Hayvanlar alemi nasıldır?

Hayvanlar alemi nasıldır?

HAYVAN. Yeryüzünün her yerinde, karada, havada ve suda milyonlarca hayvan türü yaşar. Bunlardan çoğunu çevremizde sık sık gördüğümüz için yakından tanırız; oysa bazı ender türlerle karşılaşma şansımız çok azdır. Bazıları da o kadar değişik yapıdadır ki hayvan olduğu anlaşılmaz bile.


Canlılar âleminin en önemli gruplarından biri hayvanlar, öbürü bitkilerdir. Üstün yapılı bir canlının hayvan mı yoksa bitki mi olduğu­nu uzman olmayan birisi bile çoğu zaman kolayca ayırt edebilir. Ama çok küçük, genel­likle tekhücreli olan basit ve ilkel yapılı canlılar hem hayvanlarla hem bitkilerle ortak özellikler taşıdıklarından, bu ayrım bilim adamlarını bile uğraştıracak kadar güçleşir. Yakın yıllara kadar biyoloji bilginleri, bazı özellikleriyle hayvanlara benzeyen basit yapılı canlıları hayvanlardan, bitkilere benzeyen il­kel yapılı canlıları da bitkilerden sayarak bütün canlıları hayvanlar âlemi ve bitkiler âlemi olarak iki gruba ayırmışlardı. Günü­müzde böyle bir sınıflandırmanın çok yetersiz olduğu anlaşılmış ve üstün yapılı hayvanlar ile bitkileri içeren iki büyük âlemin dışında, basit yapılı canlıları içeren iki âlem daha benimsen­miştir. Bu yeni sınıflandırmanın temel yapısı­nı ve başlıca gruplarını CANLILAR madde­sinde bulabilirsiniz. Bu maddede yalnızca hayvanlar âleminin yeni sınırları içinde kalan üstün yapılı hayvanlar incelenecek, eski bir alışkanlıkla hâlâ terliksi hayvan ya da tekhüc­reli hayvanlar adıyla anılsalar bile artık hay­vanlar âleminden sayılmayan basit yapılı can­lılar dışta bırakılacaktır.
Hayvanlar ile bitkiler arasındaki temel farklardan biri beslenme biçimleridir. Bitkile­rin çoğu doğadan aldıkları su ve inorganik tuzlar gibi basit maddelerle kendi besinlerini üretebildikleri halde, hayvanlar besinlerini başka canlılara borçlu olan dışbeslek canlılar­dır. Çünkü hayvan hücresinin su ve inorganik tuzları karbonhidrat ya da protein gibi karma­şık yapılı temel besinlere dönüştürme yetene­ği yoktur. Bu maddeleri bitkilerin ya da başka hayvanların dokularından hazır olarak almak zorundadır. Ayrıca bitkilerde büyük ölçüde selülozdan oluşmuş sertçe bir hücre duvarının bulunmasına karşılık, hayvan hücresi daha çok protein yapısında ince ve esnek bir zarla çevrilidir. Beslenme biçimleri ve hücre yapıla­rındaki bu farklılıklardan başka, hayvanların çoğu bitkiler gibi bir yere bağlı olarak yaşa­maz. Süngerler ve bazı mercanlar dışında hepsi kendine özgü hareket organlarıyla ser­bestçe yer değiştirebilir. Bütün canlılar gibi bitkiler de dış uyaranlara tepki verir; ama hayvanların tepkileri bitkilerin ve basit yapılı canlıların sınırlı tepkileriyle karşılaştırılama­yacak kadar karmaşıktır. Çünkü hayvanlarda duyu ve hareket hücrelerinden beyne, beyin­den bu hücrelere mesaj taşıyan bir sinir sistemi vardır. Oysa başka hiçbir canlı gru­bunda böyle özelleşmiş bir sistem bulunmaz.

Beslenme

Hayvanlar çeşitli bitkileri ve genellikle başka türden hayvanları yiyerek beslenirler. Ama etten başka şey yemeyen hayvanlar bile bes­lenme açısından bitkilere bağımlıdır. Çünkü eninde sonunda ya yediği hayvan ya da ona yem olan başka bir hayvan bitkiyle besleni­yordun Örneğin bir balıkçılın suda avlayıp yuttuğu bir kurbağa böcek tırtıllarını, tırtıllar da bitkilerin yapraklarını yer.
Hayvanlar arasında bitkilerin yaprak, kök, meyve gibi çeşitli bölümlerini yiyerek besle­nen otçullar, avladıkları başka hayvanları yiyen etçiller, hiç avlanmayıp yalnızca leş yiyenler, hem bitkisel hem hayvansal yiyecek­lerle beslenen hepçiller, yalnızca bitkilerin özsuyunu ya da başka hayvanların kanını emen türler vardır. Bu nedenle, besinleri vücuda alma yöntemleri birbirinden çok fark­lıdır. Örneğin ilginç bir yöntem geliştirmiş olan denizyıldızı, midye gibi sevdiği bir av bulduğunda midesini tümüyle dışarı çıkarır ve avını midesiyle örterek sindirir. Başka hay­vanların bağırsaklarında asalak yaşayan tenyaların ağzı bile yoktur; bu yassısolucanlar konak hayvanın bağırsaklarındaki besinleri derileriyle emerek alırlar. Suda yaşayan hay­vanların birçoğu suya karışmış olan küçük yiyecek kırıntılarını, bitki parçalarını ya da başka hayvanların larvalarını süzüp almak için çok ustaca yöntemler geliştirmiştir. Söz­gelimi evcikli böceğin akarsularda yaşayan larvaları kendilerine boru gibi ince uzun birer evcik yaparlar. Sonra incecik bir ağ örerek bu borunun bir ucunu kapatır ve acıktıkları zaman vücutlarını sallayarak içeriye su dol­masını sağlarlar. Böylece borunun alt ucun­dan giren su öbür uçtan çıkıp giderken, içinde yüzen küçük su canlıları ile suyosunları ağa takılıp kalır. Karnını doyuran larva, acıktığın­da yenisini örmek üzere ağı da yiyerek evciği­ne çekilir.
Bazı küçük hayvanlar, özellikle böcekler başka hayvanların ve insanın kanını emerek beslenir. Bu yüzden ağızlan deriyi delerek kanı emebilen sivri uçlu bir hortum biçimini almıştır. Sinekler, sivrisinekler ve keneler bu gruptandır. Aynı biçimde bitkilerin özsuyunu emen birçok böceğin, örneğin ağustosböceklerinin ağzı da emici bir hortuma dönüşmüş­tür. Örümcekler ile akrepler de yalnızca sıvıyiyeceklerle beslenirler; ama bunların yönte­mi önce avlarını öldürüp, sonra hayvanın içine boşalttıkları sindirim salgılarıyla dokula­rını eriterek emmektir.
Omurgalı hayvanların sindirim sistemleri daha gelişmiştir. Yalnızca canlı hayvan ve yumurta yiyerek beslenen yılanlar yiyecekle­rini her zaman bütün olarak yutarlar. Çok etkili olan mide özsuları, boynuz, tırnak ve tüyler dışında her şeyi, hatta kemikleri bile tümüyle sindirebilir. Kuşların yediklerini çiğ­neyip parçalamaya yarayan dişleri olmadığın­dan, çoğunun midesinde taşlık denen özel bir bölüm bulunur. Yuttukları küçük taş ve kum parçaları burada birikir ve tıpkı bir değirmen-taşı gibi yiyecekleri öğütür.
Memelilerde yiyecekler ağızdan alınıp tü­müyle özümseninceye kadar sindirim sistemi boyunca çok daha uzun ve karmaşık bir yol izler. Önce ağızda dişlerle çiğnenip öğütülen ve tükürükle karışarak yumuşayan besinler mideye gider. Burada mide özsuyu gibi başka sindirim salgılarıyla karışır ve iyice sıvı hale gelinceye kadar birkaç saat çalkalanır. Daha sonra incebağırsağa geçer; burada karaciğer ile pankreasın salgıları eklenir ve içindeki yararlı maddeler bağırsak duvarlarından emi­lerek kan dolaşımına karışır. Geri kalan bölümü kalınbağırsağa indiğinde suyu büyük ölçüde emilerek geri alınır; sindirilemeyen selülozlu lifler ve öbür atık maddeler ise anüs yoluyla katı halde vücuttan dışarı atılır. Me­melilerden olan insanın sindirim sistemi de aynıdır.
Gelişmiş hayvanların üç temel besin grubu­na gereksinimi vardır: Yağlar; şeker ve nişas­ta gibi karbonhidratlar; süt, et ve balıktan alınan proteinler. Ayrıca kemiklerin ve dişle­rin gelişmesi için gerekli olan kalsiyum, fosfor gibi mineralleri, vücutta çok önemli görevler üstlenen suyu ve eksikliği çeşitli hastalıklara yol açan vitaminleri de almaları gerekir. Güneş ışığının yardımıyla doğrudan hayvanla­rın vücudunda üretilen D vitamini dışındaki bütün vitaminlerin kaynağı bitkilerdir. (Ayrı­ca bak. beslenme; karbonhidratlar; protein; vitamin.)

Solunum ve Boşaltım

Hayvanlar yiyeceklerden aldıkları besin mad­delerini kullanarak vücut sıcaklıklarını korur, güçlenir ve enerji kazanırlar. Aslında besin maddelerinin kullanılması, tıpkı bir otomobil yakıtının motor silindirlerinde yanması gibi, vücutta yakılarak enerjiye dönüştürülmesidir. Oksijen olmadan yanma olmayacağı için hay­vanların solunum yoluyla havadan oksijen almaları gerekir. Böcekler genellikle gövde­nin iki yanındaki soluk delikleriyle hava alıp verirler; bu deliklerden giren hava trake denen incecik soluk borularıyla dokulara taşı­nır. Balıkların, suda çözünmüş olan oksijeni alabilen solungaçları vardır. Amfibyumların erişkinleri, sürüngenler, kuşlar ve memeliler, tıpkı insanlar gibi akciğerleriyle gerçek an­lamda solunum yaparlar .
Bütün temel besin maddelerinin bileşimin­de karbon, hidrojen ve oksijen vardır. Dola­yısıyla bu maddeler vücutta yakıldığında bol miktarda karbon dioksit ile su açığa çıkar. Oksijen nasıl ağız ve soluk borusu yoluyla akciğerlere doluyorsa, solunum artıkları olan bu maddeler de gene akciğerlere taşınır ve soluk verirken gaz halinde dışarı atılır. (Kar­bon dioksit zaten gaz halindedir, su da buhar­laşarak gaza dönüşür.) Çok kalabalık ve kapalı bir odada bir süre sonra havanın boğucu olması ve camların buğulanması bundandır.
Proteinlerin bileşiminde, karbonhidratlar ile yağlardaki bu üç elementten başka azot da bulunur. Bu nedenle proteinlerin yakılmasıy­la ayrıca azotlu karmaşık bileşikler oluşur. Bunların vücuttan dışarı atılmasını boşaltım sistemi üstlenmiştir, insanda ve gelişmiş hay­vanlarda bu görevi, gerçek bir filtre gibi çalışarak bütün kanı süzen böbrekler yerine getirir. Kandaki bu azotlu bileşikler ve isten­meyen öbür atıklar, vücudun kullanmadığı fazla suyla birlikte idrar olarak vücuttan dışarı atılır. Oysa kuşlarda ve sürüngenlerde bu maddeler omurgalıların ve insanın idrarı gibi sıvı değil oldukça katı haldedir.

Kan Dolaşımı ve Vücut Sıcaklığı

Gelişmiş hayvanlarda bütün vücudu ağ gibi saran damarlardan oluşmuş bir dolaşım siste­mi vardır. Bu damarların içinde hücrelere besin maddeleri ile oksijen taşıyan ve hücre­lerden aldığı atık maddeleri dışarı atılmak üzere ilgili organlara ileten bir sıvı dolaşır. Bu sıvı bazı hayvanlarda renksiz olsa bile gene de kandır.
Dolaşım sistemi olan hayvanlarda kanı bütün vücuda pompalayan bir kalp ya da benzeri bir organ bulunur. Bu organın en gelişmiş biçimi kuşların ve memelilerin dört odacıklı kalbidir. Kalbin akciğerlere pompa­ladığı kan buradan aldığı oksijeni ve bağırsak­lardan aldığı besin maddelerini vücudun bü­tün hücrelerine taşır. Hücrelerden aldığı kar­bon dioksit ile öbür zararlı atıkları bırakmak üzere akciğer ve karaciğere giderek temizlen­dikten sonra yeniden dolaşımını sürdürür.Vücut sıcaklığının belirli bir düzeyde tutul­masını sağlayan da kandır. İnsanda ve meme­lilerin çoğunda normal vücut sıcaklığı yakla­şık 37°C. kuşlarda ise 4()°C dolayındadır. Dış ortam ne kadar sıcak ya da soğuk olursa olsun, hastalık ve başka iç etkenler olmadığı sürece vücut sıcaklığı değişmeyen kuşlara ve memelilere sıcakkanlı hayvanlar denir. Balık­lar, amfibyumlar ve sürüngenler ise soğuk­kanlı hayvanlardır; bunların vücut sıcaklığı bulundukları ortamın sıcaklığına bağlı olarak değişir. Soğukkanlı hayvanlar çok soğukta, örneğin donmuş bir gölde hiç rahatsızlık duymadan yaşayabilir, ama memelilerin ve kuşların normal vücut sıcaklığını aşan sıcak­lıklara dayanamazlar.Yarasa gibi memeliler kış uykusuna yattık­larında vücut sıcaklıkları düşer, kalp atışları ve solunumları çok yavaşlar.İnsanın derisinde terlemeyi sağlayan mil­yonlarca gözenek vardır. Çok sıcak bir ortam daha sık soluk alarak dilin üzerinden buharlaşan suyla serinlemeye çalışırlar.

Duyular ve İletişim

Hayvanların çoğunda insanlardaki gibi beş temel duyu bulunur: Dokunma, tat, koku, işitme ve görme duyuları. Ama bazı hayvanla­rın duyularından biri ya da birkaçı insanların-kinden daha fazla gelişmiştir. Örneğin köpek­lerin koku ve işitme duyuları son derece keskindir; bizim algılayamadığımız pek çok kokuyu ayırt edebilir, bizim duyamayacağı­mız kadar alçak ve yüksek frekanslı sesleri işitebilirler.
Bazı hayvanlar gözleri olmadığı halde ay­dınlığı ve karanlığı algılayabilir, bazıları da kimyasal maddelerin kokusuna ve tadına tep­ki verir. Ayrıca hayvanlarda bizim bilmediği­miz başka duyular da olduğu sanılıyor. Yoksa kuşların, balıkların ve böceklerin hiç yollarını kaybetmeden çok uzun göç yolculuklarına çıkıp geri dönmelerini açıklamak çok güçleşir. Bazı uzmanlar bunu göçmen hayvanların Dünya’nın magnetik alanından yararlanmayı bilmesine bağlıyorlar.
İnsanların konuşma gibi çok üstün bir yeteneği vardır. Ama gelişmiş hayvanların birçoğu da havlama, miyavlama, kükreme, inleme gibi tanıdığımız seslerle acıktığını, korktuğunu ya da sevindiğini belli edebilir. Hatta bazı hayvanlar çok daha karmaşık ve anlamlı sesler çıkararak türdeşleriyle iletişim kurarlar. Örneğin bir erkek kuşun ötüşü öbür erkekleri uzak durmaları için uyarırken dişisi­ni yaklaşmaya çağırır. Kuşların birbirlerini tehlikeye karşı uyaran ya da sürüyü topluca uçmaya yönelten değişik anlamlı ötüşleri de vardır. Ama bir papağan ya da muhabbetkuşu insan sesini taklit ederken kuşkusuz söylediği sözcüklerin ne anlama geldiğini bilemez.
Hayvanlarda bir bildiri niteliği taşıyan bazı hareket ve davranış biçimleri de saptanmıştır. Adatavşanları bir tehlike sezdiklerinde arka ayaklarıyla yere vurarak gürültü çıkarır, kö­pekler yemek yemek ya da dolaşmak istedik­lerinde sahiplerini çekiştirirler.

Hareket ve Yer Değiştirme

Daha önce de belirtildiği gibi, erişkin sünger­ler ve mercan polipleri dışında bütün hayvan­lar yer değiştirebilen hareketli canlılardır. Ama asalakların çoğu bir hayvanın üzerine yerleşip yaşamını orada sürdürdüğü için hare­ket etme gereği duymaz. Denizyıldızı, deniz­şakayığı ve deniz kabuklularının çoğu yavaş yavaş dipte sürünerek ya da suda kayarak ilerler. Kalamar, mürekkepbalığı ve ahtapot gibi birkaç hayvan da gövdesinin arkasından su püskürterek bu itme kuvvetiyle yol alır. Denizanaları gövdelerini kasıp gevşeterek yü­zebildikleri halde genellikle kendilerini suyun akıntısına bırakarak serbestçe sürüklenirler. Hiç tartışmasız bütün hayvanlar içinde en iyi yüzen balıklardır. En hızlı yüzücülerden biri olan kılıçbalığının saatte 95 km hız yaptığı söy­lenirse de bazı uzmanlar saatte ancak 65 km yol alabildiğini öne sürerler. Balıklardan son­ra iyi yüzücüler arasında balinalar ve foklar gibi deniz memelileri gelir.
Omurgalılar arasında gerçek anlamda uça­bilen yalnızca kuşlar ve yarasalardır. Ama ya­rasalar dışında bazı memeliler, hatta sürün­genlerin, amfibyumların ve balıkların birkaç türü havada bir süre süzülerek yol almayı ba­şarabilir. Buna karşılık kuşların birçoğu yüz­mede ve dalmada çok ustalaşmıştır. Saatte 320 km hızla uçabilen doğan ve yelyutanın kuşlar arasında uçuş rekortmeni olduğu öne sürülür. Yarış güvercinlerinin de 130 kilomet­relik bir uzaklığı saatte ortalama 150 km hızla aştıkları saptanmıştır. Yılan, keler ve kertenkelelerin çoğu karada ve suda aynı rahatlıkla hareket edebilir. Yı­lanların karadaki hızı genellikle saatte 8 kilo­metreyi aşmazken kelerler ile kertenkeleler sürünerek çok daha hızlı yol alabilirler. Bo­yutlarından beklenmeyecek kadar iyi sıçrayan kurbağaların bazı türleri 3 metre kadar sıçra­yabilir. Gene de karada en rahat hareket eden hayvanlar memelilerdir. Dünyanın en iyi kısa mesafe koşucusu olarak bilinen çita saatte 110 km hız yapabilir.

Toplu Yaşayan Hayvanlar

Bazı hayvanlar, örneğin tilkiler tek başlarına dolaşıp avlanmayı severler. Bir bölümü, örne­ğin deniz kuşları yalnızca çiftleşme mevsi­minde bir araya toplanarak kalabalık sürüler oluşturur. Bazıları da, özellikle kuşlar, kele­bekler, rengeyikleri, yılanbalıkları ve yengeç­ler hep birlikte uzun göç yolculuklarına çıkar­lar. Buna karşılık bütün yıl boyunca sürüler halinde yaşayan, birlikte yiyecek aramaya çı­kıp birlikte yuva kuran ve bütün yavrulara el­birliğiyle bakan pek çok hayvan vardır.ABC AjansıYalnız ve toplu yaşamanın kendine göre hem yararları, hem sakıncaları olduğu söyle­nebilir. Örneğin bağımsız bir üreme bölgesi seçerek burayı kendi türdeşlerine ve başka hayvanlara karşı canla başla savunan bir kuş, yavrularının bu güvenli bölgede saldırganlar­dan korunmasını ve bol yiyecekle beslenmesi­ni sağlamış olur. Üstelik hayvanlar toplu ola­rak yaşamadıklarında, içlerinden birinin ya­kalandığı bir hastalık öbürlerine sürüdeki ka­dar kolayca bulaşamaz.
Öte yandan, bir kolonideki ya da büyük bir sürüdeki hayvanların dayanışma ve yardım­laşma şansı vardır. Güçlerini birleştirdiklerin­de tehlikeli bir düşmanın saldırısıyla daha ko­lay başa çıkabilirler ve bir güçlükle karşılaş­tıklarında ne yapmaları gerektiğine karar ve­ren bir önderleri olur.
Termitler, her bireyin belirli bir görevi üst­lendiği ortak yuvalarında son derece düzenli ve örgütlenmiş bir yaşam sürerler. Karıncalar gibi bu böceklerin de kralları, kraliçeleri, as­kerleri ve işçileri vardır. Yalnızca işçiler sindi-rilebilir türden be •in üretebildiği için yuvanın bütün öbür bireyleri günlük yiyeceğini işçiler­den bekler.
Kuşların ve memelilerin toplu davranışları da çok ilginçtir. Suyun üstünde sıraya dizilip emir almışçasına aynı anda yuvarlanıp döneı kıyı kuşlarını izlediniz mi hiç? Kazlar da sürv halinde yiyecek ararken, yaklaşan tehlike^ haber vermesi için içlerinden birkaçını nöbe çi dikerler. Aynı davranışa çayır marmotu j bi bazı memelilerde de rastlanır.

Üreme

Hayvanların çoğunda, yeni bir canlının dünyaya gelebilmesi için dişi ile erkeğin çift­leşmesi, yani üreme hücrelerinin birleşmesi gerekir. Eşeyli üreme denen bu çoğalma biçi­minde önce dişinin vücudunda bir yumurta hücresi oluşur. Çiftleşme sırasında erkeğin spermaları bu hücreyi döller ve gelişmesini ta­mamlayan bu döllenmiş yumurtadan bir yav­ru biçimlenir. Böceklerde, sürüngenlerde, kuşlarda ve bütün memelilerde, dolayısıyla insanda üremenin temeli budur. Ama döllen­miş yumurtadan yavrunun gelişmesi türden türe çok değişir. Örneğin tavşan yavrusu döl­lenmeden bir ay sonra, fil yavrusu yaklaşık 21 ay sonra doğar. Bazı hayvanların yumurtası sert bir kabukla korunmuştur ve döllenir döl­lenmez dişinin vücudundan dışarı atılır (yumurtlanır). Yavrular gelişmesini tamamlayıp kabuğu kırıncaya kadar yumurtalar ya güneşe bırakılır ya da ana baba, vücudunun sıcaklı­ğıyla ısıtmak için üzerinde kuluçkaya yatar.
Balıklarda genellikle önce dişiler yumurta­larını suya döker, sonra erkekler spermalarını izerlerine boşaltarak bu yumurtaları döller. Kurbağaların ve öbür amfibyumların üreme yöntemi de aynıdır. Böceklerin çoğunda bir ek çiftleşmede binlerce yumurta döllenir, dalanlarının kraliçesi (anaarı) bütün yaşamı ‘oyunca bir kez çiftleşir ve erkeğin spermalaını, ileride kullanmak üzere vücudundaki özel ceselerde biriktirir. Böylece anaarının döllenneyen yumurtalarından erkek arılar, dölleıenlerden de işçi arılar çıkar; yalnız döllenmiş yumurtalar arasından seçilen larvalar ansütüyie özel olarak beslendiğinde anaarıya dö­nüşür.

Büyüme ve Gelişme

Yumurtadan çıkan ya da doğan hayvan yavru­larının erişkin duruma gelinceye kadar geçir­dikleri büyüme evreleri de son derece farklı-lır. Bazı hayvanlarda yumurtadan çıkan yav-unun ana babasıyla hiçbir benzerliği yoktur örneğin bir tırtılın kelebeğe benzediğini kimse öyleyemez. Erişkin bir kelebeğe dönüşebil­mesi için pupa ya da krizalit evresi denen ikin­ci bir gelişme evresinden daha geçmesi gere­kir. Oysa bir çekirge yavrusu yumurtadan çık­tığı anda erişkin biçimine oldukça benzer, yal­nız kanatları yoktur.
Kuş yavrusu da iki ya da altı hafta sonra yumurtadan çıktığında ana babasına pek ben­zemez. Hav denen incecik tüylerini atıp büyüklerinkine benzeyen tüylerle örtünmesi üç dört ay, hatta beş yıl kadar sürebilir. Amfib­yumların iribaş (tetari) denen yavruları da erişkinlerden çok farklıdır. Buna karşılık sü­rüngenlerin yavruları renkleri pek benzemese de ana babalarının küçük bir kopyası olarak dünyaya gelir.
Hayvanların en gelişmiş grubu olan meme­lilerde de yavruların gelişme evreleri türden türe çok değişir. Kanguru gibi keseli memeli­lerin yavruları, belirli bir biçimi bile olmayan minicik bir canlı olarak doğar. Yalnızca anne­lerinin kesesine tırmanıp memelerinden süt emmeye güçleri yeter. Keseden dışarı çıkıp kendi kendilerine dolaşabilecek duruma gel­meleri aylarca sürer. Adatavşanları ile kedile­rin yeni doğmuş yavruları da gözleri bile gör­meyen çok çaresiz canlılardır; ama iki üç haf­ta sonra ana babalarına benzemeye başlarlar. Buna karşılık tavşan yavruları neredeyse do­ğar doğmaz koşup zıplayacak kadar hareketli ve gelişmiştir. Bazı kıyı kuşlarının, örneğin yağmurcunun yavruları da yumurtadan çıktık­tan birkaç saat sonra dolaşmaya başlayabilir; ama büyüyüp erişkinler gibi tüylenmesi için oldukça uzun bir zaman gerekir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu