Küresel ısınma ile enerji arasındaki ilişki nedir?
KÜRESEL ISINMA VE ENERJİ PROBLEMİ
Dünya’nın küresel ısınma nedeniyle 10 yıl sonra geri dönülemez bir noktaya geleceğini geçtiğimiz ay, farklı ülkelerden bilimadamlarının ortak çalışması sonucu yayınladığı rapordan öğrenmiş, niyeyse gayet geçici bir hüzün yaşamıştık. Durumun ciddiyetini daha iyi kavrayabilmek açısından Johns Hopkins Üniversitesi Fizik Bölümü‘nden Dr. Can Kılıç‘ın yazdığı Küresel Isınma ve Enerji Problemi yazısını hepinizin okumasını tavsiye ederim.
Küresel Isınma
Son birkaç yıldır adını giderek daha sıkça duymaya başladığımız küresel ısınma problemi aslında yeni bir teori değil, bilim adamlarının onlarca yıldır kamunun dikkatini yöneltmeye çalıştıkları bir tehlike. Üzücüdür ki bu problemin kabul edilmesi işlerine gelmeyen dünyanın önde gelen devletleri ve sanayi lobileri bugüne kadar kamunun bu konuda bilgi sahibi olmasını engellemeyi ve hatta bu tehlikeyi sadece az sayıda insanın inandığı, safsata niteliğinde bir teori gibi göstermeyi başarmışlardır. Bu bencilce ve öngörüşsüz oyunlar yüzünden ancak günümüzde, yumurta kapıya dayandığında, hatta belki de çok geç kalmış olduğumuz bir noktada başlıyoruz bu tehlike hakkında bilgilenmeye, çünkü artık iklimlerdeki değişme, ortalama sıcaklıklardaki artış ve kapının eşiğindeki kuraklık sinyalleri gözardı edilemeyecek hale gelmiştir.
Geçtiğimiz sene içerisinde gerçekleşen bir başka yenilik de ABD’de kitlelere ulaşmayı başaran, Amerika’nın 2000 seçimlerindeki başkan adayı Al Gore tarafından hazırlanan “İşe Gelmeyen Gerçek: Küresel Uyarı” isimli filmin gösterime girmesi oldu. Her ne kadar Al Gore’un bu filmden politik bir fayda sağlama amacında olduğu iddia edilebilirse de ilk kez bu film sayesinde başta Amerikan halkı olmak üzere dünya toplumları tarafından problemin ulaşmış olduğu boyutu farketme olanağı doğmuş olması ve bu konuda acilen ciddi önlemler alınması gerektiğinin kamu tarafından anlaşılmaya başlanması pozitif gelişmelerdir.
Bu noktada küresel ısınma problemini teknik olarak açıklamak yararlı olacaktır: Geçen bir yüzyıl içerisinde dünya nüfusunun 2 milyarın altında bir düzeyden 6.5 milyara ulaşması ve dünya çapındaki sanayileşme hareketi nedeniyle, atmosfere salınan ve en önemli örneği karbondioksit olan sera gazlarının konsantrasyonu tarihte hiç görülmemiş bir düzeyde artmıştır. Bu gazlar güneşten dünya yüzeyine ulaşan enerjinin giderek daha büyük bir kısmının atmosfer tarafından tutulmasına ve daha azının uzaya geri yansıtılmasına sebep olmaktadır. Bu da elbette küresel boyutta artan sıcaklıkları beraberinde getirmektedir.
Maalesef küresel ısınma problemi kendiliğinden hızlanan bir niteliktedir, sıcaklıkların artmasıyla birlikte dünyanın sürekli olarak kar ve buzla kaplı olan kutup bölgelerinde giderek daha fazla erime meydana gelmekte ve beyaz olduğu için güneş ışınlarını ayna gibi uzaya geri yansıtan bu buz kütlelerinin yok olmasıyla her geçen gün daha da çok güneş enerjisi yere ulaşmaktadır.
Küresel ısınmanın doğuracağı sonuçlar çok ciddidir. Dünya üzerindeki ortalama sıcaklık artmakla kalmayacak, varolan iklim sistemleri büyük ölçüde değişecektir ki bu okyanus akıntılarını, yağış dağılımlarını ve rüzgar sistemlerini kapsamaktadır. Bu değişikliklerden ekosistem de büyük zarar görecek, karada ya da denizde olsun bölgelerindeki iklime uyum sağlamış bulunan sayısız bitki ve hayvan türü yok olacak ve doğanın dengesi geri döndürülemez biçimde bozulacaktır. Tüm bu korkutucu sonuçlar elbette insanlığı da çok zor durumlarda bırakacak, su sıkıntısı, tarım ve hayvancılığın zarar görmesinden dolayı kıtlık ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonominin alacağı darbe ile sefalet baş gösterecektir. Kutuplarda karasal buzların erimesi ve buradan çıkan suyun okyanuslara eklenmesiyle dünya çapında deniz seviyesinin metrelerce yükselmesi ve günümüzde milyonların yaşadığı tüm kıyı şehirlerinin büyük ölçüde su altında kalması söz konusudur.
Bu korkunç senaryolar uzak bir gelecekte değil, bizim yaşam süremiz içerisinde gerçekleşecek ve eğer önü alınamazsa günümüzün genç kuşağı dünyanın çehresinin tanınmaz ölçüde değişmesini izlemek zorunda kalacak. Elbette bu ürkütücü sonuçlardan Türkiye de nasibini alacaktır, hatta Akdeniz kuşağı kuraklık tehlikesinin ilk olarak tehdit ettiği bölgelerden biridir ki maalesef bunun etkilerini bugünden hissetmekte olmamız problemin ne kadar ilerlemiş olduğuna dair çok endişe verici bir işarettir.
Fosil Yakıtlar ve Enerji Problemi
Bu yazının geri kalanında küresel ısınma sorununun henüz kamuya daha az ulaşan yanı olan “enerji problemi”nden bahsedeceğiz. Enerji problemi, eğer küresel ısınmanın önünü almak istiyorsak dünyanın enerji ihtiyacını nasıl karşılayacağımızla ilgilidir. Bu konudaki güçlük, şu anda medeniyetimizin enerji talebinin, elektrik, ısınma ya da ulaştırma amaçlı olsun, neredeyse tamamen fosil yakıtlarla (yani kömür, petrol ve doğal gaz) sağlanmakta olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun istisnaları olarak hidroelektrik ve nükleer santraller gösterilebilir.
Burada iki hususa dikkat etmeliyiz: Küresel ısınma problemi açısından en önemli olan unsur bir enerji kaynağının atmosfere sera gazları salıp salmamasıdır ki fosil yakıtlar doğalgaz da dahil olmak üzere) yakıldığında karbondioksit açığa çıkarırken, nükleer enerji her ne kadar başka sakıncaları olsa da sera gazları açısından zararsızdır. İkinci ve küresel ısınma bakımından önemi nispeten daha az olan husus ise bir enerji kaynağının yenilenebilir olup olmamasıdır ki ne fosil yakıtlar ne de nükleer enerji yenilenebilirken hidroelektrik enerji kullanıldıkça tükenmediğinden dolayı yenilenebilir bir enerji türüdür.
Bazen dile getirildiğinin aksine enerji probleminin fosil yakıtların yakın gelecekte tükeneceği iddiasıyla bir ilgisi yoktur, ve zaten bu iddia doğru değildir. Uzman bilimadamları, özellikle okyanus altındaki kömür rezervlerinin devreye sokulmasıyla en karamsar tahminlerle bile dünyanın enerji talebini binlerce yıl gidermeye yetecek kadar fosil yakıt kaynağı bulunduğunu belirtmektedir. Az önce de belirttiğimiz gibi enerji problemi ancak küresel ısınmanın önünü almayı kendimize şart koştuğumuzda, yani fosil yakıtları kullanmayı gönüllü olarak bıraktığımızda karşımıza çıkacak bir zorluktur. Kısaca, önümüzdeki onyıllar içinde insanlık, teknolojik olarak çok güç olmasına rağmen tüm dünyanın halihazırdaki enerji kullanma sistemini baştan aşağı değiştirmek veya dünya yüzünün geri dönülmez bir biçimde değişmesine izin vermek seçenekleri arasında karar vermek durumundadır.
Elbette atmosferde insanlık daha evrimleşmeden önce bile sera gazları vardı ve bunlar milyonlarca yıllık bir süreç içinde doğada belli konsantrasyonlarda dengelenmişti. Atmosferdeki karbondioksit miktarı bu doğal denge içinde aşağı yukarı 50 yıllık bir sürede okyanuslar tarafından emilerek sabit bir konsantrasyonda tutulmaktadır. Bu da bizim enerji krizi ile başetmek için elimizde olan süreyi belirlemektedir. Şu anda zaten normalin çok üstünde bir seviyeye gelmiş olan karbondioksit düzeyi, biz bugün karbon emisyonu olan tüm yakıtları kullanmayı bıraksak bile ancak 50 yıllık bir zaman diliminde normale dönebilecektir. Küresel ısınmanın etkilerinin daha günümüzde bile ne boyutlara gelmiş olduğu düşünülürse anlaşılacaktır ki eğer 21. yüzyıl içinde tüm dünya medeniyetleri olarak kullandığımız enerji kaynaklarını değiştiremezsek zaten kurtarılacak bir ekosistem kalmayacaktır geriye.
Alternatif Yakıtlar
Şimdi enerji problemine önerilen çeşitli çözümleri ele alalım ve bunları değerlendirelim. Haliyle burada kendimizi sera gazlarını açığa çıkarmayan enerji tipleriyle sınırlandırmak zorundayız; buna karşılık hem yenilenebilir hem de miktarı sınırlı olan enerji kaynaklarını gözden geçireceğiz. Her ne kadar gelecekte insanoğlu sadece yenilenebilir kaynakları kullanmaya mecbur olsa da enerji problemi daha acil olup bu teknolojiler devreye girene kadar daha kısa vadeli çözümlere başvurmak mümkündür.
Bunun en önemli örneği nükleer enerjidir. Yenilenebilir bir kaynak olmamasına karşın, şu anda yeni bir teknoloji icat etmeye gerek kalmadan enerji problemi ile mücadele etme potansiyeli bulunan tek enerji türü nükleer enerjidir. Bu açıdan yenilenebilir ve kalıcı diğer çözümlere doğru giden yolda kısa süreli bir geçiş döneminde kullanılması mümkün gözükse de aslında bu pek gerçekçi değildir. İlk olarak nükleer enerji ancak elektrik elde etmede kullanılmaktadır; elektrik enerjisi ise dünyanın enerji gereksiniminin sadece yüzde onuna denk gelmektedir. Kaldı ki kendimizi sadece dünyanın tüm elektrik ihtiyacını nükleer enerjiden sağlamakla sınırlandırsak bile, bunun için önümüzdeki elli yıllık süre içinde her birkaç günde bir yeni bir nükleer santral yapılması ve hizmete açılması gerekmektedir. Daha gerçekçi bir düzeyde, bu yaklaşımın getirdiği esas sorun nükleer teknolojinin dünyanın sadece sayılı gelişmiş ülkelerinin elinde bulunması ve gelişmekte olan ülkelere verilmesinin güvenlik sorunlarını beraberinde getirecek olmasıdır.
Enerji problemine önerilen bir başka çözüm ise bugüne kadar yaptığımız gibi fosil yakıtları kullanmaya devam etmek, fakat çıkan sera gazlarını kimyasal olarak konsantre ederek gömmektir. Maalesef bu yaklaşım da aşılması pek gerçekçi olmayan sorunları beraberinde getirmektedir. Dünyanın bir yıl içerisinde ürettiği karbondioksit miktarı gözönünde tutulacak olursa, bu kadar karbondioksiti okyanus derinliklerinde eritmeye çalışmak denizlerin asitlik değerini arttırarak ekosisteme büyük zarar verecek, kara parçalarının altındaki derin boşluklara gömmeye çalışmak ise bu gazların eninde sonunda, kaçınılmaz olarak yeniden dışarıya sızmasına engel olamayacaktır.
Yenilenebilir Enerji Kaynakları
Bu noktada yenilenebilir enerji kaynaklarına geliyoruz. Bunun en güzel örneği olan hidroelektrik enerjinin ciddi bir teknolojik ya da çevresel problemi olmamasına karşın, maalesef dünya üzerinde kullanılabilir potansiyelinin çok büyük bölümü zaten halihazırda kullanılmaktadır. Alternatif yenilenebilir enerji kaynakları olarak gösterilen jeotermal, rüzgar ve okyanus (gelgit) enerjilerinden ne yazık ki hiçbirinin dünya enerji gereksiniminin çok ufak bir parçasından fazlasını karşılama potansiyeli bulunmamaktadır. Genetik olarak değiştirilmiş bitki veya bakteri çeşitlerini kullanarak enerji depolamak ve bu enerjiyi kimyasal olarak kullanmak (teknik terimle biomass) ise dünyaya gereken enerjiyi sağlamak için günümüzde tarımda kullanılmayan neredeyse tüm yer yüzeyinin kullanılması anlamına gelmektedir ki bu da pek gerçekçi değildir. Zaten söz konusu çözüm olasılığı, bu bitkilere yapılması gereken bakıma harcanacak enerji gözönünde tutulduğunda ancak ufak bir net enerji kazancı getirmektedir.
Enerji probleminin henüz bahsetmediğimiz tek, ve yazarın gözünde en önemli, çözüm adayı güneş enerjisidir. Güneş enerjisi yenilenebilir, sera gazı içermez ve dünyamıza ulaşan güneş ışığı insanlığın ihtiyaç duyduğunun defalarca fazlası, pratik olarak sınırsıza yakın enerji içermektedir. Elbette bu çözüm de kendi problemlerini beraberinde getirmektedir ki bunlar teknolojik niteliktedir. Şu anda elimizde bulunan güneş enerjisi teknolojileri pahalıdır ve bu yüzden ancak diğer enerji türlerinden daha ucuza geldiği yerlerde kullanılmaktadır, örneğin yazlık evlerimizde su ısıtmak gibi. Fakat varolan güneş enerjisi teknolojisini daha ucuz hale getirmenin ötesinde çözülmesi gereken sorun bu enerjiyi nasıl depolayacağımızdır. Çünkü yazlıkların aksine ev-içi ısınma en çok gece duyulan bir ihtiyaçtır, yani güneş çoktan battıktan sonra. Daha genel olarak günün sadece belli saatlerinde ve hatta sadece hava açık olduğunda yararlanabileceğimiz bu enerji türünü nasıl barajlarda su depoluyorsak benzer şekilde depolayabilecek ve gece gündüz, yıl boyunca istikrarlı bir şekilde kullanmamızı sağlayabilecek teknolojiler (güneş pili vb.) geliştirilmesi gerekmektedir. Dünyanın en önde gelen araştırma üniversitelerindeki fizik ve kimya bölümleri de bu teknolojilerin öneminin farkındadır ve bu konudaki araştırmalara bütçe ayırmaktadır fakat yine de bu çabalar tüm dünyayı ciddi ölçüde tehdit eden bir sorunun çözümünün hak etmesi gerekenin çok altında kalmaktadır. Önemli konu, güneş enerjisinin depolanabilmesi, ve sadece elektrik enerjisini değil, ısınma ve ulaşımda kullanılan diğer enerji türlerini de ikame etmesidir.
Bize Düşen Görevler
Problemi ve olası çözümlerini ayrıntısıyla irdeledikten sonra insan olarak bize düşen görevlerden bahsetmekte yarar var. Kişisel olarak, iş, eğitim düzeyi ve yaşımızdan bağımsız olarak hepimizin yapabileceği çok basit bir şey var ki o da çevremizdekilere durumun ciddiyetini anlatmak, onların da tanıdıklarına anlatmalarını sağlamak ve bu konuda politikacıların kendilerini birşeyleri değiştirmek zorunda hissedeceği kadar güçlü bir toplumsal irade oluşturmaktır. Televizyonda bir tek sahipsiz köpeğin öldürülmesini ya da bir yavru fokun avlanmasını gördüğünde üzülen ve kendini birşeyler yapmak zorunda hisseden insanların, binlerce, milyonlarca hayvanın, hatta hayvan türlerinin neslinin tükenmesine göz yumması kabul edilemez. Çocuğu olan yetişkinler olsun, ileride çocuk sahibi olmayı düşünen gençler olsun, kendimize şu soruyu sormamız gerekir: “Birkaç yıl daha alışageldiğim gibi yaşamak için çevreye yaptığım zararın hesabını çocuklarıma, gelecek nesillere nasıl veririm? Bu ataletim ve bencilliğimle çocuklarımı, torunlarımı ve onlardan sonra gelecek olan tüm nesilleri nasıl bir dünyada yaşamaya mahkum ediyorum?”
Küresel ısınma ve enerji problemi yirmibirinci yüzyılda insanlığın karşılaşacağı en büyük ve aşılması en zor olacak sorundur. Bu problemler ancak global düzeyde bir seferberlikle, bugün başlayarak çözülebilir, çünkü yarın bu işe başlamak için çok geçtir. Günümüze kadar, şımarık bir çocuğun sonuçları düşünülmeden her istediğinin ailesi tarafından yapılması gibi, insanlık da sorumsuzca her istediğini doğadan sonuçlarını düşünmeksizin almış, dünyanın nüfusu gezegenimizin taşıyamayacağı kadar artmış ve bugün tüm bunların sonuçları hepimizce hissedilir, inkar edilemez bir hale gelmiştir. İnsanlığın şu anda önündeki seçim bellidir, ya sorumsuzca davranmaya devam ederek bugünün gençlerinin yaşam süresi içinde iklim sistemlerini geri dönülmez biçimde değiştirerek ekosisteme ve dolayısıyla kendimize korkunç zararlar vermek, ya da nispeten yerel boyuttaki diğer tüm problemleri bir yana bırakarak, ki buna dünyadaki tüm savaşlar da dahildir, insanlık olarak olgunlaşmak, kendi elimizle yol açtığımız çevresel problemlerin farkına varmak, sorumluluğunu kabullenmek, ve nihayetinde bu sorunları gidermek için seferber olmak.
Esas soru önümüzdeki elli yıl içerisinde hepimizin hayatının değişip değişmeyeceği değildir. Esas soru dünya üzerindeki hayatın ne şekilde değişeceğidir. Gelecek nesilleri doğanın büyük ölçüde yok olmuş olduğu bir dünyada, açlık ve susuzlukla başederek, sıcaklardan korunmak için belki de yeraltında kurulması gerekecek şehirlerde yaşamaya mı mahkum edeceğiz, yoksa bugün fedakarlıklar yapmaya başlayıp, bize şu anda önemli gibi görünmekte olan yerel ve hatta ulusal problemleri bir yana bırakıp, yaşam şeklimizi değiştirecek, geleceğe yatırım yapacak ve yaptıklarımızın sorumluluğunu kabullenecek cesareti gösterebilecek miyiz? Esas soru “İnsanlık olgunlaşacabilecek mi?”dir.
Alıntıdır.
Hocam çok sağolun yardımcı oldunuz