Mustafa Kemal Atatürk öğrencilere ilk dersini ne zaman verdi?

Mustafa Kemal Atatürk öğrencilere ilk dersini ne zaman verdi?

Atatürk’ün ilk alfabe dersi

Yeni harflerin kabulü günlerinde, yâni 1928 de Türk milletinin başöğretmeni Atatürk’tü. Yurt gezilerinde memleket halkına yeni Türk harflerini öğretiyor, yazdırıyor, söyletiyor ve milleti imtihana çekiyordu.

Atatürk’ün bu candan ve yakın ilgisi ile pek kısa bir zamanda herkes okuyup yazmaya çalışıyordu. O günlere ait bir hâtırayı aktarıyorum :

“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Onlar ki içtimaî heyetleri hakikî milletler haline koyarlar.” diyen ATATÜRK, yeni Türk harflerinin başöğretmenliğini ilk defa bundan 45 yıl önce Tekirdağ’ında yapmışlardı. Bu suretle, siyasî ve idarî inkılâplarımızın en mühimmini teşkil eden Harf İnkılâbının, tatbikatına ilk defa sahne olan Tekirdağ, inkılâp tarihimizde daima şerefli bir mevki taşıyacaktır.

Yeni Türk harfleri seferberliği bütün memleketi saran, millî bir teşebbüs ve kültür hareketi halinde devam ederken; Atatürk, 23 Ağustos 1928 Perşembe sabahı saat 6,00 da Ertuğrul yatiyle Tekirdağ’ına gelmişlerdi. Bunu haber alan Tekirdağ’lılar, Gazi’yi görmek için büyük ve coşkun bir sevinçle iskeleye akın etmeğe başlamışlardı. Bayraklarla süslenen şehri bir fevkalâdelik havası sarmış, iskele halılarla döşenmişti. Saat 11.30 da ATATÜRK ve refakatlerindeki zevat, Ertuğrul’dan ayrılarak istimbotla iskeleye yanaşmışlar, halkın alkışları ve sevinç gözyaşlarıyle karşılanmışlardı.

Mızıka ve otomobillerin klaksonu ortalığı çınlatırken, (Yaşa, safa geldin Paşa, varol!) nidaları göklere yükseliyordu. İskeleden yürüyerek ve halkı neşeli bir çehre ile selâmlıyarak geçen GAZİ, Tekirdağlıların şükran dolu hayranlık hisleri arasında otomobile binerek hükümet konağına geldiler.

Vilâyet makamında on dakika istirahatten sonra, bütün memurların toplandığı Umumî Meclis salonuna geçen GAZİ, hazır bulunanların tazimlerini kabul buyurdular. Mütaakıben büyük öğretmen, hazırlattıkları kara tahta önüne gelerek birkaç sözden sonra yeni harflere karşı beslenen alâkayı yokladılar. Burada iki saat fasılasız meşgul olan GAZİ, ilk önce Türkçe’deki (A, E, İ, I, O, Ö, U, Ü) vokallerimin fonetik bakımından rollerini anlattılar ve salonda bulunanların bir çoğunu imtihandan geçirdiler. Fransızca bilenler muvaffakiyet gösterirken bilmiyenler şaşırıyor, duraklıyordu.

GAZİ yazıyor, yazdırıyor, açıklamalarda ve teşviklerde bulunuyordu. Bu arada bir odacının yeni harfleri güzelce okuyup yazması, GAZİ’yi çok memnun etti. Sonra GAZİ, hazır bulunanlara hitaben imdiye kadar hazırlanmalıydınız, diyerek serzenişte bulundular.

Bu hitâb, salonda bir durgunluk hâsıl etti. Bunun üzerine o zaman Tekirdağ ortaokul öğretmeni ve Muallimler Birliği Reisi bulunan Mustafa Raşit Bey, GAZİ’nin huzuruna doğru ilerleyerek kendilerini tazimle selâmladıktan sonra:

— Paşa hazretleri, dedi; evet buyurduğunuz gibi, bizleri bu işte hazırlanmış görmediniz. Müsaadenizle sebebini arzedeyim. Bundan beş on gün evvel lâtin hurufatını yayımlamağa memur bir komisyon tarafından gazetelere verilen ilânda (önüne gelen rastgele lâtin harflerini öğrenmeğe kalkmasın. Yakında komisyonumuz tarafından resmî-mühürlü bir alfabe yayınlanacaktır. O çıktıktan sonra öğrenmeğe gayret edilsin.) deniliyordu. İşte bunun içindir ki hepimiz o alfabenin intişarına değin bekledik. Emir buyurun o alfabe bir an evvel çıksın. Göreceksiniz ki milletin ilmî, selâmeti ve terakkisi namına yapacağınız bu yüksek devrim hemen kabul edilecek ve yerine getirilecektir.

Bunun üzerine GAZİ, kendine hâs bir vakar ve samimiyetle bu izahatı kabul buyurarak ileride konuşmakta bulunan İçişleri Bakanına seslendi :

—Şükrü Kaya, Şükrü Kaya, Beyefendinin sözlerini not edin ve acele ediniz…

Bundan sonra halkın tezahüratı arasında yaya olarak Belediyeye ve sonra da Zabitan Yurduna giden GAZİ, subaylarla yeni harfler hakkında konuştuktan sonra orada Liva Kumandanına yeni Türk harfleriyle şunları yazdırdı :

Zabitan Yurdunda Liva Kumandanı Beyefendiye yazdırılmıştır: Bugün Tekirdağında bulunan zabit arkadaşlarımı ziyaretten çok memnun oldum. Bu memnuniyetimi burada hazır bulunmayanlara da lütfen söylersiniz. Yeni Türk harflerini bütün muhitlerine serian öğretmelerini kendilerniden hassaten rica ve taleb ederim.

Zabitan Yurdundan çıkınca gittikçe kesafeti artan halk arasında güçlükle açılan dar yoldan yürüyen GAZİ, Merkez Eczahnesi önünde durdular; kalabalık arasında gözlerini gezdirirken Halkevinin basamağında duran sarıklı ve cübbeli Eskicami İmamı Mevlâna Mustafa Özeren’i:

—Hoca efendi, hoca efendi… Diye çağırdılar. Hep birlikte eczahaneye girdiler. Ortada bir masa vardı. Derin bir hürmetle GAZİ’yi selamlayan hoca :

—Buyurunuz Paşa hazretleri!, dedi. GAZİ, hocayı masa başına oturtarak eline bir kalemle iki yapraklı bir kâğıt uzattı.
—Yaz bakalım hocam! dedi. Ve Arab harfleriyle şu sûreyi yazdırdı :

‘Vettinl vezzeytûni ve tûri sinine ve hazel beledil emin lekat haleknel insâne fi ahseni takvim sümme…’
Geniş bir nefes alan Mustafa hoca, dikkatle ve tabii eski harflerle bu sûreyi yazdı. Atatürk, bu yazıyı bir kaç türlü okuduktan sonra dedi ki :
—Hocam, ben bu yazdıklarını (Valtin valziton) diye de okuyabilirim, buna ne dersin ?
Mustafa hoca şu cevabı verdi :
—Efendim, bunun üstünü var, esresi var, şeddesi var, meddi var. Bakınız bunları koyduğumuz zaman aslı gibi okunur.

Atatürk, bu ibareyi bir kaç kişiye daha okuttu, her kes, her kelimeyi başka türlü okudu. Sonra, Mustafa Özeren’e aynı yazıyı yeni Türk harfleriyle yazmasını söyledi.

Hocaefendi bilemediğinden özür diledi. Bunun üzerine Atatürk, kalemi eline alarak, aynı satırları yeni Türk yazısiyle yazdılar; Arapça bilen bilmeyen herkes bu yazıyı doğru olarak okudu. Bu suretle Arapça ile Türkçe arasındaki farkı çok canlî bir surette beliren büyük öğretmen ATATÜRK
lâtin harfleriyle yazdığı yazıyı Mustafa hocaya göstererek:

—Görüyorsun ya hocam, bu harflerin şeddesi meddesi yoktur, dedi. Hem bak bu harflerle ne kadar kolay ve yanlışsız okunuyor… işte biz bunu düşünerek ve Garb asarını da kolaylıkla öğrenmek, bütün cihana lisanımızı kolaylıkla öğretebilmek için lâtin harflerini kabul ediyoruz. Buna ne dersiniz ? dedi.

Mustafa hoca derhal:
—Çok güzel efendim, çok güzel, diyecek bir şey yok.Allah muvaffak etsin, cevabını verdi.

Bundan sonra ATATÜRK, kendi el yazılariyle olan kâğıdı Mustafa hocaya vererek :
— Sizden Türk yazısını öğrenmenizi isterim.dedi. Bu kıymetli yadigârı sevinçle alan hoca çekildi.

Atatürk, bundan sonra 15-20 dakika şehirde bir gezinti yapmışlar, halkın coşkun sevgi tezahürleri arasında (Yaşa, varol!) nidalarıyle uğurlanarak saat 15’te Ertuğrul yatiyle İstanbul’a dönmüşlerdir.

Ertesi günü ATATÜRK, Tekirdağ’ındaki intibalarıni gazetecilere şöyle anlatmışlardır:

İlk fırka kumandanı olduğum Tekirdağ’ını (14) sene sonra ziyaret edebildim.

Bundan çok memnun ve münşerih olduğum nokta şudur: Tekirdağlı vatandaşlarım daha şimdiden yeni Türk harflerini yazıp okumayı hemen öğrenmişlerdir; diyebilirim. Memurların kâffesini bizzat imtihan ettim. Sokaklarda ve dükkânlarda halk ile temaslar yaptık. Arab harfleriyle hiç yazmak, okumak bilmeyenlerin Türk harfleriyle ünsiyet etmiş olduklarını gördüm.

Henüz ortada saiâhiyettar makamatın tasdikinden geçmiş bir rehber olmadan, henüz mektep muallimleri delâlet faaliyetine geçmeden yüce Türk milletinin hayırlı olduğuna kanaat getirdiği bu yazı meselesinde bu kadar yüksek ve intikal bilhassa istical göstermekte olduğunu görmek benim için cidden büyük, çok büyük saadettir. Bu husus elbette ağyar için mucibi hayret olacaktır.

Az zaman sonra yeni Türk harfleriyle gözler kamaştırıcı Türk mânevi inkişafının vâsıl olabileceği kudret ve itibarın beynelmilel seviyesini gözlerimi kapayarak şimdiden o kadar parlak görüyorum ki bu manzara beni gaşyediyor.

Ben yalnız bugün Tekirdağlılarda sezdiğim ruhi ve hissi hâlete yalnız buna dahi istinaden kat’i olarak beyan edebilirim ki bütün Türk milleti bu meselede benim güttüğümü, benim hissettiğimi aynen görmekte ve hissetmektedir.Bu kadar hassas ve şuurlu olan Türk milleti kendisinin refahına, itilâsına binlerce seneden beri hiûlet edegelmekte olduğunu artık temyiz eylediği bütün maddî ve manevî mânileri yıkacak, parça parça ortadan kaldıracaktır. Bunda artık şüpheye mahal yoktur. Dimağını, vicdanını bu kadar azim ve katiyetle temizlemeğe karar vermiş olan büyük milletimizin istikbalini tasvir etmek hiç te güç değildir.

Harf inkılâbiyle, Türk çocuklarına yeni ve bereketli düşünce ufukları açan büyük öğretmen Atatürk’ün, ilk alfabe dersine ait hâtıraları, inkılâp tarihimizi yazacaklara küçük bir vesika olarak sunarken, rahmetli Atamızın mânevi huzurunda minnet ve şükranla eğiliyorum.

Hilmi YÜCEBAŞ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu