Türkiye’nin doğusu ile batısı arasındaki gelişmişlik farkları nelerdir?

Türkiye’nin doğusu ile batısı arasındaki gelişmişlik farkları nelerdir?
TÜRKİYE’DE BÖLGESEL EŞİTSİZLİKLER KONULU KOMİSYON ÇALIŞMASI 2004
Yayına Giriş Tarihi: 05.03.2004
Güncellenme Zamanı: 05.03.2004 16:54:16
Yayınlayan Birim: GENEL MERKEZ

Türkiye-Avrupa Birliği Karma İstişare Komitesi’nde rotatif üye olarak yer almakta olan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Komite çalışmaları kapsamında sunulmak üzere “Türkiye’de Bölgesel Eşitsizlikler” konulu bir raporun hazırlanması görevini üstlenmiştir. Bu doğrultuda, Birlik Yönetim Kurulunda yapılan görüşmeler sonucunda söz konusu raporun hazırlanması sürecinde Odamızdan destek alınması yönünde değerlendirmeler yapılmıştır.

Oda Yönetim Kurulumuz, “Türkiye’de Bölgesel Eşitsizlikler” konulu bir çalışmanın başlatılması hususunda TMMOB tarafından iletilen görüşü paylaşarak, konunun oluşturulacak bir komisyon tarafından ele alınmasına karar vermiştir. Oluşturulacak komisyonun TMMOB’;nde yapılacak çalışmalardan bağımsız olarak da çalışmalarına devam etmesi ve bölgesel eşitsizlikler konusunun Oda örgütünde tartışmaya açılması konularında da görüş oluşturulmuştur.
Anılan komisyon; üyelerimizden N. Tunga Köroğlu, Güldem Saral ve Çiğdem Varol’un yanı sıra Oda Yönetim Kurulu üyelerimizden Osman Balaban, Tolga Levent ile Odamız Ankara Şube Yönetim Kurulu üyesi Serdar Karaduman tarafından oluşturularak ilk çalışmalarına 2003 yılı Ocak ayı içerisinde başlamıştır. Komisyon çalışmaları kapsamında ilk olarak çeşitli sosyal ve ekonomik göstergeler kullanılarak, Türkiye’de bölgeler arasındaki gelişmişlik farklarını ve eşitsizlikleri gösterecek bir analiz çalışması yapılmasını içeren bir rapor hazırlamaya karar verilmiştir. Kişi başına banka mevduat oranları, öğrenci-öğretmen oranları, ortaöğretimde okullaşma oranları, Hekim başına düşen nüfus miktarları, kişi başına elektrik tüketimi, kırsal yerleşimlerde asfalt karayolu oranları, kişi başına düşen katma değer miktarları, İnsani gelişmişlik endeksi, kişi başına düşen gayri safi milli hasıla miktarları, tarım, sanayi ve hizmet sektörlerindeki istihdam oranları gibi göstergeler kullanılarak yapılan kümeleşme analizi sonucunda oluşan il kümelerinin yorumlandığı raporda ayrıca, bölgesel eşitsizliklerin ve gelişmişlik farklarının nedenleri ile bunların giderilmesine dönük politikalara ilişkin tartışmalara da yer verilmiştir. Komisyon çalışması kapsamında üretilen rapor, Birlik’in çalışmalarında yararlanılmak üzere 2003 yılı Şubat ayı içerisinde TMMOB’ne iletilmiştir.

BÖLGESEL EŞİTSİZLİK VE GELİŞMİŞLİK FARKLARI
Bölgeler arasındaki eşitsizlik ve gelişmişlik farkı; tarihi olarak sermayenin ve emeğin tek yanlı ve dengesiz olarak belli bölgelerde yoğunlaşmasının sonucudur. Mekanın özellikleri ve toplumsal yansımaları bu tür bir dengesiz birikime ve eşitsiz dağılıma neden olsa da, 18. yüzyılda sanayi devriminin yarattığı sermaye birikimi ve kalkınma biçimleri ile birlikte tarihsel olarak günümüzün bölgesel eşitsizlikleri oluşmuştur. Bu tür eşitsizlikler ve gelişme farkları yalnız ülkeler arasında değil bir ülkenin farklı bölgeleri arasında da görülebilir.
Bölge tanımlaması
Genel olarak bölge ile, mekansal bir bütünün belirli nitelikler bakımından homojen olan bir parçası tarif edilmektedir. Bunun nedeni, bölge kelimesinin sözlük anlamının da bu türden bütünün devamlı ve homojen nitelikli parçalarına karşılık gelmesidir. Ancak mekansal olarak bakıldığında, bir bütünün parçası olarak bölgelerin kendi içlerinde de farklılıklar ve eşitsizlikler barındırması ve alt bölgelere ayrılması mümkündür.
Bu açıdan, seçilmiş olan nitelikler ve bu niteliklere göre yapılan genelleştirme sonucu varılan mekansal kümeler, bölgeyi tanımlamakta kullanılmaktadır. Böylelikle, bölgenin seçimi, yapısı ve sınırları; ele alınan probleme, ölçek ve zamana göre değişecektir .
Ancak bu tanımlama bölge kavramının ekonomik ve toplumsal işlevleri ile ilişkilendirildiğinde dört farklı tanım düzeyine ulaşılır. Bunlar homojen bölge, coğrafi bölge, fonksiyonel bölge ve plan bölgedir.
Homojen bölge; en başta da yapılan tanıma uygun olarak mekansal bir devamlılık içersinde tanımlanmış nitelikler açısından benzerlik gösteren bölgelerdir.
Coğrafi bölge; iklim, topografya, tabiat ve mekansal farklılıklara göre oluşmuş olan, farklı toplumsal ilişki ve tarımsal ürün desenleri oluşturan coğrafi sınırlarla ayrılmış bölgelerdir.
Fonksiyonel bölge; tanımlanmış bir fonksiyonun merkezinden çevresine doğru yayılan ve etki alanının sınırlarınca belirlenmiş olan, diğer fonksiyonların etki alanları ile sonlanan bölgedir. Polarize bölge kavramı fonksiyonel bölge tanımının bir türevidir.
Plan bölge; belirli bir amaç doğrultusunda hazırlanan planların uygulanmasında belirlenen ve plan süresince var olan bölgedir. Belirlenip sınırlanması, diğer plan bölgelere bağımlı olmak zorunda değildir.
Bölgeler arası eşitsizlik konusunun gelişmesinde ve çözülebilmesinde tüm bölgelerin farklı etkileri ve açılımları vardır.
Bölgesel eşitsizliklerin kaynakları
Eşitsizlik, temelde ekonominin işleyişinden kaynaklanmaktadır. Ancak, kapitalizmin bir sistem olarak ekonomileri domine etmeye başlaması ile eşitsizliklerin artmış olduğu da bir gerçektir. Bunun temel nedeni kapitalizmin “yaratıcı yıkıcı” doğasıdır.
Tarım devrimi sonrası nüfusun artması ve artı değerin toplanabilir olması, mekanda özellikle tarımsal ürün desenine dayalı olarak farklı gelişmişlik ve zenginlik seviyesindeki bölgeleri ortaya çıkarmıştır. Ancak, Sanayi devrimi ile birlikte, doğal kaynakların dönüştürülmesi sürecinde emeğin sömürüsü üzerinden artı değer elde edilmesi yolu ile birikimin arttırılabilmesini sağlamıştır. Bu artış, bölgeler arası eşitsizliklerin yalnızca tarımsal ürün deseni ve coğrafi etmenlere değil, aynı zamanda da kalifiye emeğin, doğal kaynakların ve sermayenin tarihsel olarak birikmiş olduğu yerlerin hızla kalkınmasına, gelişmemiş bölgelerle aralarındaki zenginlik farkını arttırmalarına ve bölgesel eşitsizlikleri arttırmalarına neden olmuştur.
Günümüzde yaşanan ve üçüncü devrim olarak nitelendirilen bilgi çağına giriş ile birlikte bölgesel eşitsizliğin nedenleri arasında bilgi önemli ve belirleyici rol oynamaya başlamıştır. Sermaye, kalifiye emek ve doğal kaynakların oluşturdukları artı değerin üstünde bir artı değerin yaratılarak biriktirilebilmesini olanaklı kılan üçüncü devrim, tarihsel olarak yaratılmış olan bölgesel eşitsizliklerin mekanda daha derin olarak yeniden yaratılmasına neden olmaktadır. Bunun nedeni, kalifiye emek ve sermayenin, bilgiyi kendi tekelinde değerlendirebilmeyi sağlamasıdır.
Tüm bunların yanında, bölgesel eşitsizliklerin önemli bir diğer nedenini toplumsal örgütlenme ve kültürel sınırlar oluşturur. Farklı toplum ve devletlerin insanlar ve toplumlar arası ilişkilerin herhangi bir sınırlama olmaksızın ticari ve kültürel iletişime geçmelerine engel olur. Bu ise doğal kaynakların, emeğin, sermayenin ve bilginin serbest dolaşımını engeller. Bu engellerin olmaması durumunda olabilecek etkileşimi ve ticarete sınır koyarak, üretim yapılarının neden olduğu ve zenginliğin mekansal olarak belirli bölgelerde birikmesine yardımcı olurlar. Ekonomik olarak açıklanamayacak olan bölgesel eşitsizlikleri üretirler.
Türkiye’de bölgesel eşitsizlikler de tarihsel olarak bu döngülerden etkilenmiştir. Tarımsal olarak verimli toprakları kontrolü altında bulunduran Osmanlı İmparatorluğu, buna ek olarak doğu ile batı arasındaki ticaret yollarından da gelir sağlamakta ve bu ticaret yolları Anadolu’nun içinden geçerken o bölgeleri de zenginleştirmekteydi. Ancak Anadolu’nun, doğu ile batı arasında tek ulaşım yolu olmaktan çıkması ve sanayi devriminin merkezine, coğrafi ve kültürel olarak, yakın olmaması 19. yüzyılda Anadolu topraklarının ticaret gelirinden yoksun bırakırken, batının artan sermaye birikimine yetişememesine neden olmuştur. Avrupa ile Türkiye arasında bölgesel olarak açılan gelişmişlik ve zenginlik uçurumunu, Türkiye’nin kendi içinde de bölgesel eşitsizliklerin artması izlemiştir. Bunun nedenleri arasında, Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarında Anadolu topraklarının idari başıboşluğu, Cumhuriyet Türkiye’sinin yeni sınırları ve komşuları ile ilişkileri sonucunda doğu ticaretinin gelirinden yoksun kalması ve Osmanlıdan alınan az miktardaki sermaye ve bilgi birikiminin Anadolu’nun batısında yer alması gösterilebilir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan politikalar bunun bilincinde ve fabrika ve demiryolları gibi devlet yatırımlarını mekansal olarak dağıtmaya, ve bu sayede tarihsel olarak oluşmuş bölgesel eşitsizlikleri aşmaya yönelik olmuştur. Ancak, çok partili dönem ile birlikte dengeli gelişme hedefinin yerini, İstanbul gibi büyüme kutuplarının desteklenmesi ve mekansal dengesiz büyümenin zaman içinde yayılarak Türkiye genelini kalkındırmasına yönelik politikalar almıştır. Ancak daha sonraki dönemlerde, bu makro politikalar çerçevesinde kaynakların büyük kutuplara yönlendirilmesinin, eşitsizliklerin artmasını sağlayan koşulları hazırladığı gözlemlenmiştir.
TÜRKİYE’DE BÖLGELER ARASI EŞİTSİZLİK
Kümeleşme Analizi
Bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi hedefinin kuşkusuz ilk adımı, bu eşitsizliklerin niceliğini-niteliğini ve mekandaki dağılımlarını belirlemektir. Çalışmanın bu bölümünde kimi ekonomik ve sosyal göstergeler kullanılarak, birbirlerine benzeyen ve ayrışan illerin kümeleşmeleri belirlenmeye çalışılacaktır. Kümeleşmelerin belirlenmesin ardından ise her kümenin oluşumu yorumlanmaya ve bu bağlamda bölgeler arası eşitsizlikler ile farklılaşmalar anlaşılmaya çalışılacaktır. Gerek verilerin iller bazında elde ediliyor oluşu gerekse de Türkiye için belirlenmiş olan coğrafi bölgelerin bölgesel eşitsizlik gibi sosyal yapı ile ilgili analizlerde kullanılmasının olanaksızlığı nedenleriyle bu bölümdeki analiz iller bazında gerçekleştirilmiştir. Türkiye’de bölgeler arası eşitsizliğin durumunu ortaya çıkarmayı hedefleyen bu analizde kullanılan göstergeler şunlardır :
1. Kişi başına banka mevduat oranları,
2. Öğrenci-öğretmen oranları,
3. Ortaöğretimde okullaşma oranları,
4. Hekim başına düşen nüfus miktarları,
5. Kişi başına elektrik tüketimi,
6. Kırsal yerleşimlerde asfalt karayolu oranları,
7. Kişi başına düşen katma değer miktarları,
8. İnsani gelişmişlik endeksi,
9. Kişi başına düşen gayri safi milli hasıla miktarları,
10. Tarım, sanayi ve hizmet sektörlerindeki istihdam oranları.
Kuşkusuz böylesi bir analizde çok daha başka göstergeler de kullanılabilir. Ne var ki burada genel düzeyde bir tespit yapmayı hedeflediğimiz için temel nitelikli olduğunu düşündüğümüz yukarıdaki göstergeleri kullanmayı yeterli bulduk. Bu göstergeler itibariyle benzer özellikler gösteren illerin kümelendirilmesi esasına dayanan “Ward Tekniği” kullanılarak % 10 örneklem üzerinden yapılan çalışma daha sonraki aşamada haritalandırılmıştır.
Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar, bir yandan Türkiye’de bölgeler arasındaki eşitsizlik ve dengesizlik durumunu ortaya koyarken, diğer yandan da bu eşitsizlik ve dengesizliklerin nedenlerine ilişkin bir değerlendirme yapma olanağı da sağlamaktadır .
Analiz sonuçları doğrultusunda ele alınabilecek ilk küme, sosyo-ekonomik göstergeler açısından en avantajlı konumda ya da en iyi durumda olan illerden oluşan kümedir. Bu küme bir yandan İstanbul ve İzmir gibi Türkiye ekonomisinin merkezi olan metropoliten bölgeleri içerirken, diğer yandan da Manisa, Muğla ve Tekirdağ gibi bu merkezlerin yakın çeperinde yer alan ve zaman içerisinde bu merkezlerin bazı üretim fonksiyonlarını yüklenen illeri içermektedir. İki güçlü merkez olan İstanbul ve İzmir illerinin yoğun ekonomik ilişkiler içinde olduğu Tekirdağ ve Manisa illerinde de İstanbul ve İzmir ile aynı küme içinde yer alabilecek nitelikte bir gelişme yarattığı gözlemlenebilmektedir. Yine İzmir’in etki alanı içerisinde kalan Muğla ili de bu küme de yer almaktadır. Muğla ilinin turizm ve tarım sektörlerindeki gelişmişliği de bu kümede yer almasında etkilidir. Zira Muğla’nın sanayide oldukça düşük olan ancak tarım ve hizmetler sektörlerindeki yüksek istihdam verileri ile kişi başına gelir verisi bunu açıkça göstermektedir.
Çalışma kapsamında gözlenen diğer önemli bir bulgu da Kocaeli ilinin tek başına bir küme olarak ortaya çıkmasıdır. Kocaeli iline ilişkin bu durum yukarıda tanımlanan merkez-yakın çeperindeki il ilişkisinin en belirgin şekilde gözlemlenmesi biçiminde yorumlanabilir. Ancak Kocaeli ilini Tekirdağ ve Manisa illerinden ayıran belirli bazı özelliklerine de işaret etmek mümkündür. Zira bu farklar, anılan ilin tek başına bir küme olarak belirmesine de neden olan faktörlerdir. Kocaeli, yalnızca özel sektörün daha özel olarak belirtilirse İstanbul sermayesinin yönlendiği bir merkez olmasının ötesinde kamu sektörü için de önemli bir yatırım merkezi olma özelliği taşımıştır. Türkiye’de merkezi yönetimin sanayileşme ve kalkınma stratejileri çerçevesinde TÜPRAŞ ve SEKA gibi önemli kamu yatırımlarını Kocaeli’nde gerçekleştirmiş olması, bu ilin tek başına bir küme oluşturmasını anlamlı kılmaktadır. Gerek özel sektör yatırımlarının gerekse de kamu yatırımlarının bu kente yönlendirilmesinin temel nedeni ise, Kocaeli’nin deniz ve karayolu sistemindeki kritik önemdeki konumudur. Burada bir parantez açarak belirtmek gerekir ki belirli avantajları olan bir kente salt sermaye birikimi açısından işlevsel olduğu için bu denli yoğun yatırım yapılması beraberinde pek çok sorunu da getirmektedir. Bu sorunlardan bir tanesi hiç kuşku yok ki eşitsiz gelişme sorunudur. Özellikle az gelişmiş ya da gelişmekte olan ekonomilerde ekonomik etkinliğin yoğunlaştığı bir merkez, başka bazı bölgelerin ve yerlerin az gelişmişliği pahasına yaratılabilmektedir. Diğer bir sorun da, söz konusu merkezin özgün koşulları ile ilişkili olarak ortaya çıkabilmektedir. Kocaeli örneğinde düşündüğümüzde 17 Ağustos 1999 yılında yaşanan depremin yarattığı yıkım karşımıza çıkmaktadır. Afet riski taşıyan böylesi bir yere, beraberinde büyük nüfus getiren ekonomik yatırımların bu denli yoğun çökelmesi, olası afetin gerçekleşmesi durumunda sonuçları çok daha dramatik hale getirmiştir.
Bir diğer kümeleşme ise Ankara, Bursa, Denizli ve Çanakkale illerinin oluşturduğu kümeleşmedir. Bu kümede yer alan iller, Türkiye’nin görece gelişmiş ve önemli merkezleri olarak değerlendirilmelidir. Diğer bir ifadeyle bu iller; tarih boyunca oluşturdukları üretici kapasiteleri ile bugün ülke ekonomisine önemli katkılar sağlayan merkezlerdir. Dokuma sanayindeki tarihsel birikimini, 1960’lı yıllardan itibaren devlet teşviki ile otomotiv sanayindeki gelişme ile birleştiren Bursa; 1980’li yıllarda tekstildeki tarihsel birikimini değişen üretim ilişkilerine adapte edebilmiş olan Denizli; gıda ve seramik sanayisindeki kapasiteleri ile Çanakkale bu kümede yer almaktadırlar. Ankara’nın ise ülkenin başkenti olmasının gerektirdiği hizmet fonksiyonları ve kamu yatırımları nedeniyle bu kümede yer aldığını söylemek mümkündür. Bu kümede yer alan illerin ekteki tabloda yer alan verileri incelendiğinde bu durum oldukça belirgindir. Bursa ve Denizli bu kümenin en yüksek katma değere ve sanayi istihdamına sahip illeri iken Ankara ise kümenin, katma değeri en düşük ancak hizmetler sektöründeki istihdamı en yüksek ili durumundadır.
Analiz sonuçlarında gözlenen bir diğer kümeleşme ise Bilecik, Bolu ve Kırklareli illerinden oluşan kümedir. Bu illerin oluşturduğu kümeleşme de buraya kadar yapılan değerlendirmeyle paralellikler göstermektedir. Anılan illerin, Marmara Bölgesinin gelişmiş iki merkezi olan İstanbul ve Kocaeli’nin ikincil çeperi içerisinde olduğunu ve diğer kümelere kıyasla daha gelişmiş bir yapı göstermesinin böylesi bir merkez-çeper ilişkisinin sonucunca gerçekleştiğini söylemek mümkün görünmektedir. Bolu ili ise İstanbul ve Kocaeli gibi gelişme odaklarına yakın olmasının yanı sıra Ankara’ya yakın olmasının avantajlarına da sahiptir.
Analiz sonuçlarının gösterdiği diğer bir küme ise hem tarımsal hem de sanayi üretimine dönük niteliklere sahip merkezlerden oluşmaktadır. 8 nolu bu kümede yer alan merkezler önceki kümelerde yer alan illere kıyasla daha az gelişmişlik göstermekle birlikle çalışmanın bundan sonraki bölümünde değinilecek kimi kümelerde yer alan illere kıyasla ise daha avantajlı durumdadırlar. Özellikle 1980’lerden sonra tekstil başta olmak üzere sanayi üretimi ile ön plana çıkan Gaziantep bu kümede yer almaktadır. Gaziantep ilinin, bulunduğu bölgenin endüstriyel merkezi olma niteliğine kavuştuğu söylenebilir. Zira zengin tarım potansiyeli olan bu bölgede yetiştirilen tarımsal ürünlerin hem işlenmesi hem de pazarlanması süreçlerinin gerçekleştirildiği Gaziantep, bölgenin hem merkezi hem de en gelişmiş ili konumuna gelmiştir. Gaziantep ilinin istihdam verileri de bu önermeyi açıklamaktadır. Yine bu kümede yer alan ve gıda sanayisinin yoğunlaştığı kent ve Orta Anadolulun merkezi gelişme odağı olarak Kayseri; tarımsal üretim kapasitesini ve bu yolla edinilen sermaye birikiminin belirli ölçülerde de olsa sanayiye kanalize edebilen ve Ankara’nın etki alanında kalan Konya bu kümede yer alan illerdendir. Bu kümede ayrıca tarım istihdamı ve üretimi yüksek olan Çorum, Hatay, Rize, Samsun illeri de yer almaktadır.
Bir önceki küme ile temelde benzer özelliklere sahip bir başka küme de Adana, İçel, Antalya, Nevşehir ve Zonguldak gibi illerin yer aldığı kümeleşmedir. Buradaki iller de tarım ya da turizm gibi yerel avantajlarını belirli ölçülerde geliştirebilen ve bu birikimi sanayiye kaydıran iller olarak değerlendirilebilir. Bu kümeyi bir önceki kümeden ayıran özelliğin ise, yaratılan katma değerin ve hizmetler sektöründeki istihdamın yüksekliği olduğu söylenebilir. Zira bu illerin büyük bölümü hizmetler sektörünün gelişmesine neden olabilecek işlevler barındırabilmektedirler.
Buraya kadar ortaya konulan ve genellikle Türkiye’nin batısında yer alan merkezler yanında, Türkiye’nin doğusunda yer alan ve azgelişmiş illerin oluşturduğu kümeler de bulunmaktadır. Bu merkezlerin çoğu hiçbir üretici kapasiteye sahip olamayan, bunun yanında sosyal anlamda da dezavantajlı merkezlerdir.
Bu özelliklerin gözlemlendiği ilk küme olan 3 nolu küme ise, genelde Kahramanmaraş, Malatya, Elazığ gibi doğu illerini içeren kümedir. Öncelikle bu kümede yer alan doğu illeri, sahip oldukları kısmi avantajları sayesine komşularına göre daha yüksek değerlerde, kişi başına katma değer ve kişi başına gayri safi milli hasılaya sahip olmaktadırlar. Bu iller doğuda sanayi istihdamının ve dolayısıyla yatırımın en fazla olduğu illerdir. Bu kümede yer alan diğer iller ise belirli sektörlerdeki uzmanlaşmaları ve konumsal avantajları itibariyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yer alan diğer illere kıyasla daha iyi konuma gelebilmişlerdir.
Türkiye’nin doğusunda ve güneydoğusunda ise iki farklı kümeleşme dikkat çekmektedir. Bunlardan bir tanesi Diyarbakır, Şanlıurfa, Mardin, Batman gibi güneydoğu illerini barındıran 2 Nolu kümeleşmedir. Diğer kümeleşme ise Ağrı, Bingöl, Erzurum, Van, Hakkari gibi Doğu illerini içeren 4 Nolu kümedir. Bunlar içinde ilk anılan kümede yer alan iller, göstergeler itibariyle bakıldığında diğer kümedekilere kıyasla daha iyi konumdadırlar. İlk kümenin ikinciye kıyasla daha iyi konumda olması bir yandan 2 nolu kümedeki illerin tarihsel merkez olma özelikleri ile açıklanabilirken asıl önemli etkenin GAP projesinin yarattığı nispi hareketlenmeler olduğu söylenebilir. Zira GAP projesi kapsamında yapılan yatırımların yarattığı istihdam olanakları ile birlikte kısmen Harran Ovası gibi kimi tarım topraklarının sulanmaya başlaması ile tarımsal üretimde oluşan artış buradaki illerin ayrı bir kümede yer almasının nedeni olabilmektedir. Her iki kümede yer alan illerin verilerine daha yakından bakıldığında 2 nolu küme ile 4 nolu kümeyi ayıran göstergelerin ekonomik göstergeler olduğu görülmektedir. Örneğin kişi başına katma değer oranı, kişi başına GSMH’dan alınan paylar gibi verilerde bir farklılaşma göze çarparken okullaşma oranları, insani gelişmişlik endeksi gibi sosyal verilerde tablo farklılaşmamaktadır. Bu durumda GAP projesi ile ilgili yoruma dönersek, 2 nolu kümede yer alan illerde bu projeden kaynaklanan hareketlenmenin sadece ekonomik alanla ilişkili kaldığı, sosyal düzeyde kısmi de olsa bir gelişmenin yaşanmadığı söylenebilir. Ayrıca tarımsal istihdam verileri her iki kümede de yüksek görünmektedir. Ancak kişi başına gelir ve katma değer verilerinin her iki kümede de oldukça düşük seviyelerde oluşu bu kümede yer alan illerde gelişmeye neden olacak düzeyde ve nitelikte tarımsal faaliyetin yer almadığını göstermektedir. Sonuç olarak bu iki kümeyi Türkiye genelinde ele alırsak, her iki kümede yer alan illerin Türkiye’de en dezavantajlı durumda olan bölgeleri oluşturduklarını söyleyebiliriz. Hem ekonomik hem de sosyal göstergeler bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.
Genel Bir Değerlendirme
Bu analizin sonuçları Türkiye’de doğu ile batı arasındaki farklılaşmayı ve dengesizliği göstermektedir. Türkiye’nin batısında özelikle de Marmara ve Ege Bölgelerinde yer alan iller, çoğunlukla gelişmiş merkezleri içeren kümelerde yer almaktadır. Aksi şekilde dezavantajlı konumda olan kümelerde yer alan iller ise çoğunlukla Türkiye’nin doğusunda yer alan illerdir. Sanayi aktiviteleri ve dolayısıyla sanayi istihdamı Türkiye’nin batısında yoğunlaşmışken doğu illerinde sanayileşmenin çok düşük olduğu göze çarpmaktadır. Doğu illerinde tarımsal istihdamın yüksek oluşuna rağmen gelir ve katma değer verilerinin bu illerde düşük oluşu tarımsal yoğunlaşmanın da bu illerde olmadığını vurgulamaktadır. Tarımsal yoğunlaşma daha çok İç Anadolu’da yer alan illerde olmaktadır. Sosyal verilerde de tablo farklı değildir. Türkiye’nin batısında yer alan illerde eğitim ve sağlık hizmetlerine ilişkin durum doğu illerinin çok üzerinde bir gelişmişliğe sahiptir. Özetle burada yaptığımız inceleme en genel anlamda doğu-batı arasındaki eşitsizlikleri ve dengesizlikleri göstermektedir. Benzer bir tespit Türkiye’de bölgeler arasındaki farkları analiz eden bir çalışmada da vurgulanmaktadır. Bu çalışmada, Türkiye’de E-5 karayolunun doğusu ve batısı olmak üzere birbirleri arasında büyük gelişme farkları ve dengesizlikler olan iki büyük bölge olduğu tespiti yapılmaktadır.
Bu genel tabloya aykırı bir takım gelişmiş merkezler de olabilmektedir. Bunlar ise kimi zaman yerel ve tarihsel kimi zaman ise konumlarından kaynaklanan potansiyelleri belirli ölçülerde gelişmeye konu edebilmiş merkezlerdir. Tarımsal potansiyeli zengin Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Gaziantep’i yaratması bu duruma bir örnek olarak ele alınabilir. Gaziantep ilinin, içinde bulunduğu bölgenin sahip olduğu potansiyellerin gelişmişliğe döndüğü bir merkez olarak öne çıktığı söylenebilir.
Çalışma sonucunda ortaya çıkan önemli bir tespit de, gelişmiş ve önemli merkezlerin birincil ve ikincil çeperlerinde yer alan illerde yarattıkları gelişmişliktir. İstanbul, Kocaeli, Ankara ve İzmir’in; Tekirdağ, Manisa, Kırklareli, Bilecik, Bolu ve Konya gibi illerle aynı ya da birbirine yakın kümelerde yer alması bu duruma işaret etmektedir. Diğer bir deyişle Türkiye’de belirli gelişme odakları ve merkezleri bulunmakta ve bu odaklar ilişki içinde oldukları çevre illeri de etkilemekte ve gelişme bu illere de yayılabilmektedir.
BÖLGESEL EŞİTSİZLİKLERİN GİDERİLMESİ ÜSTÜNE
Bölgeler arası gelişmişlik farkları ve bölgesel eşitsizlikler tanımlandığında, geri kalmış bölgelerin kalkınmasına ve eşitsizliklerin azaltılmasına yönelik müdahalelerin gündeme gelmesi kaçınılmaz olmaktadır. Bu müdahalelerin ne şekilde olacağı ise; müdahale eden idari birim, bölgelerin ve eşitsizliklerin tanımlanışı, planlamanın mekansal sosyal ve ekonomik nitelikleri ve ortaya konan amaçlara göre değişecektir.
Amaç ülke kaynaklarının en verimli şekilde değerlendirilmesi ve ülkenin uzun dönemli refah ve gelişmişliğini arttırmak olduğunda, amaçların bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi ile aynı yönde olması zorunlu görülmeyebilir. Bunun bir örneği, Türkiye’nin özellikle çok partili dönem ile uygulamaya koyduğu, bölgesel eşitsizliklerin ulusal kalkınmanın motoru olabileceği fikrinden hareket eden, büyüme kutupları yaratma politikasıdır. Gelişmiş ve ileri gitmiş olan bölgelerin, diğer bölgelerin de kalkışını (take-off) sağlayabileceği bu politikanın temel varsayımlarındandır. Buna benzer bir başka yaklaşımda ise, yığılma ekonomileri göz önünde bulundurulduğunda, kaynakların ekonomik olarak en verimli kullanımının belirli bölgelerde yığılmayı gerektirdiği varsayılmaktadır.
Her iki yaklaşımın da savunusunu yapmak mümkündür. Ancak, bu savunuların ekonomik akılcılık ve ekonomik olarak verimli olmak temellerine dayanıyor olması, bölgesel eşitsizlikler sorununun odağından uzaklaşılmasına neden olur. Bu odak, belirli bölgelerin diğer bölgelere kıyasla ulusal ve uluslararası refahtan yeterli ve adil bir oranda pay alamadıkları, bundan ötürü temel ihtiyaçlar ve gelişmenin gereksinimlerini karşılayamaz duruma geldikleri gerçeğidir. Bu gelişmemiş bölgelerde yaşayanlar göz önünde bulundurulduğunda, ekonomik olarak en verimli kullanıma denk gelmese de, bölgesel eşitsizliklerin azaltılması yönünde kaynak kullanımı, sosyal adalet ve hakçalık yönünden uygun ve zorunlu gözükmektedir.
Bundan ötürü bölgesel eşitsizliklerin giderilmesinde en temel araç kaynakların ve artı değerin yeniden dağıtılmasıdır. Sanayi devrimi sonrasında bunun aracı doğrudan doğal kaynak ve emekten elde edilen artı değerin paylaştırılması iken, günümüzde bilginin ve bilginin mülkiyetinden doğan artı değerin yeniden paylaştırılması araçlar arasına eklenmiştir. Bu açıdan, metanın üretim ve bilginin üretimi sürecinde elde edilen artı değer ile bilginin kendisi yeniden dağıtımın konusu olmaktadır.
Bunun araçları idari mekanizmaların işleyişi ve otoritelerinin gücü ile ilişkili olduğu kadar, yeniden dağıtımın toplum içinde meşrulaştırılması ile de ilgilidir. Bu açıdan bakıldığında, AB içinde yeniden dağıtım süreçleri, projeler ve aktörler bazında, bölgesel eşitsizliklerin giderilmesinde meşru bir ilke olarak kabul edilmiş durumdadır. Ancak bu ilkenin uygulanması, bölgelerde aktarılacak olan kaynakların üretime dönüştürülmesi ve bunun denetime açıklığı ölçüsünde mümkün olmaktadır.
Türkiye için yeniden dağıtımın söz konusu olması, hem ekonomik olanakların kısıtlılığı, hem de belirli bir yeniden dağıtım mekanizmasının işleyecek düzeyde toplumsal olarak meşru olmamasından ötürü sorunludur. Teşvik, vergi indirimi gibi araçlar, kaynakların üretime yönelik dönecek şekilde gelişmişten geri kalmışa doğru yeniden dağıtılmasını sağlamakta yetersiz kalmaktadır.
Bu çerçevede bölgesel eşitsizliği aşmak adına ilk başta yapılması gereken, hangi kalkınma modeli seçilirse seçilsin, kaynakların yeniden dağıtımının sağlıklı bir biçimde yeniden formüle edilmesidir. Bir başka ifadeyle Türkiye’de bölgesel eşitsizlik ve dengesizliklerin giderilmesi için sosyal devlet araçlarının uygulamaya konulması gerekmektedir. Sosyal devletin temel aracı ise özellikle kaynakların kıt olduğu bir ortamda planlamanın bölgesel ve sektörel anlamda etkin kılınmasıdır. Gerek kamu yatırımlarında gerekse özel sektör yatırımlarında ölçek ekonomisinin eşiklerinin aşıldığı durumlar izlenerek yeni ölçek birimlerinin bölgesel gelişme ölçütleri açısından geri durumda bulunan bölgelerde yaratılması için gerekli önlemler alınmalı ve politikalar oluşturulmalıdır. Bu politikaları etkin olarak üretip uygulayabilecek kurumlar ise bölgesel kalkınma kuruluşları ile ülke ve bölge ölçeğinde planlama yapabilecek merkezi kuruluşlardır. Bu çerçevede ivedilikle, DPT gibi merkezi yönetimin planlama kurumlarının yeniden yapılandırılması ve bölge planları yeniden işletilebilmesi gerçekleştirilebilir. Ancak gerek bölgesel kalkınma kuruluşlarının gerekse merkezi yönetimin planlama kuruluşlarının (yeniden) yapılandırılması süreci yerinden yönetim ilkesini zedelemeden gerçekleştirilmelidir.
Bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi perspektifli çalışmalar, küreselleşen dünyanın gerçeklerine gözlerini kapamamalı, bölge planları ise sadece kamu yatırımlarının yer seçimlerini gösteren belgeler olmaktan çıkıp, özel sektörü yönlendiren dinamik ve esnek planlar haline getirebilmelidir. Bu durum, finansal güçsüzlüklerin yarattığı problemler ile uğraşan merkezi yönetimlerin gerçeğine daha uygun gözükmektedir.
Bölgesel eşitsizliklerin giderilmesinde Avrupa Birliği’ne katılım süreciyle birlikte gündeme gelen bazı fonlar da başvurulabilecek önemli araçlar olarak düşünülebilir. Türkiye için Avrupa Birliği’nin Yapısal Fonları’ndan aday ülke olarak destek almak bugün için kısmen mümkündür. Ancak bu süreç çok uzun ve zahmetli bir işlemler dizisi olmasının yanı sıra, elde edilen fonların miktarları da son derece sınırlıdır. Ayrıca Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde söz konusu olan bölgesel eşitsizlikler, Türkiye’dekine oranla çok düşük düzeylerdedir. Bu duruma rağmen, Avrupa Birliği Yapısal Fonları’ndan yararlandırılan bölgelerdeki gelişme hızları, çok büyük boyutlardaki kaynak aktarımlarına karşın, gelişmiş bölgelerin gerisinde kalmaya devam etmektedir. Özetle, bu fonlar da aslında sorunu tam olarak çözebilecek bir olanak sunamamaktadır.
Türkiye’de bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi konusu Avrupa Birliği ya da benzer bazı dışsal süreçler için bir gereklilik ya da bu süreçlerin kurtarıcılığında kotarılacak bir konu olarak ele alınmamalıdır. Türkiye, bu sorunu aşabilecek güç ve potansiyele sahip bir ülke olarak bugüne değin izlediği yanlış ve eksik politikalardan uzaklaşmalı ve bölgesel kalkınmayı piyasa güçlerinin etkinliklerinin sonucunda çözülebilecek bir mesele olarak algılamamalıdır. Yönlendirilmeyen sermaye hareketlerinin, belirli bölgelerin azgelişmişliği pahasına belirli bölgeleri geliştirdiği ve bu döngünün sürekli bir ‘yıkarak yeniden yapma’ sürecine neden olduğu unutulmamalıdır

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu