Suut Kemal Yetkin’in “Canım Kitap” adlı yazısını nasıl bulabilirim?

Suut Kemal Yetkin’in “Canım Kitap” adlı yazısını nasıl bulabilirim?

CANIM KİTAP
Nedir insanların kitaplara olan düşkünlüğü? Kitaplar, hele romanlar ve şiir kitapları, neden insanların hayatında bu kadar büyük bir yer alıyor? Bence bunu cevaplandırmak için,”insan niçin okur?” sorusunu ilkin cevaplandırmak gerekir.

İnsanlar toplu olarak yaşadıkları halde, gene de yaratıkların en yalnızıdırlar. Dıştan birbirine yakındırlar, ama içten aralarında ne uzaklıklar vardır! Acısını duyuracak kimse bulamayınca, atının boynuna sarılarak içini boşaltan, Çehov’un arabacısını düşünüyorum. Okuması olsaydı, böyle yapayalnız kalır mıydı?
Dünyada hiçbir dost, insana kitaptan daha yakın değildir. Sıkıntımızı unutmak, donuk hayatımıza biraz renk katmak, biraz ışık vermek, daracık dünyamızda bulamadığımız şeyleri yaşamak için, tek çaremiz kitaplara sarılmaktır. Herhangi bir yolculuğa çıkarken hangi okuryazar, yanına bir iki roman, bir iki şiir kitabı almayı düşünmez? Yolculukta, çoğu zaman olduğu gibi çevremize bakıp dalmaktan, yanımıza aldığımız kitapları okuyamayacağımızı bilsek bile, onları gene de el altında bulundurmak isteriz. Çünkü onların can yoldaşı olduğunu biliriz. Düşünüyorum da, şu dünyadan kitap yok oluverse yaşamak ne kadar güçleşir, çekilmez bir ağırlık olurdu! Romancı veya şair için yazmak ne kadar dayanılmaz bir ihtiyaçsa, okur için de yazılanları okumak, öyledir. En kötümser zamanlarımızda yardıma koşan onlardır. Ataç, ölüm yatağında, kendini görmeye gelen Sebahattin Teoman’a,”Hastalıkta ağrıları dindirici en iyi ilaç şiirmiş. Boyuna şiir okuyorum” dememiş miydi?
Kitap, bizi avuttuğu gibi yükseltir de. Kısa hayatında insanın edindiği deneyler ne kadar azdır. Oysaki şiirler ve romanlar, yaratıcılarının türlü iç deneyleriyle kaynaşırlar. Onlarla zenginleşir, onlarla eksikliklerimizi gideririz.
Bir şeyler öğrenmek için roman ya da şiir okunduğunu sanmıyorum. Sanatçı bir şeyler öğretmek bazı doğruları göstermek amacıyla yazmamıştır ki, okur da öğrenmek için okusun. Düşünce eseri ile sanat eserinin ayrıldığı nokta işte burada!
Dünyamızı nasıl insansız düşünemezsek, insanı da kitapsız düşünemeyiz, diyeceğim. Beyninde düşünce kıvılcımının parladığı andan beri insan, düşündüğünü ve duyduğunu türlü biçimlerle, eline ne geçirdiyse onlara geçirmekten kendini alamamıştır. O gün bu gün, insan yazıyor, yazdığını okutuyor. Yıllar, yüzyıllar geçiyor, bu arada kimi kitap unutuluyor, kimi kitap hatırlanıyor. Doğanlardan çok ölenler var. Ama yaşayanlar arasında, her beğeniden her düşünceden insana arkadaşlık edecek kadar tükenmek nedir
bilmeyenler de çok. Bana öyle geliyor ki, yaratıcısı söylemiyor ya, Robenson Crusoe’nun en büyük acısı, adada kitapsız kalmak olmuştur.
Kitapların eskilerini de yenilerini de severim, çünkü onlar yalnız düşüncelerimizi, duygularımızı etkilemekle kalmaz, duyularımızı da uyarırlar. Charles Baudelaire’in: “Çocuk tenleri gibi taze kokular vardır” dizesini anımsayınız! Gerçekten hiçbir koku, bu hayat başlangıcının kokusundan daha
cana yakın değildir. Ama bunun ardından hangi koku gelir derseniz, baskıdan yeni çıkmış kitapların kokusu derim. Bu koku hangi yazarın içine bir bahar havası gibi dolmamış, hangi okurun hayaline yeni ufuklar açmamıştır? Ama yalnız koku mu? Ya sayfaları açarken parmakların kâğıda dokunmaktan
duyduğu o sabırsızlıkla karışık haz! Peki ya, kendinize o kadar yakın bulduğunuz o eski kitapların kokusu ne olacak? Onu nerelerde bulacaksınız?
Gerçi üzerlerinden yıllar geçmesiyle, yaprakların rengi gibi kokusu da uçmuştur. O eski tazelikten sadece genzi yakan bir acılık kalmıştır. Ama buna karşılık, onların arasına serpiştirilen notlar, altları çizilen satırlar ya da unutulmuş kuru bir çiçek, o eski kitapların biraz da “biz” olduğunu göstermez mi? Gençlerin
yeni, yaşlıların da daha çok eski kitaplara düşkünlükleri, belki de birincilerin ümit, ikincilerin de hatıra olmalarından ileri geliyor. En hoşlanmadığım kitaplar, yapraklarını başkalarının açtığı yeni kitaplarla, işportaya düşen eskilerdir.
Birincilerde yaprakları açmanın, ikincilerde hatıraları konuşturmanın imkânı kalmamıştır.
Sözün kısası kitabı her yönüyle severim. Anlatılana dalıp gitmekten, yapraklara dokunmaktan, taze mürekkebin kokusunu duymaktan, çevrilen yaprakların çıkardığı hışırtıdan hoşlanırım. Odamdan dışarıya çıktığım zamanlar, yanıma küçük boyda bir kitap almayı hiç unutmam. Ne olacağı bilinmez ki! Bakarsınız, kalabalık içinde insana ansızın yalnızlık çökebilir.
… 12 Haziran l957

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu