Ekonomik gelişmişlik düzeyi üzerinde etkili olan faktörler nelerdir?

Ekonomik gelişmişlik düzeyi üzerinde etkili olan faktörler nelerdir?

Ekonomik ve Yapısal Özellikler

A.1. Kişi Başına Düşen Gelir : Bilindiği gibi kişi başına düşen gelirin düşük düzeyde olması, azgelişmişlik tanımının en önemli unsurudur.

Azgelişmiş ülkelerde kişi başına düşen Milli gelirin özellikle karşılaştırmaya vurulduğunda son derece zayıf ve yetersiz kaldığı kesindir. Bu durum, buna bağlı olan öbür büyüklükleri de olumsuz yönde etkilemektedir.

A.2. Dengesiz Gelir Dağılımı : Gelir dağılımında dengesizliğin boyutu, bir ülkenin kalkınma derecesi hakkında ipuçları verir. Bir ülkenin yoksulluğu yada azgelişmişliği oranında, gelir dağılımındaki adaletsizlik de artmaktadır. Günümüz gelişmiş ülkelerinde ise gelir dağılımındaki dengesizlik giderek azalma eğilimi göstermektedir.

A.3. Tüketim bileşiminde Gıda Maddelerinin Yüksek Payı : Azgelişmiş ülkelerde gelir dağılımındaki dengesizlik, özel tüketim bileşimine de yansır. Toplam özel tüketim içinde özellikle gıda maddelerinin sahip olduğu büyükçe pay, azgelişmişliğin önemli bir göstergesidir.

A.4. Tasarrufların Düşüklüğü İle Yetersiz Sermaye Birikimi : Azgelişmiş ülkelerde gelir kullanımıyla ilgili olarak tasarruf eğiliminin düşük olması, gelirin dağılımı ile ilgili olarak da tasarrufların dengesiz dağılımı ve halkın büyük bir bölümünün hiç tasarrufta bulunmaması önemli bir özelliktir.

A.5. Tarım Kesiminin Özellikleri: Bu ülkelerde toplam hasıla içinde , tarım kesiminin payı yüksektir. Ayrıca tarımın toplam istihdam ve toplam ihracat içindeki payı da büyüktür.

A.6. Sanayi Kesiminin Özellikleri : Azgelişmiş ülkelerin tarımsal nitelik göstermesinin doğal sonucu, sınai gelişme düzeyinin düşük olmasıdır. Toplam ürün içinde sınai ürünlerin payı, bize sanayi kesiminin durumu hakkında ilk bilgileri verebilir. Azgelişmiş ülkelerde bu pay yüzde 20’nin altındadır.

A.7. Hizmet Kesiminin Özellikleri : Azgelişmiş ülkelerde hizmet kesimi normalin üstünde büyüktür. Bu durum, bedenin bir organının doğal olmayan bir biçimde büyümesine benzetilebilir. Bu anormal büyüme, bir yandan aktif nüfustaki payı , öte yandan da Milli gelir paylaşımındaki payı ile kendini gösterir.

A.8. İkili Yapı Özelliği : Azgelişmiş ülkeler ikili yapı özelliği olan ülkelerdir. Bu ülkelerde bir yandan ileri gelişmiş düzeydeki ülkelerin Pazar yapısına, ileri teknolojisine, gelişmiş sosyal ilişkilere, ileri kurum ve organizasyonlara rastlanabileceği gibi , öte yandan geri kalmışlığın tipik özelliklerinden aile ekonomisi, geri ve ilkel teknoloji, durgun bir sosyal yapı, geleneksel kurum ve organizasyonlara rastlanabilir.

Sayılan bu niteliklerden birincileri, azgelişmiş ekonomilerin modern kesimini ikincileri ise geleneksel kesimi temsil eder.

B. Azgelişmiş Ülkelerin Demografik, Sosyal ve Yönetsel Özellikleri :

B.1 Hızlı Nüfus Artışı : Azgelişmiş ülkelerin kuşkusuz en önemli özelliği nüfusun gelişmiş ülkelere kıyasla hızla artmasıdır. Nüfus artışının en önemli kaynağı doğum artış oranının çok yüksek olmasıdır. Azgelişmiş ülkelerde doğum artış hızı genellikle Binde 40 civarındadır.

B.2. Siyasal Özellikler: Çoğulcu demokratik kurum ve düzenlemeleri benimseyen çoğu azgelişmiş ülkede, hala değişik siyasal mekanizmaların aranması, kimi zaman yazılı hukuk kurallarının –anayasal düzen dahil- hiç sayılması, bu ülkelerin sosyo-ekonomik, kültürel koşullarını demokratik bir düzene uydurmalarının kaçınılmaz olduğunu göstermektedir.

B.3. Yönetsel Özellikler : Azgelişmiş ülkelerde devlet yönetiminin aşmak zorunda olduğu çok büyük engeller vardır. Devlet bir yandan geleneksel yönetim işlevlerini yerine getirmeye çalışırken, öte yandan da iktisadi büyüme ile ilgili sorunları çözümlemeye çabalamaktadır. Bu alanda göze çarpan başlıca aksaklıklar; planlamanın etkin olmaması, geniş anlamı ile alt yapının yaratılamaması, vergi sistemi ile bütçe uygulamasının başarısızlığıdır.”

Açıklamalardan da görüldüğü üzere sayılan özelliklerin birçoğu ülkemizde mevcuttur. Örneğin kişi başına milli gelirin özellikle 2001 Şubat krizinden sonra 2000 $ civarına inmesi, dengesiz gelir dağılımının gün geçtikce artması, tasarrufların düşüklüğü dolayısıyla yatırımların yapılamaması, yine ülkemizde batı ile doğu bölgeleri arasındaki ikili yapı özelliği, hızlı nüfus artışı, siyasal – yönetsel özellikler hala devam etmektedir.

Türkiye açısından bu durumun düzeltilmesi sadece iktisadi büyüme amaçlı yapılan çalışmalarla değil, aynı zamanda -ve belki daha da önemli olarak – toplumsal alanda yapılacak çalışmalarla gerçekleştirilecektir. Örneğin Birleşmiş Milletlerin iktisadi büyüme amacıyla ülkeleri gönderdiği uzmanlar arasında hem iktisatçılar ve mühendisler hem de eğitim, sosyal-refah ve kültürel alanlarda uzman olanlar da vardır.

Özellikle eğitim ve eğitim politikası kalkınma açısından toplumsal değişimin stratejik aracı konumundadır. “Örneğin Robert Barro ve diğer araştırmalar, birçok farklı ülkedeki büyüme hızlarını karşılaştıran deneysel çalışmalarında, yoksul ülkelerin zengin ülkeleri yakalamasını önleyen faktörün nesnel sermaye yatırım eksikliği değil, insan sermayesine yatırım eksikliği (Örneğin, eğitim) olduğunu ifade etmiştir. Barro, farklı ülkelerde ulaşılan ve insan sermayesi olarak bilinen eğitim düzeyi ile verimlilik artışı arasında güçlü bir bağın bulunduğunu gösteren kanıtlar da sunmuştur.”
Ayrıca eğitimin ekonomik büyümeye olan katkısı ABD’de ampirik olarak kanıtlanmıştır. “Yapılan bir çalışmada 1929- 1982 yılları arasında ABD’de de kişi başı düşen milli gelir artışının % 25’inin okuma yıolı süresindeki artış nedeni ile olduğu açıklanmıştır.”

Bütün bunlar dikkate alındığında ülkemizin eğitimi sektörünü bir öncü sektör olarak kabul etmesi yerinde bir karar olacaktır. Çünkü yüksek eğitim düzeyine sahip ülkeler yeni teknolojileri daha çabuk özümsemekte böylece daha hızlı büyüme eğilimi göstermektedirler.

Ayrıca aşağıdaki tablolar dikkatle incelenirse ülkelerin eğitime ayırdıkları pay ile işgücü verimliliği arasında yakın bir ilişki bulunduğu göze çarpacaktır. Eğitime en çok pay ayıran 10 ülke yaklaşık olarak işgücü verimliliği en yüksek olan 10 ülke ile aynıdır.

2. İKTİSADİ BÜYÜME

a. Büyümeyi Etkileyen Faktörler ve Teknolojinin Buna Etkisi
“Amerika Ekonomi Kurumu’nun 1989’daki yıllık toplantısında bir konuşma yapan tanınmış iktisat tarihçisi David S. Londes, sunduğu bildirinin başlığını, iktisadi büyümenin ve kalkınmanın temel konusuna gönderme yapacak biçimde, “Neden biz daha zenginiz, Diğerleri daha yoksul?” diye seçmiştir. Bu eski soru, klasik iktisatçıları çok etkilemiştir. Bu sorunun makro iktisatçılar tarafından yapılan modern sorgulaması, 1950’li yıllara kadar uzanmakta ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Robert Solow’un çok tanınan iki makalesine dayanmaktadır. Solow’un teorileri, kalıcı iktisdi büyümenin asil itici güçleri olan fiziksel sermaye birikiminin rolünü belirginleştirmeye ve teknolojik gelişmenin önemini vurgulamaya yardımcı olmuştur.”

a.1. Sermaye Birikimi
Yukarıda da değinildiği gibi Sermaye Birikimi çoğu iktisatçı tarafından kalkınmanın temel koşulu olarak kabul edilir. Fakat sermaye birikimini iktisadi büyümenin temel koşulu olarak görmek yanlış olmamakla birlikte teknoojik gelişme ve istihdam artışı gibi diğer ana faktörler ile girişimci eksikliği, sosyal, siyasi, kültürel koşullarında iktisadi kalkınma üzerinde önemli etkileri olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bunun yanında sayılan bu unsurların büyümeyi engellemeyecek ve ona destek olacak şekilde değiştirilebilmeleri, ancak sermaye birikimi ile sağlanabileceği için sermaye birikiini iktisadi büyümenin olmazsa olmaz koşulu olarak ele alabiliriz.

“ Genel olarak, yatırımların, dolayısıyla da sermaye birikiminin, ekonomik büyümedeki öneminin başlıca nedenleri şunlardır.
1. Yatırım, ölçek ekonomilerinin ve artan getirinin temelini oluşturur,
2. Yatırım, yeni teknolojilerin kullanılmasını sağlayan temel araçtır,
3. Yatırım, deneyim kazanma ve yaparak öğrenme imkanı sanmaktadır,
4. Yatırım, sosyal sermayenin ve çeşitli dışsallıkların temelini oluşturmaktadır,
5. Yatırım, verimliliği yüksek çalışma alanları yaratmaktadır.”

Fakat yapılan çalışmalar ekonomik büyümenin en önemli belirliyiciler olan sermaye birikimi, Teknolojik gelişme ve istihdam artışının ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre (Gelişmiş – Azgelişmiş) farklılıklar gösterdiği belirtilmiştir. Örneğin; “Boskin ve Luv (1992) tarafından 5 gelişmiş ekonomi üzerine (Fransa, Batı Almanya, Japonya, İngiltere, ABD) yapılan ve genel olarak 1950’li yıllar ile 1985 arası dönemi kapsayan çalışmada, sermaye ile teknolojik gelişme arasındak ikame etkisini de kapsayacak şekilde yapılan hesaplamalarda, sermaye birikimi ve Teknolojik gelişmenin ekonomik büyümeye katkıları, genel olarak, sırasıyla yüzde 30 ve yüzde 70 dolayında tahmin edilmiş, dolayısıyla istihdam artışından ekonomik büyümeye herhangi bir katkı olmadığı sonucuna varılmıştır.

Barro ve Sala-i- Martin tarafından sunulan araştırma sonuçlarına göre 1960 – 1990 döneminde yedi sanayileşmiş ekonomide ( G – 7) ekonomik büyümeinin en önemli unsurları sermaye birikimi ve tekmnolojik gelişmedir. Bu ülke grubunda sermaye birikiminin ekonomik büyümeye katkısının, genel olarak, yüzde 50’nin üzerinde olduğu hesaplanmıştır. Yine aynı çalışmada sunulan bulgulara göre bir grup Latin Amerika ve Doğu Asya ülkesinde sermaye birikiminin ekonomik büyümeye katkısı yüzde 40 dolaylarında hesaplanırken, istihdam artışının katkısının yüzde 30 dolayında olduğu tahmin edilmiştir. Genel olarak, bu ülkeler için hesaplanan istihdamın ekonomik büyümeye katkısı gelişmiş ülkelerden daha yüksektir.

Saygılı (1999) tarafından yapılan tahminlerde ekonomik büyümenin kaynaklarının ülkelerin ekonomik gelişmişlik düzeyine bağlı olarak 1965 – 1990 dönemi kapsayan ve 47 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeyi kapsayan analizde gelişmiş ülkelerde sermaye birikimi ve teknolojik gelişmenin, gelişmekte olan ülkelerde ise sermaye birikimi ve istihdam artışının büyümenin önemli bölümünü açıkladığı tespit edilmiştir. Gelişmiş ülkelerde sermaye birikimi ve teknolojik gelişmenin ekonomk büyümeye katkısının, sırasıyla, yüzde 22,5 – yüzde 68 ve yüzde 15 – yüzde 67 aralığında olduğu, gelişmekte olan ülkelerde sermaye birikimi ve istihdam artışının ekonomik büyümeye katkısının ise, sırasıyla, yüzde 2,7 – yüzde 184 aralıklarında olduğu tahmin edilmiştir. Geçmiş 30 – 40 yıl içerisinde önemli ekonomik başarı gösteren Japonya ve G. Kore’de sermaye birikiminin ekonomik büyümete katkısının ise srıasıyla yüzde 68 ve yüzde 50 dolayında olduğu thmin edilmiştir.

1972 – 2000 döneminde Türkiye ekonomisinde büyümenin sürükleyici gücünün sermaye birikimi olduğu tespit edilmiştir. Bu dönemde GSYİH artışının yaklaşık yüzde 72’si sermaye birikiminden kaynaklanırken, toplam faktör verimliliğinin ekonomk büyümeye ciddi bir katkısının olmadığı sonucuna varılmıştır. “Yeni Ekonomi” döneminde ,Türkiye ekonomisinin büyüme kaynaklarında belirgin farklılık yaşanmamıştır.

sermaye birikimi gelişmekte olan ülkeler için büyük önem taşımaktadır. Fakat bu ülkelerde sermaye birikimini engelleyen çeşitli nedenler vardır. Bunların en önemlisi sermaye talebi kısır döngüsüdür bu kısır döngüyü şöyle açıklayabiliriz; Gelişmekte olan ülkelerde halkın reel gelirinin düşük olması,taleplerinin de düşük olması sonucunu doğurmaktadır. Talep düşüklüğü dolayısıyla pszarın dar olması, yatırım yapacak olanların bu isteğini düşürerek sermaye talebini düşük düzeyde kalmasına neden olmaktadır. Üretim sürecinde bol miktarda sermaye kullanılmaması ise, üretimde verimliliğin çok düşük olmasına yol açmaktadır. Düşük verimlilik ise, halkın reel gelirinin düşük olmasına neden olmaktadır. Böylece döngü başladığı noktaya geri gelmektedir.

Bu kısır döngüyü aşmanın önündeki en büyük engeli pazrın küçüklüğü oluşturur. Pazarın genişliğini ise; Para politikası, nüfus büyüklüğü, ülke yüzölçümü, ülkeler arası gümrükler ve verimlilik gibi faktörler etkilemekle beraber bunlar arasında en büyük etkiyi verimlilik yapmaktadır. Çünkü; üretim hacmi, pazarın büyüklüğünü etkilemekle kalmaz, onu fiilen belirler. İster halkın parasal geliri değişmemek kaydıyla fiyatlarda bir indirim yapılarak, isterse fiyatlar değişmemek kaydıyla halkın parasal gelirinde bir artış sağşanarak pazarın genişletilebileceği ileri sürülmüştür. Bu doğru olmakla birlikte, gerçekleşebilmesi için verimliliğin ve reel gelirin yükselmesi gerekecektir. Bu da ekonomik bir talep yaratacaktır. Son olarak denilebilir ki Pazar ancak verimlilik alanında meydana getirilecek ilerlemelerle genişletilebilir.

İktisadi büyüme açısından bir diğer önemli nokta ise Makro ekonmik dengenin sağlanmasıdır. Çünkü bir ülkede makro ekonomik denge sağlanamazsa ne bir iktisdi büyümeden ne de kalkınmadan söz edilebilir. Bunun en iyi açıklamasını ise 3. İzmir İktisat kongresinde Prof. Dr. Atilla Karaısmanoğlu belirtmiştir. “… Bu gayretler içinde Makroekonomik politikalar önemli yer tutuyor. Dünyanın pek çok ülkesini gezip, pek çok hükümet yetkilileri ile çalışmalar yapmak imkanı buldum. En kısa şekilde söyleyebileceğim şey –dünyanın en başarılı olan ülkeleriyle en başarısız ülkelerinde çalışmak olanağı buldum – başarılı ülkelerin başarısının temelinde iki değişmez esas vardır. Bunlardan bir tanesi, makroekonomik dengeleri kurmak ve sürdürmek. Devletin iktisadi hayata müdahelesi ne olur, ne şekilde olur, hangi şekillerde olur bunlar işin bir miktar aksesuarı. Önemli olan makroekonomik dengenin kurulması ve idame ettirilmesidir. Çünkü makroekonomik denge kurulduğu ve idame ettirildiği zaman bu, ekonomilerin de dışarıdan veya içeriden gelecek geçici şoklara karşı dayanma gücünü artırıyor. Bu, karar alanların uzun vade içinde optimal sonuçlar alacak kararları almasına yardım ediyor. Bu, tasarrufların artmasına ve tasarrufların artması yoluyla verimli yatırımların artmasına yrdım ediyor. Bu, dış dünyaya açılma ve dünya ticaretinde önemli bir yer tutabilmeye yardım ediyor.
İkinci olarak da hepsinde eğitime çok büyük önem veriliyor ve eğitimin sadece sayısına değil, belki de daha fazla bir şekilde kaltesine ve kompozisyonuna çok önem verildiği görülüyor. “

a.2. Teknolojik Gelişme

Teknolojik ilerleme ülke açısından en büyük yararı eğitim odaklı bir faktör olması dolayısıyla sadece üretüm tekniğinde meydana gelen bir değişme olmayıp bunun da ötesinde toplumun sosyal ve kültürel değer yargılarını değiştiren ve böylece kalkınmanın sosyo-kültürel engellerini de ortadan kaldıran bir gelişme olmasıdır.

Ayrıca büyümenin önemli iki faktörü olan sermaye birikimi ve istihtdam artışı azalan verimler yasası uyarınca ölçeğe göre azalan oranda getiri sağlamasına rağmen teknolojinin durumu “spillover “ etkisi nedeniyle daha farklıdır. Başka bir ifade ile “teknoloji, eğitilmiş insan gücü, bilgi üretim faktörleridir ve büyümeyi pozitif katkıda bulunurlar. Hipotezi tecrübelerle doğrulanmış ancak teorik alanda modelleştirilememiştir.”

Bilginin üretim faktörü haline dönüştürülmesi üç şekilde olmaktadır; birincisi; sürecin, ürünün yada hizmetin sürekli olarak iyileştirilmesi, ikincisi; var olan bilginin sürekli olarak işlenmesi yoluyla ondan yeni ve farklı süreçler, ürünler ve hizmetler elde edilmesi, üçüncüsü ise; gerçek yeniliktir. Bilgiyi uygulayıp ekonomide ve toplumda değişiklik yapmanın yolu, üç yönteminde eş zamanlı olarak uygulanmasından geçmektedir. Bilginin yukarıda anlatılan özellikleri ile birlikte, yeni nesil büyüme modelleri (endojen içsel modeller) bilginin ekonomiye olan katkısını iki temel kavramla açıklamaktadır. “ Birincisi, bilginin ve teknolojinin yarattığı pozitif dışsallıktır. Yaratılan bilgi, hsangi düzeyde olursa olsun farklı sektörlece alınıp kullanılabilmekte, farklı süreçlerle işlenerek verim sağlanabilmektedir. Bligiyi, bir duvarın yükseltilmesi aşamasında yatay ve dikey olarak konulan yapı taşlarına benzetebiliriz. Sürekli yükselen ve genişleyen birikim zinciri. İkinci temel kavram ise yukarıda değinildiği üzere, bilginin ölçeğe göre artan oranda getiri sağlamasıdır. Bu kavram sayesinde bilginin kullanıldıkça, yayıldıkça veriminin artacağına dair varsayımın doğruluğu da kanıtlanabilmektedir.”

Çünkü yukarıda da değinildiği gibi bilgi düzeyi yani teknolojik değeri yüksek olan ürünlerin katma değeri de fazla olduğu için bu ürünlerden sağlanan gelir de bir o kadar fazla olmaktadır. Milliyet gazetesi yazarı Prof. Dr. Hurşit Güneş’in yazısı teknolojinin ABD’de yarattığı katma değeri açıklaması açısından iyi bir örnektir. “… Bilişim sektörünün ekonomiye katkısı gerçekten çok yüksek. Bir yandan işgücü etkinliği artarken diğer yandan da hammadde, üretim, lojistik maliyetleri düşüyor. Kısaca en önemli katkısı verimlilik ve etkinlik olmakta. ABD’de bu tür verimlilik artışlarının son 4 yılda 155 milyar dolara, sağlanan gelir artışının da 444 Milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor.”

Sermaye birikimi ve teknolojik yenilik arasında sıkı bir etkileşim olduğu söylenebilir. Dolayısıyla “Teknolojik yenilik faaliyetlerinin bu faaliyetlerin fiziki altyapısını oluşturan yatırım unsurlarından bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değildir. M.F. Scott’un ifadesi ile “… bilimsel buluşlar ve yenilikler yatırım biçimleri olarak değerlendirilmelidir. Bilimsel gelişme ve teknolojik yenilik süreçlerini yatırımdn bağımsız olarak değerlendirmek hatalıdır.”

Yatırımlar ve teknolojik gelişme arasınd iki yönlü bir ilişkiden bahsedilebilir. Bir taraftan, makina ve techizatta içerilmiş olan veya makina ve teçhizata yapışık olan yeni teknolojiler yatırımlar yoluyla firmalar aktarılmaktadır. Bu durum yeni teknolojileri kullanan firmalarda teknolojik yenilik faaliyetlerinin daha da yoğunlaşmasını sağlayabilir. Diğer taraftan, yeni ürün, üretim yönetimi veya sistemleri biçimindeki teknolojik yeniliklerin ortaya çıkması yatırımlar için yeni imkanlar ortaya çıkarmaktadır. Örneğin, üretim maliyetinde önemli tasarruf sağlayan bir üretim yönetiminin gelişmesi firmaları bu üretim yöntemini firmaya aktarma yönünde teşvik edebilir; yeni üretim yönetiminin firmaya aktarılması ise çoğunlukla ytırım gerektirmektedir.

“ Makro ekonomik düzeyde, ekonomideki sermaye birikimi hızı ve genel yatırım iklimi yenilikçi firmaların ekonomik ve sosyal yaşam üszerindei etkisini etkilemektedir. Sermaye birikiminin hızlandığı bir ekonomide yenilikçi firmaların risk alarak yatırım yapma olasılığı artmaktadır. Wolff’e göre yatırımların teknoojik gelişmeye katkıları aşağıdaki biçimlerde olmaktadır.

a.) Yeni yatırımlar yeni firma yönetimi ve organizasyonu biçimlerinin ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir,
b.) Yeni yatırımlar genellikle önemli yaparak öğrenme etkisi yaratmaktadır,
c.) Yeni yatırımlar bilgi dışsallıkları yaratabilir.”

Sonuç olarak Türkiye hakkında yapılan çalışmalarda ortaya çıkan sonuç, Türkiyenin ekonomik büyümesinde etkili olan faktörleri; sermaye birikimi ve istihdam artışı olarak belirlemişse de sadece bağlı olarak gerçekleşen büyüme kalıcı olmayacak ve ekonomik konjektürde meydana gelecek bir kriz yada olumsuz durumlar ülkenin büyüme oranlarını eksiye çevirebilecektir. Fakat Türkiye teknolojik altyapıya ve daha da önemlisi eğitime önem vererek dengeli bir büyüme ve kalkınma sürecine gireceğinden kuşku yoktur. Gelişmiş ülkelerin sanayi devrimini aşarak bilgi çağına geçtiği bir dönemde, sanayi devrimini kaçıran ülkemizin bilgi çağını da kaçırmaması için bu kaçınılmaz olmaktadır. Türkiye’nin böyle bir ortamda büyük bir kalkınma ve büyüme sürecine girebilmesi ve gelişmiş ülkeler seviyesine çıkabilmesi için öncelikli olarak bilgiye gereken önemi vermesi ve özellikle, teknoloji ve eğitim konusunda ulusl bir politika oluşturmasıyla gerçekleştirilebilecektir. Çünkü, Dünyada hiçbir ülke yoktur ki, birinci sınıf bilim ve tekni adamlarından, bilim zihniyetiyle donatılmış idarecilerden ve tecrübeli iş adamlarından oluşmuş bir kadroya sahip olmadan kalkınmış olsun, gene dünyanın hiçbir yerinde bir memleket gösterilemez ki böyle bir kadroya sahip olmadan kalkınmış olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu