Hayvanlar alemi nasıldır?
HAYVAN. Yeryüzünün her yerinde, karada, havada ve suda milyonlarca hayvan türü yaşar. Bunlardan çoğunu çevremizde sık sık gördüğümüz için yakından tanırız; oysa bazı ender türlerle karşılaşma şansımız çok azdır. Bazıları da o kadar değişik yapıdadır ki hayvan olduğu anlaşılmaz bile.
Canlılar âleminin en önemli gruplarından biri hayvanlar, öbürü bitkilerdir. Üstün yapılı bir canlının hayvan mı yoksa bitki mi olduğunu uzman olmayan birisi bile çoğu zaman kolayca ayırt edebilir. Ama çok küçük, genellikle tekhücreli olan basit ve ilkel yapılı canlılar hem hayvanlarla hem bitkilerle ortak özellikler taşıdıklarından, bu ayrım bilim adamlarını bile uğraştıracak kadar güçleşir. Yakın yıllara kadar biyoloji bilginleri, bazı özellikleriyle hayvanlara benzeyen basit yapılı canlıları hayvanlardan, bitkilere benzeyen ilkel yapılı canlıları da bitkilerden sayarak bütün canlıları hayvanlar âlemi ve bitkiler âlemi olarak iki gruba ayırmışlardı. Günümüzde böyle bir sınıflandırmanın çok yetersiz olduğu anlaşılmış ve üstün yapılı hayvanlar ile bitkileri içeren iki büyük âlemin dışında, basit yapılı canlıları içeren iki âlem daha benimsenmiştir. Bu yeni sınıflandırmanın temel yapısını ve başlıca gruplarını CANLILAR maddesinde bulabilirsiniz. Bu maddede yalnızca hayvanlar âleminin yeni sınırları içinde kalan üstün yapılı hayvanlar incelenecek, eski bir alışkanlıkla hâlâ terliksi hayvan ya da tekhücreli hayvanlar adıyla anılsalar bile artık hayvanlar âleminden sayılmayan basit yapılı canlılar dışta bırakılacaktır.
Hayvanlar ile bitkiler arasındaki temel farklardan biri beslenme biçimleridir. Bitkilerin çoğu doğadan aldıkları su ve inorganik tuzlar gibi basit maddelerle kendi besinlerini üretebildikleri halde, hayvanlar besinlerini başka canlılara borçlu olan dışbeslek canlılardır. Çünkü hayvan hücresinin su ve inorganik tuzları karbonhidrat ya da protein gibi karmaşık yapılı temel besinlere dönüştürme yeteneği yoktur. Bu maddeleri bitkilerin ya da başka hayvanların dokularından hazır olarak almak zorundadır. Ayrıca bitkilerde büyük ölçüde selülozdan oluşmuş sertçe bir hücre duvarının bulunmasına karşılık, hayvan hücresi daha çok protein yapısında ince ve esnek bir zarla çevrilidir. Beslenme biçimleri ve hücre yapılarındaki bu farklılıklardan başka, hayvanların çoğu bitkiler gibi bir yere bağlı olarak yaşamaz. Süngerler ve bazı mercanlar dışında hepsi kendine özgü hareket organlarıyla serbestçe yer değiştirebilir. Bütün canlılar gibi bitkiler de dış uyaranlara tepki verir; ama hayvanların tepkileri bitkilerin ve basit yapılı canlıların sınırlı tepkileriyle karşılaştırılamayacak kadar karmaşıktır. Çünkü hayvanlarda duyu ve hareket hücrelerinden beyne, beyinden bu hücrelere mesaj taşıyan bir sinir sistemi vardır. Oysa başka hiçbir canlı grubunda böyle özelleşmiş bir sistem bulunmaz.
Beslenme
Hayvanlar çeşitli bitkileri ve genellikle başka türden hayvanları yiyerek beslenirler. Ama etten başka şey yemeyen hayvanlar bile beslenme açısından bitkilere bağımlıdır. Çünkü eninde sonunda ya yediği hayvan ya da ona yem olan başka bir hayvan bitkiyle besleniyordun Örneğin bir balıkçılın suda avlayıp yuttuğu bir kurbağa böcek tırtıllarını, tırtıllar da bitkilerin yapraklarını yer.
Hayvanlar arasında bitkilerin yaprak, kök, meyve gibi çeşitli bölümlerini yiyerek beslenen otçullar, avladıkları başka hayvanları yiyen etçiller, hiç avlanmayıp yalnızca leş yiyenler, hem bitkisel hem hayvansal yiyeceklerle beslenen hepçiller, yalnızca bitkilerin özsuyunu ya da başka hayvanların kanını emen türler vardır. Bu nedenle, besinleri vücuda alma yöntemleri birbirinden çok farklıdır. Örneğin ilginç bir yöntem geliştirmiş olan denizyıldızı, midye gibi sevdiği bir av bulduğunda midesini tümüyle dışarı çıkarır ve avını midesiyle örterek sindirir. Başka hayvanların bağırsaklarında asalak yaşayan tenyaların ağzı bile yoktur; bu yassısolucanlar konak hayvanın bağırsaklarındaki besinleri derileriyle emerek alırlar. Suda yaşayan hayvanların birçoğu suya karışmış olan küçük yiyecek kırıntılarını, bitki parçalarını ya da başka hayvanların larvalarını süzüp almak için çok ustaca yöntemler geliştirmiştir. Sözgelimi evcikli böceğin akarsularda yaşayan larvaları kendilerine boru gibi ince uzun birer evcik yaparlar. Sonra incecik bir ağ örerek bu borunun bir ucunu kapatır ve acıktıkları zaman vücutlarını sallayarak içeriye su dolmasını sağlarlar. Böylece borunun alt ucundan giren su öbür uçtan çıkıp giderken, içinde yüzen küçük su canlıları ile suyosunları ağa takılıp kalır. Karnını doyuran larva, acıktığında yenisini örmek üzere ağı da yiyerek evciğine çekilir.
Bazı küçük hayvanlar, özellikle böcekler başka hayvanların ve insanın kanını emerek beslenir. Bu yüzden ağızlan deriyi delerek kanı emebilen sivri uçlu bir hortum biçimini almıştır. Sinekler, sivrisinekler ve keneler bu gruptandır. Aynı biçimde bitkilerin özsuyunu emen birçok böceğin, örneğin ağustosböceklerinin ağzı da emici bir hortuma dönüşmüştür. Örümcekler ile akrepler de yalnızca sıvıyiyeceklerle beslenirler; ama bunların yöntemi önce avlarını öldürüp, sonra hayvanın içine boşalttıkları sindirim salgılarıyla dokularını eriterek emmektir.
Omurgalı hayvanların sindirim sistemleri daha gelişmiştir. Yalnızca canlı hayvan ve yumurta yiyerek beslenen yılanlar yiyeceklerini her zaman bütün olarak yutarlar. Çok etkili olan mide özsuları, boynuz, tırnak ve tüyler dışında her şeyi, hatta kemikleri bile tümüyle sindirebilir. Kuşların yediklerini çiğneyip parçalamaya yarayan dişleri olmadığından, çoğunun midesinde taşlık denen özel bir bölüm bulunur. Yuttukları küçük taş ve kum parçaları burada birikir ve tıpkı bir değirmen-taşı gibi yiyecekleri öğütür.
Memelilerde yiyecekler ağızdan alınıp tümüyle özümseninceye kadar sindirim sistemi boyunca çok daha uzun ve karmaşık bir yol izler. Önce ağızda dişlerle çiğnenip öğütülen ve tükürükle karışarak yumuşayan besinler mideye gider. Burada mide özsuyu gibi başka sindirim salgılarıyla karışır ve iyice sıvı hale gelinceye kadar birkaç saat çalkalanır. Daha sonra incebağırsağa geçer; burada karaciğer ile pankreasın salgıları eklenir ve içindeki yararlı maddeler bağırsak duvarlarından emilerek kan dolaşımına karışır. Geri kalan bölümü kalınbağırsağa indiğinde suyu büyük ölçüde emilerek geri alınır; sindirilemeyen selülozlu lifler ve öbür atık maddeler ise anüs yoluyla katı halde vücuttan dışarı atılır. Memelilerden olan insanın sindirim sistemi de aynıdır.
Gelişmiş hayvanların üç temel besin grubuna gereksinimi vardır: Yağlar; şeker ve nişasta gibi karbonhidratlar; süt, et ve balıktan alınan proteinler. Ayrıca kemiklerin ve dişlerin gelişmesi için gerekli olan kalsiyum, fosfor gibi mineralleri, vücutta çok önemli görevler üstlenen suyu ve eksikliği çeşitli hastalıklara yol açan vitaminleri de almaları gerekir. Güneş ışığının yardımıyla doğrudan hayvanların vücudunda üretilen D vitamini dışındaki bütün vitaminlerin kaynağı bitkilerdir. (Ayrıca bak. beslenme; karbonhidratlar; protein; vitamin.)
Solunum ve Boşaltım
Hayvanlar yiyeceklerden aldıkları besin maddelerini kullanarak vücut sıcaklıklarını korur, güçlenir ve enerji kazanırlar. Aslında besin maddelerinin kullanılması, tıpkı bir otomobil yakıtının motor silindirlerinde yanması gibi, vücutta yakılarak enerjiye dönüştürülmesidir. Oksijen olmadan yanma olmayacağı için hayvanların solunum yoluyla havadan oksijen almaları gerekir. Böcekler genellikle gövdenin iki yanındaki soluk delikleriyle hava alıp verirler; bu deliklerden giren hava trake denen incecik soluk borularıyla dokulara taşınır. Balıkların, suda çözünmüş olan oksijeni alabilen solungaçları vardır. Amfibyumların erişkinleri, sürüngenler, kuşlar ve memeliler, tıpkı insanlar gibi akciğerleriyle gerçek anlamda solunum yaparlar .
Bütün temel besin maddelerinin bileşiminde karbon, hidrojen ve oksijen vardır. Dolayısıyla bu maddeler vücutta yakıldığında bol miktarda karbon dioksit ile su açığa çıkar. Oksijen nasıl ağız ve soluk borusu yoluyla akciğerlere doluyorsa, solunum artıkları olan bu maddeler de gene akciğerlere taşınır ve soluk verirken gaz halinde dışarı atılır. (Karbon dioksit zaten gaz halindedir, su da buharlaşarak gaza dönüşür.) Çok kalabalık ve kapalı bir odada bir süre sonra havanın boğucu olması ve camların buğulanması bundandır.
Proteinlerin bileşiminde, karbonhidratlar ile yağlardaki bu üç elementten başka azot da bulunur. Bu nedenle proteinlerin yakılmasıyla ayrıca azotlu karmaşık bileşikler oluşur. Bunların vücuttan dışarı atılmasını boşaltım sistemi üstlenmiştir, insanda ve gelişmiş hayvanlarda bu görevi, gerçek bir filtre gibi çalışarak bütün kanı süzen böbrekler yerine getirir. Kandaki bu azotlu bileşikler ve istenmeyen öbür atıklar, vücudun kullanmadığı fazla suyla birlikte idrar olarak vücuttan dışarı atılır. Oysa kuşlarda ve sürüngenlerde bu maddeler omurgalıların ve insanın idrarı gibi sıvı değil oldukça katı haldedir.
Kan Dolaşımı ve Vücut Sıcaklığı
Gelişmiş hayvanlarda bütün vücudu ağ gibi saran damarlardan oluşmuş bir dolaşım sistemi vardır. Bu damarların içinde hücrelere besin maddeleri ile oksijen taşıyan ve hücrelerden aldığı atık maddeleri dışarı atılmak üzere ilgili organlara ileten bir sıvı dolaşır. Bu sıvı bazı hayvanlarda renksiz olsa bile gene de kandır.
Dolaşım sistemi olan hayvanlarda kanı bütün vücuda pompalayan bir kalp ya da benzeri bir organ bulunur. Bu organın en gelişmiş biçimi kuşların ve memelilerin dört odacıklı kalbidir. Kalbin akciğerlere pompaladığı kan buradan aldığı oksijeni ve bağırsaklardan aldığı besin maddelerini vücudun bütün hücrelerine taşır. Hücrelerden aldığı karbon dioksit ile öbür zararlı atıkları bırakmak üzere akciğer ve karaciğere giderek temizlendikten sonra yeniden dolaşımını sürdürür.Vücut sıcaklığının belirli bir düzeyde tutulmasını sağlayan da kandır. İnsanda ve memelilerin çoğunda normal vücut sıcaklığı yaklaşık 37°C. kuşlarda ise 4()°C dolayındadır. Dış ortam ne kadar sıcak ya da soğuk olursa olsun, hastalık ve başka iç etkenler olmadığı sürece vücut sıcaklığı değişmeyen kuşlara ve memelilere sıcakkanlı hayvanlar denir. Balıklar, amfibyumlar ve sürüngenler ise soğukkanlı hayvanlardır; bunların vücut sıcaklığı bulundukları ortamın sıcaklığına bağlı olarak değişir. Soğukkanlı hayvanlar çok soğukta, örneğin donmuş bir gölde hiç rahatsızlık duymadan yaşayabilir, ama memelilerin ve kuşların normal vücut sıcaklığını aşan sıcaklıklara dayanamazlar.Yarasa gibi memeliler kış uykusuna yattıklarında vücut sıcaklıkları düşer, kalp atışları ve solunumları çok yavaşlar.İnsanın derisinde terlemeyi sağlayan milyonlarca gözenek vardır. Çok sıcak bir ortam daha sık soluk alarak dilin üzerinden buharlaşan suyla serinlemeye çalışırlar.
Duyular ve İletişim
Hayvanların çoğunda insanlardaki gibi beş temel duyu bulunur: Dokunma, tat, koku, işitme ve görme duyuları. Ama bazı hayvanların duyularından biri ya da birkaçı insanların-kinden daha fazla gelişmiştir. Örneğin köpeklerin koku ve işitme duyuları son derece keskindir; bizim algılayamadığımız pek çok kokuyu ayırt edebilir, bizim duyamayacağımız kadar alçak ve yüksek frekanslı sesleri işitebilirler.
Bazı hayvanlar gözleri olmadığı halde aydınlığı ve karanlığı algılayabilir, bazıları da kimyasal maddelerin kokusuna ve tadına tepki verir. Ayrıca hayvanlarda bizim bilmediğimiz başka duyular da olduğu sanılıyor. Yoksa kuşların, balıkların ve böceklerin hiç yollarını kaybetmeden çok uzun göç yolculuklarına çıkıp geri dönmelerini açıklamak çok güçleşir. Bazı uzmanlar bunu göçmen hayvanların Dünya’nın magnetik alanından yararlanmayı bilmesine bağlıyorlar.
İnsanların konuşma gibi çok üstün bir yeteneği vardır. Ama gelişmiş hayvanların birçoğu da havlama, miyavlama, kükreme, inleme gibi tanıdığımız seslerle acıktığını, korktuğunu ya da sevindiğini belli edebilir. Hatta bazı hayvanlar çok daha karmaşık ve anlamlı sesler çıkararak türdeşleriyle iletişim kurarlar. Örneğin bir erkek kuşun ötüşü öbür erkekleri uzak durmaları için uyarırken dişisini yaklaşmaya çağırır. Kuşların birbirlerini tehlikeye karşı uyaran ya da sürüyü topluca uçmaya yönelten değişik anlamlı ötüşleri de vardır. Ama bir papağan ya da muhabbetkuşu insan sesini taklit ederken kuşkusuz söylediği sözcüklerin ne anlama geldiğini bilemez.
Hayvanlarda bir bildiri niteliği taşıyan bazı hareket ve davranış biçimleri de saptanmıştır. Adatavşanları bir tehlike sezdiklerinde arka ayaklarıyla yere vurarak gürültü çıkarır, köpekler yemek yemek ya da dolaşmak istediklerinde sahiplerini çekiştirirler.
Hareket ve Yer Değiştirme
Daha önce de belirtildiği gibi, erişkin süngerler ve mercan polipleri dışında bütün hayvanlar yer değiştirebilen hareketli canlılardır. Ama asalakların çoğu bir hayvanın üzerine yerleşip yaşamını orada sürdürdüğü için hareket etme gereği duymaz. Denizyıldızı, denizşakayığı ve deniz kabuklularının çoğu yavaş yavaş dipte sürünerek ya da suda kayarak ilerler. Kalamar, mürekkepbalığı ve ahtapot gibi birkaç hayvan da gövdesinin arkasından su püskürterek bu itme kuvvetiyle yol alır. Denizanaları gövdelerini kasıp gevşeterek yüzebildikleri halde genellikle kendilerini suyun akıntısına bırakarak serbestçe sürüklenirler. Hiç tartışmasız bütün hayvanlar içinde en iyi yüzen balıklardır. En hızlı yüzücülerden biri olan kılıçbalığının saatte 95 km hız yaptığı söylenirse de bazı uzmanlar saatte ancak 65 km yol alabildiğini öne sürerler. Balıklardan sonra iyi yüzücüler arasında balinalar ve foklar gibi deniz memelileri gelir.
Omurgalılar arasında gerçek anlamda uçabilen yalnızca kuşlar ve yarasalardır. Ama yarasalar dışında bazı memeliler, hatta sürüngenlerin, amfibyumların ve balıkların birkaç türü havada bir süre süzülerek yol almayı başarabilir. Buna karşılık kuşların birçoğu yüzmede ve dalmada çok ustalaşmıştır. Saatte 320 km hızla uçabilen doğan ve yelyutanın kuşlar arasında uçuş rekortmeni olduğu öne sürülür. Yarış güvercinlerinin de 130 kilometrelik bir uzaklığı saatte ortalama 150 km hızla aştıkları saptanmıştır. Yılan, keler ve kertenkelelerin çoğu karada ve suda aynı rahatlıkla hareket edebilir. Yılanların karadaki hızı genellikle saatte 8 kilometreyi aşmazken kelerler ile kertenkeleler sürünerek çok daha hızlı yol alabilirler. Boyutlarından beklenmeyecek kadar iyi sıçrayan kurbağaların bazı türleri 3 metre kadar sıçrayabilir. Gene de karada en rahat hareket eden hayvanlar memelilerdir. Dünyanın en iyi kısa mesafe koşucusu olarak bilinen çita saatte 110 km hız yapabilir.
Toplu Yaşayan Hayvanlar
Bazı hayvanlar, örneğin tilkiler tek başlarına dolaşıp avlanmayı severler. Bir bölümü, örneğin deniz kuşları yalnızca çiftleşme mevsiminde bir araya toplanarak kalabalık sürüler oluşturur. Bazıları da, özellikle kuşlar, kelebekler, rengeyikleri, yılanbalıkları ve yengeçler hep birlikte uzun göç yolculuklarına çıkarlar. Buna karşılık bütün yıl boyunca sürüler halinde yaşayan, birlikte yiyecek aramaya çıkıp birlikte yuva kuran ve bütün yavrulara elbirliğiyle bakan pek çok hayvan vardır.ABC AjansıYalnız ve toplu yaşamanın kendine göre hem yararları, hem sakıncaları olduğu söylenebilir. Örneğin bağımsız bir üreme bölgesi seçerek burayı kendi türdeşlerine ve başka hayvanlara karşı canla başla savunan bir kuş, yavrularının bu güvenli bölgede saldırganlardan korunmasını ve bol yiyecekle beslenmesini sağlamış olur. Üstelik hayvanlar toplu olarak yaşamadıklarında, içlerinden birinin yakalandığı bir hastalık öbürlerine sürüdeki kadar kolayca bulaşamaz.
Öte yandan, bir kolonideki ya da büyük bir sürüdeki hayvanların dayanışma ve yardımlaşma şansı vardır. Güçlerini birleştirdiklerinde tehlikeli bir düşmanın saldırısıyla daha kolay başa çıkabilirler ve bir güçlükle karşılaştıklarında ne yapmaları gerektiğine karar veren bir önderleri olur.
Termitler, her bireyin belirli bir görevi üstlendiği ortak yuvalarında son derece düzenli ve örgütlenmiş bir yaşam sürerler. Karıncalar gibi bu böceklerin de kralları, kraliçeleri, askerleri ve işçileri vardır. Yalnızca işçiler sindi-rilebilir türden be •in üretebildiği için yuvanın bütün öbür bireyleri günlük yiyeceğini işçilerden bekler.
Kuşların ve memelilerin toplu davranışları da çok ilginçtir. Suyun üstünde sıraya dizilip emir almışçasına aynı anda yuvarlanıp döneı kıyı kuşlarını izlediniz mi hiç? Kazlar da sürv halinde yiyecek ararken, yaklaşan tehlike^ haber vermesi için içlerinden birkaçını nöbe çi dikerler. Aynı davranışa çayır marmotu j bi bazı memelilerde de rastlanır.
Üreme
Hayvanların çoğunda, yeni bir canlının dünyaya gelebilmesi için dişi ile erkeğin çiftleşmesi, yani üreme hücrelerinin birleşmesi gerekir. Eşeyli üreme denen bu çoğalma biçiminde önce dişinin vücudunda bir yumurta hücresi oluşur. Çiftleşme sırasında erkeğin spermaları bu hücreyi döller ve gelişmesini tamamlayan bu döllenmiş yumurtadan bir yavru biçimlenir. Böceklerde, sürüngenlerde, kuşlarda ve bütün memelilerde, dolayısıyla insanda üremenin temeli budur. Ama döllenmiş yumurtadan yavrunun gelişmesi türden türe çok değişir. Örneğin tavşan yavrusu döllenmeden bir ay sonra, fil yavrusu yaklaşık 21 ay sonra doğar. Bazı hayvanların yumurtası sert bir kabukla korunmuştur ve döllenir döllenmez dişinin vücudundan dışarı atılır (yumurtlanır). Yavrular gelişmesini tamamlayıp kabuğu kırıncaya kadar yumurtalar ya güneşe bırakılır ya da ana baba, vücudunun sıcaklığıyla ısıtmak için üzerinde kuluçkaya yatar.
Balıklarda genellikle önce dişiler yumurtalarını suya döker, sonra erkekler spermalarını izerlerine boşaltarak bu yumurtaları döller. Kurbağaların ve öbür amfibyumların üreme yöntemi de aynıdır. Böceklerin çoğunda bir ek çiftleşmede binlerce yumurta döllenir, dalanlarının kraliçesi (anaarı) bütün yaşamı ‘oyunca bir kez çiftleşir ve erkeğin spermalaını, ileride kullanmak üzere vücudundaki özel ceselerde biriktirir. Böylece anaarının döllenneyen yumurtalarından erkek arılar, dölleıenlerden de işçi arılar çıkar; yalnız döllenmiş yumurtalar arasından seçilen larvalar ansütüyie özel olarak beslendiğinde anaarıya dönüşür.
Büyüme ve Gelişme
Yumurtadan çıkan ya da doğan hayvan yavrularının erişkin duruma gelinceye kadar geçirdikleri büyüme evreleri de son derece farklı-lır. Bazı hayvanlarda yumurtadan çıkan yav-unun ana babasıyla hiçbir benzerliği yoktur örneğin bir tırtılın kelebeğe benzediğini kimse öyleyemez. Erişkin bir kelebeğe dönüşebilmesi için pupa ya da krizalit evresi denen ikinci bir gelişme evresinden daha geçmesi gerekir. Oysa bir çekirge yavrusu yumurtadan çıktığı anda erişkin biçimine oldukça benzer, yalnız kanatları yoktur.
Kuş yavrusu da iki ya da altı hafta sonra yumurtadan çıktığında ana babasına pek benzemez. Hav denen incecik tüylerini atıp büyüklerinkine benzeyen tüylerle örtünmesi üç dört ay, hatta beş yıl kadar sürebilir. Amfibyumların iribaş (tetari) denen yavruları da erişkinlerden çok farklıdır. Buna karşılık sürüngenlerin yavruları renkleri pek benzemese de ana babalarının küçük bir kopyası olarak dünyaya gelir.
Hayvanların en gelişmiş grubu olan memelilerde de yavruların gelişme evreleri türden türe çok değişir. Kanguru gibi keseli memelilerin yavruları, belirli bir biçimi bile olmayan minicik bir canlı olarak doğar. Yalnızca annelerinin kesesine tırmanıp memelerinden süt emmeye güçleri yeter. Keseden dışarı çıkıp kendi kendilerine dolaşabilecek duruma gelmeleri aylarca sürer. Adatavşanları ile kedilerin yeni doğmuş yavruları da gözleri bile görmeyen çok çaresiz canlılardır; ama iki üç hafta sonra ana babalarına benzemeye başlarlar. Buna karşılık tavşan yavruları neredeyse doğar doğmaz koşup zıplayacak kadar hareketli ve gelişmiştir. Bazı kıyı kuşlarının, örneğin yağmurcunun yavruları da yumurtadan çıktıktan birkaç saat sonra dolaşmaya başlayabilir; ama büyüyüp erişkinler gibi tüylenmesi için oldukça uzun bir zaman gerekir.