Türk turizminin yüzleştiği problemler ve bu problemler ile nasıl uğraşılır?
TURİZMDE TÜRKİYE’NİN KISIR DÖNGÜLERİ
Türkiye son yıllarda turizmde yaptığı ataklar ile uluslar arası piyasada sansasyonel sayılabilecek bir konuma erişmiştir.
Gerek ulusal turist girdisinde ve gelirlerinde, gerekse de yatak kapasitesinde kaydedilen artış oranlarında, dünya istatistiklerinde hemen kendisini açıkça öne çıkartmakta ve birkaç dalda özellikle artış hızı bakımından sanal birincilik kürsüsüne çıkılmıştır. Ancak diğer yandan, yurtiçi medyaya yansıyan turizm haber ve yorumlarında “büyük bir çelişki yaşandığı” da gözden kaçmamaktadır.
Genelde kamu yetkilisi söylemlerinde öne çıkarılarak verilen “şampiyonluk öyküleri” paralelinde, tüm sektör çapında da “geniş çapta memnuniyetsizlik” yorumları, uzunca zamandır bir arada boy göstermektedir. Konuya kısa ve özlü bir açıklama getirerek, sokaktaki vatandaş olarak tanımlayabileceğimiz kamuoyu ferdimizin kafasını bir süredir haklı olarak karıştırdığını sandığımız bu çelişkili durumun açıklığa kavuşturulmasında büyük yarar var.
Turizm sektörünün fiilen içinde olanların yakından ve yaşayarak bildikleri bu durum, “yıllardır umulan ve beklenen piyasa şartlarının oluşturulamamış olmasına bağlı olarak, sektörün içine düştüğü kısır döngülerin aşılamaması” gibi özet bir anlatımla ifade edilebilir. Aktörlerin beklediği randıman ve karlılığı bir türlü yakalayamaması ile, her yıl karşılaşılan hayal kırıklıkları sonucunda, umutlar hep bir sonraki yıla aktarılmaktadır. Bu süreç içinde enerji ve moral kaybına uğranması senaryolarının temcit plavı şeklinde süregeldiği döngülerin aşılması ise, (hele ki zihniyet ve bakış açılarının temelden değişmediği sürece) gerçekten kolay değildir. Turizm gibi çok sektörlü ilişkiler içinde faaliyet gösteren ve sıra dışı geniş bir kompleks yapıyı dizginleyerek yönlendirmek güç, somut ve tariflenebilir başlıca sektörler olan Tarım, Sanayi, Bankacılık, Tekstil gibi sektörlerden çok farklı, hatta bambaşka bir olaydır. Zira, aslında Turizmin kendisi de bir “sektör” değil, ekonomik ve sosyal hayatın içinden özel bir “kesit”tir. Bu nedenle de, yönetilebilmek için kavranabilmesi zordur.
Nitekim, turizmde yıllardır öncülük yaparak gelişmiş İspanya gibi bazı ülkelerde Turizm Bakanlığı kurulmaksızın, bu özgün endüstrinin ekonomik ve sosyal gerekleri gayet başarılı bir şekilde bu güne getirilmiş ve hala da sorunsuz olarak yürütülmektedir. Zira, turizmi yönetmek için tek bir sorumlu ve hatta tam bir devlet desteği bile yetmemektedir. İhtiyaç olan konu, “alt sektörler ve tüm ana aktörler arasında her yönü ile uzlaşmacı bir organizasyon kültürü ile, geniş bir platformda gereğine göre ve özgün bir şekilde örgütlenebilmek”tir. Bunun da çıkar yolu, temelde “Sivil Toplum Kurumları Modelinin başarılı bir şekilde uygulanması” hareketinden geçmektedir.
STK Modelinde; Her meslek odası, birliği ve derneği gibi, sağlam bir şekilde yerel hareketlere de dayanan örgütlenmeler arasında geliştirilen diyalog ve demokratik işleyiş mekanizması sonucunda, her türlü sorunun aşılabildiği ve uygulanabilir çözümlerin ittifakla ortaya koyulabildiği “sihirli bir mekanizma” vardır. Batı medeniyetlerinin her türlü organizasyon başarısının ardında da bu sağlam ve paylaşmacı örgütlenme modelinin yattığı, su götürmez bir gerçektir. Türkiye Turizm pratiğinde ise, bu mekanizmanın boşluğu veya eksikliği ile, yıllardır “Devlet Baba’dan umutla beklenen” orkestra şefliği fonksiyonunun da yerine oturmayışı gerçeğinin bir araya gelmesi sonucunda, Türkiye Turizm Piyasasında bazı gelişmeler kaydedilmiş, ama düzen ve dengeler halen kurulamamıştır.
Bir başka bakış açısı ile de, yine akıl karıştırıcı bir şekilde ara sıra ifade edilen “Turizmin lokomotif sektör olması” veya “Dünya’da ilk 5’e girilebilmesi” gibi uçukça gelen söylemlerin de altının boş olmadığını kısaca belirtmekte yarar var. Bu ifadelerde hep eksik kalan, fakat mutlaka birlikte ortaya konması gereken sözcük; “Gerekli önlemleri alabildiğimiz takdirde” şeklindeki ön şarttır. Yıllardır içi boş da olsa ifade edilmiş olan “Türkiye’nin büyük Turizm Potansiyeli” bir buz dağı gibi su altındaki bölümünün keşfedilerek hizmete sokulmasını sabırla beklemektedir. Turizm endüstrisinde 1960’larda yola çıkan Fransa, İspanya ve İtalya’yı yakalamak ve kaçırılmış olan 20-30 yıllık gecikmeleri hızla kapatmak artık imkansız da olsa, Avrupa liginde ilk 5’e oynayabilmek hala hayal değildir.
Özetle; Türkiye turizminin gerçekten sıra dışı bir potansiyeli mevcuttur ve son yıllardaki olumlu atılımların getirileri de, büyük ölçüde bu gerçeğe bağlıdır. Ancak; Ülkesel çapta toparlanarak gerekli örgütlenme ve diğer temel altyapının oluşturulamadığı sürece de, içine girilmiş olan kısır döngülerin süregideceği de bir başka acı gerçek halinde önümüzde durmakta. Hem sektörel sivil toplum kurumları örgütlenmesinin tamamlanması ve demokratik işlerliğe kavuşması, hem de Turizme bir Devlet Politikası olarak gereken ihtimamın gösterilmesi ile birlikte, çıkmazların aşılması gayet kolaydır. Bugün için, söz konusu her iki “ön şart”ın da yerine oturmamış olması sonucunda, iç dinamiklerini ve dengelerini yitirmiş olan Türkiye Turizm Endüstrisinin “şefsiz ve notasız bir orkestra” gibi icraat yaptığı da, hiç yadsınmaması gereken net bir gerçekliktir.
Bu durumdaki ülke turizminin yaşamakta olduğu sorunları, temel maddeler halinde kısaca sıralamak bile 3-5 sayfalık ayrı bir rapor konusu olduğundan, yukarıdaki çerçevede özetlenen nedenlere dayalı olarak, piyasada filen karşılaşılan temel tıkanıklıklara birkaç başlık ve örnek vermekle yetinelim.
TÜRKİYE TURİZMİNDE TEMEL DENGESİZLİKLER:
TANITMA VE PAZARLAMA; Uluslar arası piyasada çağın gerekleri olan “ülke tanıtması”nın rekabet şartlarına uygun ve gereği kadar Devlet Bütçesi ayrılarak, etkin bir şekilde uygulanması yıllardır gerçekleşemiyor. Diğer yandan; Ülkenin alt yörelerindeki turizm aktörleri bir araya gelerek “ürün ismi ve imajının şartı olan” yerel tanıtım ve pazarlama gereğini ortaklaşa katkılarla yapamıyor. Daha da önemlisi, (genel bir şartlanmışlık halinde) Turizm piyasasında öncelikle “dış turizm” akla geliyor ve sağlıklı bir “iç turizm” hareketinin geliştirilmesi, bunun da yanı sıra “kış döneminin akıllıca modeller ile pazarlanarak değerlendirilmesi” sürekli olarak göz ardı ediliyor.
ARZ VE TALEP; Yıllar boyunca yaşanmakta olan piyasa gelişmelerinde, makro düzeyde arz-talep dengelerinin bilimsel esaslarda ve sürekli olarak takip edilmemesi ve buna bağlı olarak “politika-strateji” geliştirilmemesi sonucunda, büyük dengesizlikler doğmakta. Pazarlaması planlanmamış ve fiilen yapılmamış yeni devreye giren oteller ve yatak kapasiteleri ile piyasa fiyatları gereğinden çok fazla düşürülüyor ve bu durum ile oluşturulan “yumuşak karın” faktörü, piyasanın akbabalarınca değerlendirilerek, piyasada gerçekleşen karlılık oranları aşırı düşüşler kaydediyor.
FİYAT VE KALİTE; Halen hiçbir kurum ve kuruluş, uluslar arası turizm ticaretinde yaşanmakta olan piyasa gelişmelerini ve özellikle de genel fiyat hareketlerini “makro düzeyde” takip etmiyor. Sadece üstünkörü kriterlere göre ve genelde birbirinden kopyalanarak oluşturulan gelecek yıl fiyatları, dış pazarlardaki ortalamalara göre çok yüksek veya düşük kalabiliyor. Her iki durumda da bilanço, ülke ve işletmelerin çıkarlarına ters bir şekilde sonuçlanıyor. Genel piyasada yaygın bir şekilde “fiyat-kalite dengesi” kavramı bile anlaşılmamış durumda; Bu konuda yaygın argüman olarak “bizim dengelerimiz güzel- zira kalitemize göre fiyatımız düşük” dar zihniyeti ile yaklaşılıyor.
KORUMA VE KULLANMA; Ülke çapında genel bir eğilim olarak, her sermaye birikiminin gündeminde (ve genellikle de ticari statüsünde) “turizme bir şekilde girebilmek” modasına ayak uydurmak istekleri yatıyor. Bu durumda da, her türlü ilişki ve çelişkiler kullanılarak yapılan “gözü kara” plansız yatırımlar ve atılımlar ile, özellikle çevre unsurlarının büyük ölçülerde ihmal edilmesi sonucunda, koruma-kullanma dengeleri alt-üst hale geliyor. Bazı noktalarda aşırı yığılma ile ortaya çıkan ucube tesis kümeleri ve çevre sorunları karşısında kendileri de hayrete düşerek, iş işten geçtikten sonra sihirli değnekli çözüm arayışlarına giriliyor. Bu zihniyet ile kaydedilen gelişmelerde daha önce planlanarak kurulmuş olan dengeler bile, kolaylıkla ve acımasızca bozuluyor.
Hızla gelişen dengesiz ve bocalama süreçli büyümede, özellikle çevre unsurunun geriye dönüşsüz şekilde zedelenmeye başlandığı, içine girilen hastalıklı gelişim sürecinde “bindiği dalı kesen” bir hale gelindiği izlenmekte. Alınması gerekli önlemlerin başında, “altyapı ve üstyapı örgütlenmelerinin” tamamlanması ile öncelikle orkestranın kendini toparlayarak düzene girmesi şarttır. Hemen bunun paralelinde de “gerekli planlamayı yaparak” notaların yazılması ile hangi müziğin çalınacağının ekip olarak bilinmesi halinde, ancak güzel Anadolu ezgilerini icra edebilme imkanını yakalıyabiliriz.