigortalıya karşı üçüncü şahıslar tarafından ileri sürülecek zarar ve ziyan taleplerinin neticelerine karşı sigortanın bu teminatı içermediğini sigortacı ispat etmek durumunda kalabilecektir. Özellikle, riskin reasüransının sağlanamadığı hallerde durum ciddi ihtilaflar doğurabilecektir. Kanımızca, konu çok önemlidir ve genel şartlara açıklık getirilmesi şarttır.

Burada üzerinde durmak isteyeceğimiz bir başka husus, çevre kirliliğinden doğacak zararlarda kirliliğe neden olan olayın kaza niteliğini taşıması gerektiğidir.

Sigorta hukukunda, kaza ani, önceden tahmin edilmeyen, beklenilmeyen bir olaydır. Sigortalının iradesi dışındadır. Bilerek yapılan veya devamlılık gösteren hallerde kaza niteliği yoktur, sigorta teminatının da olmaması gerekir. Çevre kirliliğinden doğan sorumluluk kazaya dayanmalıdır. Önceden olacağı bilinen bir kazanın sigortalanamayacağı açıktır. Sorumluluk sigortalarında önemli hususlardan biri de sigorta teminatının, hasar ödemesinde ne zaman başlamış olacağıdır. Zira, genelde sorumluluk, zararın doğması ile başlar. Ancak sigorta açısından durum farklıdır. Zararın poliçe süresinde olması ile sonradan ortaya çıkması arasında çok uzun süreler geçebilir. Sigortalı ve üçüncü şahıslar bu durumda mağdur mu edilmelidir? Aksi halde de sigorta teminatının, poliçe süresinden çok sonra devam etmesi söz konusudur.

Bu tür sigortalarda halli gereken en önemli hususlardan biri budur. Her halükarda sorumluluğun zaman aşımı içerisinde kalacağı açıktır. Hasarın sigorta süresinde içinde meydana gelmesi esası kabul edildiği takdirde, sigortacı daha önce veya daha sonra ortaya çıkan zararlardan dolayı yükümlülük altında olmayacaktır. İkinci esas, tazminat başvurusunun sigorta süresi içinde olması halinde sigortacının yükümlülüğünün kabulü, sigortacının, daha önceki dönemlerde meydana gelen hasarlardan dolayı sorumluluk yüklenmesine yol açacaktır. Ancak, bu sakıncaların poliçeye eklenecek klozlarla giderilmesi mümkündür.

Diğer yandan, Çevre Kirliliğinin Önlenmesi Ve Zararların Giderilmesi yolunda Avrupa Birliği Komisyonunun 2002 yılında hazırladığı Direktif Önerisinin Avrupa Parlamentosunca kabul edildiği anlaşılmaktadır. Çevre kirliliğine Karşı Önlemler ve Zararların Giderilmesine İlişkin Direktif hükümlerine göre, önlemler, ilgili işletmeler ve yetkili kurumlarca alınacaktır. Ne var ki, A.B.D.’nde yirmi yıldan beri uygulamasını bulan çevre kirliliğinden doğan sorumluluğa karşı sigorta; Avrupa için yeni olup, uygulaması bazı münferid uygulamalar hariç, bekleme sürecindedir. Bu konuda yerleşmiş ve yaygınlaşmış bir sigorta uygulaması yoktur. Yukarıda sözünü ettiğimiz Direktif Önerisinde yer alan mesleki teşekküller ve ilgili teşebbüslerin görüşlerinde belirtildiği gibi, çevre kirliliğinde iyi ve açık bir tanımın yapılması ve zararların değerlendirilmesindeki zorluk, sigorta teminatı bulma güçlüğü gibi hususlar bu sigortanın yapılmasını ve yaygınlaşmasını engellemektedir. Konu 2010 senesine kadar bir oluşma dönemine bırakılmıştır. Direktifle, sorumluluğun sigorta ile teşvik edilmesi öngörülmüş, ancak ne bu sigortanın, yapılmasında ne de bunun yerini alabilecek mali teminat gösterilmesinde zorunluluğa gidilmemiştir. Bu nedenle, çevre kirliliğine karşı sigortada, Avrupa Birliğindeki gelişmeler dikkate alınarak hareket olunmalıdır.

Bugün için üzerinde durulması gereken husus, bu konuda yapılacak çalışmalar yanında, çevre kirliliğinin de, nükleer rizikolar veya nükleer biyolojik ve kimyasal silah kullanımı, terör gibi sigortacılıkta teminat dışında kaldığı, ancak istisnai nitelikte sigortaya dahil edilebilecek rizikolardan olduğu ve reasürör teminatı bulmanın güçlüğü dikkate alınarak, bu riskin genel şartlarda teminat kapsamında olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerektiğidir. Aksi takdirde, basiretli davranması gereken sigortacıların, yargı kararı ile bu konuda yüklü tazminat talepleri ile karşı karşıya kalmaları mümkün gözükmektedir.

Zihni METEZADE

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu