Melik Tubba kimdir, hayatı hakkında bilgi verir misiniz?
TÜBBÂ
Yemen krallarından yirmi beşincisi, Zebur’la amel eden I. Tübbâ bir vakit seyahate çıkarak Hicaz’a gelir. Peygamber Efendimiz’in hicretinden 700 veya 1000 sene kadar evvel bu diyardan geçerken yanında bulunan 400 kişilik bir ulemâ ve hukemâ cemaatinden şöyle bir haber işitir:
“Cenâb-ı Allâh’ın, insanları irşad ve ıslah için göndereceği peygamberlerin sonuncusu olan Hâtemü’l-Enbiyâ Mekke’de dünyayı teşrif edecek, bilâhare buraya, Yesrib’e hicret edecek ve burada vefat edecektir, zuhuru zamanı yaklaşmaktadır.”
Kralın beraberindeki âlimler bu vesile ile kraldan şöyle bir istirhamda bulunurlar:
“Ey Melik, payitahtınızda kâfî derecede ulemâ vardır. Bizi burada bırakın ve her birimiz için birer hâne inşasını ferman buyurun. Umulur ki, Hâtemü’l-Enbiyâ Hazretleri’nin asr-ı saadetlerine erişir ve kendisine kavuşuruz. Eğer kendilerine kavuşabilirsek, sizi de haberdar ederiz.”
Bunun üzerine kral bu dört yüz âlim için birer ev yaptırır. Onları evlendirir. Birçok mal ihsan eder. Bir hâne de, gelecek Hâtemü’l-Enbiyâ Efendimiz için yaptırır ve:
“O muhterem zat, bu memlekete hicret buyurduğu vakit bu hânede ikāmet buyursun.” diye vasiyette bulunur.
Rivayet olunduğuna göre Peygamber Efendimiz’in hicretten sonra misafir olduğu ev, yani Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh-’ın hâneleri, kralın Peygamber Efendimiz nâmına yaptırdığı hâne imiş.
Tübbâ ayrıca âlimlerin Samûl adındaki reisini davet ederek şöyle bir emir verir:
“Beklenen Hâtemü’l-Enbiyâ şayet benim zamanımda zuhur edecek olursa ne âlâ. Eğer benden sonra zuhur ederse o muhterem zâta verilmek üzere size bir mektup tevdî edeceğim. Bu mektup elden ele, babadan evlâda emanet edilerek tâ Âhirzaman Peygamberi’nin kendi eline varıncaya kadar devredilmelidir.”
Mektubun üzerine de şu ibareyi yazar:
“Evvel ve âhir her emr u takdir Allah Teâlâ’nındır.” (Rûm, 4)
Yazdığı mektup ise şudur:
“Melik Tübbâ Umeyr bin Dürû’dan, Allâh’ın Rasûlü ve Nebîsi olan Muhammed İbn-i Abdillâh’a, emmâ ba‘d (sözün bundan sonrası): Muhakkak ki, ben Sana ve Sen’in her şeyin Rabbi Allâh’a ve Rabb’inden Sana gelenlerin cümlesine îman ve İslâm’a ait ne varsa cümlesine îman ettim ve ben bunu ikrar ettim. Eğer Sana yetişirsem ne güzel ve ne âlâ. Eğer yetişemezsem kıyâmet gününde bana şefaat et ve beni unutma. Ben evvelkilerden biri olarak Sana, Sen gelmeden ve Allah Sen’i göndermeden önce îman etmiş bulunuyorum. Ben Sen’in ve Hazret-i İbrahim’in dini üzereyim.”
Melik bu mektubu yazdıktan sonra maiyetiyle beraber memleketi olan Yemen’e döner. Aradan asırlar geçip de Hâtemü’l-Enbiyâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Medîne-i Münevvere’ye teşrif buyurunca Ebû Eyyûb el-Ensârî Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e bu mektubu arz eder. Rivayete göre bu mektup kendilerine okunurken Rasûl-i Ekrem:
“Sâlih kardeş Tübbâ, merhabâ!” demiş ve bu cümleyi üç defa tekrar etmişlerdir.
Yüzakı: Medine-i Münevvere’nin hicretle, Efendimiz’in teşrifiyle yaşadığı değişim üzerine neler söylemek istersiniz?
Ali HÜSREVOĞLU: Peygamber Efendimiz Medine’yi teşrif ettikleri vakit orada humma yahut veba hastalığı vardı. Buraya hicret eden muhacirler büyük sıkıntılar geçirdiler.
Müslim’in Sahîh’inde rivayet ettiğine göre Âişe-i Sıddîka -radıyallâhu anhâ- şöyle anlatıyor:
“Medine’ye geldiğimizde veba hastalığı vardı. Ebûbekir hastalandı, Bilâl hastalandı… Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbının hastalandığını görünce:
«Ey Rabbim, bize Mekke’yi sevdirdiğin gibi veya ondan daha fazla Medine’yi sevdir. Burayı bizim için sıhhat yurdu yap. ‘Sâ‘ını ve ‘müdd’ünü bereketlendir. Hummasını da Cuhfe’ye naklet.» diye dua buyurdular.”
Veba veya humma, dua-yı Nebevî’de zikrolunduğu üzere Cuhfe’ye, oradaki Hum isimli pınara naklolundu. Oradan içip de hummaya tutulmayan azdır. O vakitte Cuhfe yeryüzünün en vebalı yeri idi. Çünkü orası şirk diyarı idi.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Rüyamda saçı-başı karışık siyah bir kadın gördüm. Medine’den çıktı. Mehîa’da konakladı. Ben bunu Medine’deki vebanın Mehîa’ya nakli olarak te’vil ettim.” (Buhârî) buyurmuşlardır.
Peygamber Efendimiz’in şifa ve bereket duasından sonra ise Medine’nin toprağı bütün dünyanın en bereketli toprağı hâline gelmiştir. Peygamber Efendimiz, bu toprağı bereketli kılması için Allâh’a dua etmiş, bu dua bereketiyle Allah bu toprağı daha çok bereketlendirmiştir. Bu dualarından birinde Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:
“Ey Rabbimiz, Medine’mizi bereketlendir. Ey Rabbimiz, «sâ‘»ımızı bereketlendir, «müdd»ümüzü bereketlendir. Ey Rabbimiz, Medine’mizi bereketlendir. Ey Rabbimiz bu bereketle beraber iki bereket daha ver.” diye dua ettiği rivayet olunmuştur. (Semhûdî, Vefâu’l-vefâ, neşir, 1/53)
Yüzakı: Medine, Peygamber Efendimiz’in gelişiyle başka ne gibi değişimler yaşadı?
Ali HÜSREVOĞLU: Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medine’yi, Mekke-i Mükerreme gibi mukaddes, dokunulmaz bir mekân hâline getirmek istemiş ve:
“Ey Rabbim, İbrahim Mekke’yi harem yaptı ve orayı korudu. Ben de Medine’yi harem yapıyorum, iki ucu arasını. Orada kan dökülemez, kıtal için silâh taşınamaz, hayvana yem olmak için müstesnâ, bir ot veya ağaç koparılamaz.” buyurmuştur.
Medine’nin harem yapılması, orada Nebiyy-i Muhterem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bulunduğundandır. Onun nurları ve bereketi önce bu toprakta yayılmıştır. Allah Teâlâ, Mekke-i Mükerreme’yi de orada Beyt-i Muazzam’ı bulunduğu ve hürmetine riayet edilmesi gerektiği için harem yapmıştır.
Bu iki mukaddes şehrin harem yapılması, mü’minlerin orada huzur içinde ibadet edebilmeleri için Allah tarafından rahmettir.
Buralarda bulunulduğu müddetçe daima ve büyük bir itina ile âdâba riayet edilmesi lâzımdır. Şu derecede ki:
Bir mü’min, Mekke-i Mükerreme’de bulunduğu müddetçe; «kalbinden geçenlerden de sorumlu olacağını» düşünerek,
Medine-i Münevvere’de bulunduğu müddetçe de Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Kabr-i Saadetleri’nde diri olduğuna inanarak hareket edecektir.
Harem hudutlarının tespitine dair sayısız hikmetler vardır. Bu cümleden olarak rivayet olunur:
“İbrahim -aleyhisselâm- Kâbe-i Muazzama’yı bina edip de cennet taşlarından olan Hacer-i Esved’i (Hacer-i Esved o zaman kardan beyaz idi.) yerine koyunca Kâbe-i Muazzama’nın dört tarafını aydınlattı. Işıklarının ulaştığı yerler harem hudutları dâhilinde kaldı.”
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’ın rivayetine göre Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Medine’yi teşrif ettikleri gün, orada ne varsa aydınlandı ve ışığının ulaştığı yerler harem hudutları dâhilinde kaldı. Enes bin Mâlik bu hâdiseyi:
“Bir böyle gün daha görmedik.” diye anlatmıştır.
Yüzakı: Efendim «Medine» ismi üzerinde neler söylersiniz? Yesrib nasıl Medine oldu?
Ali HÜSREVOĞLU: Efendim, «medine», şehir demek. Eğer; «mim, dal, nun» köküne itibar olunursa ikāmet edilen yer demektir. «dal, elif, nun» kökünden itibar olunursa itaat ve mülk demektir. İnsanoğlu orada mülk edinir, belirli bir nizama ve kanuna itaat eder. Çünkü sultan, şehirde bulunur ve ona itaat edilir. Şehirde bir toplum vardır. Toplum bağlayıcıdır. Müslüman toplum içinde Allâh’a itaat edilir.
Yine Medine, «karye» sınırlarını aşmış ve ülke büyüklüğünde olmayan imar edilmiş yere denir. Tek olarak «Medine» denildiği zaman Rasûlullâh’ın şehri olan Medîne-i Münevvere anlaşılır. Arapçada mârife (yani el-Medîne şeklinde belirli) olarak kullanıldığında Medîne-i Münevvere, nekire (yani medînetün şeklinde belirsiz) olarak kullanıldığı zaman herhangi bir şehir mânâsını ifade eder.
Bu da Medînetü’n-Nebî, Medînetü Rasûlillâh yani «Allah Rasûlü’nün şehri» terkibinden doğmuştur.
Yüzakı: Medine’nin çok sayıda ismi var. Bunlar üzerinde çalışmalarınız da var. Bunlardan öne çıkan bazılarını sizden öğrenebilir miyiz?
Ali HÜSREVOĞLU: Efendim, bir insanın, bir şeyin, bir şehrin isimlerinin çok olması, o isimlerin sahibinin şerefine delâlet eder. Medîne-i Münevvere’nin mukaddes kitaplarda, Kur’ân-ı Kerim’de, Peygamberimiz’in hadislerinde ve ümmetin dilinde zikredilmiş pek çok ismi ve sıfatı günümüze ulaşmıştır.
Medîne-i Münevvere’nin İslâm’dan önce bilinen meşhur ismi Yesrib idi:
YESRİB
Kāmus tercemesinde verilen bilgiye göre Yesrib, Nuh oğlu Sam evlâdından buraya ilk yerleşenin adıdır. Ancak bu kelime; «zarar, dökülüp saçılmış, dağılmış» mânâsına olmakla Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu ismi Tâbe ve Taybe olarak değiştirmiştir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz:
“Kim Medine’yi Yesrib diye isimlendirirse Allâh’a istiğfar etsin. Çünkü o Tâbe’dir.” buyurmuşlardır.