Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra günlük yaşamlarındaki değişiklikler nelerdir?
Ortaasya topraklarında hızla artan Türk nüfusu, artık yaşadıkları bölğeler e sığımamaya başladı. Kabuğunu yarıp, açılarak genişleme sürecini başlatmaktan başka çareleri olmayan Türk boylarının beğ ve Hanları , halkının refahı için siyasi ve askeri olarak yeni stratejiler belirlemeleri gerekmekteydi. Bu politikalardan biri istilâ ettikleri küçük devletleri birleştirerek (ihlâk ederek) büyük imparatorluklar kurup batıya doğru yayılmaya çalışırlarken Arap yarımadasında bazı kıpırdanmalar başlamıştı. Yaşadıkları coğrafi bölğelerin güneyinde yani bugün Arap ülkelerinin bulunduğu bölgelerdede eski din ve inançlar yayılmış ve insanlar kendilerine göre başka tanrılar edinmişti.
Arap yarımadası ve çevresinde insanlar her tanrının bir putunu ( küçük heykelini ) yapıp ona tapmaktaydılar. Arapistan’da eski hikâye ve masal kitaplarındaki adı ile Kenan elinde yaşam; kadınları, küçük kızların ve fakir halk çocuklarının esir pazarlarında köle olarak satılmasından tutun, insanlık dışı bütün muameleler günlük yaşam haline gelmişti. Bunu farkeden ve bu vahşete son vermek isteyen Abdullah oğlu Amine’den – (Emine’den) doğan Muhammed kırk yaşında iken kendisine vahi geldiğini ve Allah’ın kendisini peygamber olarak atadığını söyledi. Araplar arasında ve bilhassa put satarak ticaret yapan kişiler ve tarafın- dan bu pek iyi karşılanmadı. Ama Hz. Muhammed kendisine gelen en son kutsal kıtabın Kur’an olduğunu ve kendisininde en son Peygamber olduğunu her yerde, her cemaatte söz edip, gelen ayetleri Mekke halkına açıkladı. Arab’ların bilhassa kadınlara karşı kötü muamelesine ve yeni doğan kız çocuklarının diri diri çölün kızgın kumlarına gömerek öldürmelerine karşı çok iyi oldu.
Hz. Muhammed kendisine geldiğini bildirdiği islâm dinini yayması pek kolay olmadı. Bunun için bizat kendisi kurduğu ordusunun başında 25 defa savaşa girerek zorla insanları İslamiyeti kabul etmeye zorladı. Kabul etmemeyen başta Yahudiler olmak üzere bütün milletler ve kavimlerle savaşmaktan hiç bir zaman çekinmedi. Hz. Muhammet zenğin olan karısı Hatice ile evlendikten sonra tüccarlık yapıp , develerle çeşitli ülkelerden aldığı malları satarak geçimini sağlamaktaydı. O ülkelerede Arap mallarını götürüp pazarlayan , bu yüzden çok yer yurt gezmiş tercübeli ve çok zeki birisidir. Hatta gittiği bazı yerlerde Türkmen çadırlarına konuk olmuştur. Araştırmacı ve yazarlar Hz. Muhammed’in okumuş yazmışlığı olmadığını söyleselerde ; söylenenler, duydukları hiç bir zaman hafızasından çıkmayan biridir. Henüz islamiyeti ilân etmeden öncede Türkler hakkında gittiği çeşitli yerlerde sözler edip nasihatlarda bulunarak ; kuzeyden gelecek Türk’lerin kendi milleti olan Arab’ lar için en büyük düşman olacağını açıkca söylemiş.
İşte Peyganberimiz olan Hz. Muhammed’in böyle meclislerde söylediği bir kaç hadîsten örnekler. Ebû Hüreyre’nin rivâyetine göre Muhammed Türk’ler için “ küfürün başı şark tarafındadır„ der. Yine ayni kişye göre “ Kıyâmet kopmazki siz Arap’ lar, burunları basık, gözleri küçük, yüzleri deri üstüne kaplanmış, kalkanlar gibi kalın etli, ayaklarıda yün keçe çarık halklarla muharebe etmedikce kıyamet kopmayacaktır„ diye devam eden hadîsleri vardır.
Zeyneb bin Cahş’ın rivâyetine dayalı bir hadîs vardırki bundada Hz. Muhammed “ Vukuu yaklaşan bir şer’den, büyük bir fitneden dolayı vay Arap’ın haline ? Bugün Ye’cûc ve Me’cûd seddinden şunun gibi bir delik açıldı„ der. Abdullah İbn-î Ömer’in rivâyet ettiği ne görede; yine Muhammed Türkler için ‘ İyi bilinizki fitne işte buradadır, şeytanın boynuzunun doğdugu yerde (yani doğu yönünde) der. Bizim Diyânet İşleri başkanlığı ise bunu “ Peygamber efendimizin irtihalinden sonra zuhur eden fitnelerin hepsi şark tarafından zuhur etmiş bulunduğundan bu haber Resullûllahın mu’cizelerinden sayılır „ diye yorumlarken ; bu insanların kendi ataları olduğunu inkâr eder. Ebû Saîd Hudrî ’nin bir rivaytinde “ Size müjdeler olsun, sizden bir kişiye mukabil Ye’cûc ve Me’cûc’dan bin kişi cehenneme gönderilecektir.„der. Her oturup kalkmasında Türk’leri en büyük düşman görüp; onları düşman ilân eden Hz. Muhammed’in eşrafından sonrada Kur’ana bazı ayetler koyulmuştur. Muhammed yine Türk’leri kastederek “ doğunun bu vahşi ve fesad insanlarına karşı hazırlıklı olun „ çağrıları yapar. ( Bkz . Kur’anın Kehf Sûre-sinin 83 – 102 ve Enbiyâ Sûresinin 96 cı ayetleri.)
Hz. Muhammed’in asıl korkusu Ortaasya’dan batıya ve güneye doğru hızla yayılıp genişlemekte olan Türk boylarının Arap’ların yaşadıkları ülkeleri ele geçirerek, eğemenliği altına almaları ve Arap milliyetciliğinin ortadan kalkacağıdır. İkinci bir düşüncesi ise; geniş bir nüfusa ve teşkilâtlı bir orduya sahip olan Türk’leri müslüman ederek, onların sayesinde dinini ve düşüncelerini bu vesile ile dahada genişletmek ve hızla yaymaktır. İleridede göreceğimiz gibi bu düşüncesindede haklı çıkmıştı. Kültür düzeyi düşük, fakir halk arasından müslüman olan Arap’lara Türk’leri aşağılayıcı ve kötüleyen sözlerinin asıl nedenini şu iddaya dayandırır. Hz. Nuh’un Sâm, Hâm, ve Yafis adlarında üç oğlu vardır.
Sâm : Arap’ların – Yahudi’lerin – Acem’lerin ve Rum’ların atasıdır.
Hâm : Zencilerin – Habeşîlerin ve Nubî’lerin atasıdır. Babasını emirlerine uymadığı için ceza olarak cildi simsiyah kesilmiş.
Yafis : Nuh’un üçüncü oğlu olup; Hazer’in – Sakalibe’nin ve Ye’cûc –Me’cûc’un babasıdır ki sondakiler Türk’lerin atasıdır.
Ye’cûc – Me’cûc kur’anı Kerimde küçük yaratıklar olarak vasıflandırılmış olup, burada görüldüğü gibi Türk’ler anlamına gelmek- tedir. Kur’anı Kerimin Kehf Sûresinin 83 – 102 ve Enbiya Sûresinin 96 cı ayetlerinde sıkca geçer. Bu ayetlerde anlaşılacağı üze- re Türk’ler kötülenir ve düşman olarak hedef gösterilir. Bazı aklı selim tanınmış Abû’l Bekâ al Demîrî , (Hayat al- hayavân adlı kitabında) al – Balkî (Evrenin yaratılışı kitabında) Arap yazarları Asım Efendi’nin (Okyonus), Ahterî Mustafa Efendi’nin (Ahterî – Kebir), Buharî’nin Kitabı- Chad ve Kitab-ı Menakib, Müslim’in Kitab-ı Fitan adlı eserlerinde kura’anda adı geçen bu kelimelerin manasının Türk’ler olduğu ve Türk’ler için söylendiğini açıkca vurgulamalarına karşın, Kaşgarlı Mahmut, Türk’ler için değil derken, bizim en yetkil i ve resmi makamımız olan Diyânet İşleri Başkanlığı ise başka bir yorum yaparak Yafis’ in oğullarından olan Türk kardeşleri olan Ye’cûc – Me’cûc’dan ayrılarak Türkistan’da devlet kuran bir soydur. Yafis’in oğlu Türk’ün oğlu Oğuz olup, Oğuz ile birleşince Türk’ler Uygurları oluşturmuştur.
Mekadonya kralı Büyük İskender doğuya açıldığında güya Türk’ler orada Ye’cûc – Me’cûc adında bir kavin yaşadığını ve onlar- dan zarar gördüklerini söyleyip, önlem almaları için İskender’den yardım istemişler. Bunun üzerine Büyük İskender aynı mil- letten olan insanlar arasına, büyük bir duvar yani set çekmiş. Demek oluyorki aynı kandan kardeşler bir başkasının yardımı ile birbirini görmeyecek şekilde bulaşıcı hastalık taşıyan marazlı bir milletmiş veya o kadar vahşi insanlarmış gibi aşağılayıp, kötü lemektedirler. Bence Arap milliyetcisi Türk düşmanlarının, Türk’leri değerlendirmesiyle kutsal olan asıl İslâm dinini, Arap’ların dili , örf, adet ve yaşantılarıyle bağdaştırarak kutsallaştıran bizim Diyânetinde hiç bir farkı yoktur. Arap Milliyetciliğine dayalı bu inaç ve düşünce yapısı 600 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu zamanındada Anadolu Türk’lerinin kendi ülkelerinde çeşitli baskı, işkence ve kırıma uğramalarınada neden olmuştur.Hz. Muhammed öldükten sonra, hadîslerinde yer alan Türk’lerle ilğili bütün sözleri onun ümmeti tarafından 12 yıl sonra uyğulamaya sokulmuş, sözü edilen düşman saldırılarını durdurmak için, ilk saldırılar 652 yılında Halife Ömer zamanında başlatılmıştır. Ömer ordularına Turan ile İranı ayıran sınır durumunda olan Ceyhun ırmağını geçmemeleri için emir vermiş fakat; orduları onu dinlemeyip Hazar Hanlığı sınırlarına dayanmışlardır.Ceyhun ırmagının bir adıda “Amuderya„ dır. Arap’ların buraya gelmesiyle Maveraünnehr adını vermişler. ( Kaşgarlı Mahmut Çayırardı diye yazar.) Aynı zamanda buralar Türkeli, Türk yurdu diyede bilinir. O bölğenin doğusunda Türkçe konuşan ve 5.yy. da geliporaya yerleşen Şul (Çöl) Türk’leri adı verilen göçebeler ve batısında Farsca konuşan halklar yaşar. Taberi Şul Türkleri ile Arap’ ların 639 yılında karşılaştıklarını ve bir anlaşma yaptıklarını yazar. 714 yılında Arap’lar Cürcan’ a ikinci bir akın yapmışlar ve bu saldırılarda Cürcan ve Dihistan gibi Şul şehirleri ve kaleleri ganimetleri ile bu savaşta Arap’ ların eline geçmiştir. Savaş sonrası Mecusi inancına sahip olan Şul Bey’leri canlarından korktuğundan Medine’ye giderek Peygamber’in mezarı başında and içip Müslüman olduklarını açıkladılar. Halife Osman ve ondan sonra gelen Hz. Ali zamanında Türk illerine saldırılar durdu fakat Muaviye’ nin Arap imparatorluğunun başına geçmesi ile saldırılar yoğunlaştı. Bu saldırılarda şimdiki Afganistan sınırları içindeki çok zenğin yer altı kaynakları olan Belh şehri Arapların eline geçti. Fakat Toharistan’daki Karluk Türk’leri Arap’lara karşı savaşı sürdürdü.
Buradaki Budis olan Karluk Türkü büyük direniş gösterdiler. Araplar islama karşı olan bu direnişi kırmak için kimi zaman Budisleride ehli kitap saydıklarını, hileleriyle onları kandırma yollarınıda denediler. Karlukların başlarındaki Nezak Tarhan adlı kişi, Arap’lara karşı Toharistan ve Horasan Türk’lerini örğütlesede, Merv şehrininde Arap’ların eline geçti. Hicretin 32 ci yılında yani M. S 653 yılında Hazar bölğesindeki Türk’lere karşı Arap saldırıları başladı. Daha sonra Kuteybe ve Haccac adlı insan azmanları; ordusu ile Ortaasya içlerine kadar yayılarak Türk ülkelerini istila ettiler. Bir hayvanda dahi bulunmayan gaddarlığı ve hunharlığı ile tanınan Kuteybe, bu saldırılarda binlerce Türkü kılıçtan geçirip zorla müslüman etmeye çalıştı. Dinlerinden dön- mek istemeyip direnen Talkan halkıda bunlardandır. Erdoğan Aydın’ın “ Nasıl müslüman olduk „ adlı kitabında Talkan’da Arap’- ların serğilediği vahşeti ve katliamdan bahsederken Talkan’a giden yolun dört fersah (24 Kilometre) mesafede olan kısmı asılan Türk’lerin cesetleriyle korkunç bir orman görünümü oluşturmuştu „ diye yazmaktadır. Diğer taraftan Türk’lere karşı giri- şilen bu katliamı İslam’ın zaferi olarak görüp, değerlendiren Halife Velid, yaptıkları bu katliamdan dolayı katil Kuteybe’ye yazdığı mektupta şu sözler ile kutlar. “Müminlerin halifesi şüphesiz senin Müslümanların düşmanlarına (Türk’ler için kullanılıyor) karşı çetin mücadelelerinle verdiğin imtihanları ve cihadını bilmektedir. Müminlerin Halifesi senin şanını yükseltecek ve sana gerekli olan her şeyi yapacaktır. Harbetmeye (Savaşmaya) önem ver ve Rabbinin sevabını bekle. „ der.
Arap’lar 664 yılında savaşlarını o dönemde Kabil, Horasan, Gazne ve Sind ırmağına kadar uzanan bölgelerde; orada yaşayan Göktürk, Hâlâç ve Oğuz Türk boyları sürdürdüler. Bu Türk’ler Budis inancındaydılar. 9. yyda İran’lı bir Müslüman öne timindeki islâm orduları Budist olan Türk Şahi beylerini savaşta yenmeleriyle Ceyhun ve Sind arasunda yaşayan Türk boylaru islâmı seçmeye başladular. Türklerin bir kısmı İslâmiyeti Arap ordularının ganimetler getiren fütuhatlarını görüp, maddi düşüncelerle kabul ettiler ve Merv 691 yılında Horasan’ın islâm merkezi oldu. Fakat ; Arapların baskı ve işkenceleri karşısında halk artık dayanamaz hale geldi. Sık sık birbirleriyle gereksiz yere saltanat ve beylik savaşı veren Türk Bey’leri, bu büyük tehlike karşısın- da çekişmeleri bırakıp Asya halkları arasında Araplar yenilmez kanısını bir yöndende çürütmek için aralarındaki kavğayı bırakıp birbiri ile dayanışmaya gitmek mecburiyetinde kaldılar. Çünkü Türk’lerin islâmiyeti kabul etmeleri, onlar için bir kurtuluş değil baskı ve işkencelerin ardından gelen ağır verği zülmüde bunlara eklendi. 694 yılında tarihlere adı zalim sanı ile geçen Haccac Arap’ların elinde olan Horasan ve Basra eyaletleri beyi olarak atandı. Haccac’ın Arabistan’dan getirilen 50.000 Arap’ı Horasan’ın önemli kent ve merkezlerine yerleştirip; Türk’leri müslümanlaştırıp, eriterek orada bir Arap milliyetciliğinin yayılma- sı sevdasıyla yani asimilasiyonla işe başladı. Akabinde ilk işi arapcayı zorunlu dil olarak şart koştu, ama bu arada Türk’lerde boş durmadılar.
Arap yayılmasını hızlandırmaya ve asimilasyona hız veren Haccac’ın karşısına Türk Beyi Rutbil ordusuyla çıktı. Bu savaşta bozguna uğrayan Arap ordusu tam bir yıkıma uğradı ve neye uğradığına şaşırdı. Haccac bir anlaşma yaparak geri çekilmek zorunda kaldı. 7 yıl verği alamıyan komutan savaş hiledir bahanesi ile 699 yılında Türk’ler üzerine güçlü bir ordu ile tekrar saldırdı. Çok şehir Arapların eline geçsede direnişler sürdü. Bu direniş için Arap yazar Cahiz şöyle der: “ Türk, Horasan’lı gibi geri çekilmez: Geri çekilirse, döndüğünde o, öldürücü bir zehir ve insanın işini bitiren bir ölüm olur. „ ( Zekeriya Kitapcı’nın kitabından.) Harezm’de Arap’lar yine insanlık dışı uyğulamalarını sürdürdüler. Bu bölğelerdeki Türk kentlerini yağmalayıp, Harezem aydınlarının tümüyle dört bin Türk gencini öldürürlerken çok sayıda tutsakla geri dönerek bu esirleri pazarlarında sattılar. Arap’lar Türk ülkesinin küçük ve büyük kentlerini haraca bağlayıp yağmaladılar.
Fakat hiç bir zaman bu zülümlerine karşın planlarında başarılı olamadılar. Çünkü her yerde direnişler tekrar başladı ve aldıkları yerleri geri vermek mecburiyetinde kaldılar. Haccac 705 yılında Kuteybe’ yi Horasan’a vali olarak atadı. Kuteybe ordusu ile önce Belh ve Çağanyan bölğesine oradanda Buhara’ya 6 km uzaklıkta olan Baykente yöneldi. Çeşitli yerlerden gelen Türk savaşcılar Baykent’in yardımına koşmuşlarsada zalim Kuteybeye karşı başarılı olamayıp, onunla haraç karşılığı anlaşma yapmak mecbu- riyetinde kaldılar. Bu güçsüzlükten faydalanmasını bilen Kuteybe sözünde durmayarak görkemli ve zenğin şehirleri yağmalayıp, yakıp yıktı. Bu yetmiyormuş gibi eli silah tutan ne kadar savaşacak genç varsa tümünü öldürtüp, onların boşalan yerlerine Merv’den getirdikleri Arap aileleri oraya yerleştirmişlerdir.( Bugünkü İsrail devletinin Filistin toprakları içeriside dışarıdan getirdiği Yahudileri yerleştirdiği gibi. )
Ön Asya’da başlayan Arap vahşeti herkesi kayğıya düşürdü ve bir panik başladı. Kutey’ benin Ceyhun’u geçtiği ve Buhara’ya saldıracağı haberi üzerine bütün boylar birleşdi ve savaşmak için cephe aldılar. Demirkapı’da yapılan ve aylarca süren savaşta Kuteybe’yi Göktürk ordusu karşıladı. Büyük Türk Hanlarından Külteğin ve Bilge Kağan’ın, Sogut ve Demirkapı savaşlarını yönettiği söylenir. Bu çetin savaşta Kuteybe’nin Basra ile bağlantısı kesildi. Etrafı daraltılan Arap’ların kurtulmalarından ümitleri kesilmiş çaresizlik içinde camilerde dua edip dört ay gibi bir süre boyunca yalvarmaya başladılar; fakat talih yine onlara güldü. Savaşın lehine döndüğünü gören Kuteybe yeniden Ceyhun ötesine saldırdı. Bu saldırıları bekleyen Türk Prens Song ve Ferga- nelilerden oluşan yirmi bin kişilik bir ordu ile karşı koydular sada yenil mekten kurtulamadılar. Bu savaştada direnişe katıldığı söylenen herkes kılıçtan geçirildi. Diğer göz dolduracak savaşla ilğisi olmayan binlerce gençi köle pazarında satmak için kent halkından elli bin kişi alarak o Tuğşad’ı Buhara’ya vali olarak atadıktan sonra elindeki esirler ile geri döndüler. Türk’ lerce hain olarak ilan edilen Hatun’un oğlu Tuğşad müslüman oldu ve doğan oğlunun adını Kuteybe koydu. Kendi milleti ile zıt düşen Tuğşad halkı Araplar adına müslüman olmaya zorladılar. Türk kişiliğine zorla inancın benimsetemniyeceğini düşünen halk çaresizlikten kabul etmiş gibi gözüktüler, ama ata dinindende vaz geçmediler.
Kuteybe ordusu ile Buhara’yı terk ettikten sonra aldığı haber üzerine deliye döndü. Çünkü herkes eski dinine geri dönmüş ve bir isyan başlatmışlardı. Bunun üzerine geri dönen Kuteybe bu sefer savaş yerine ılımlı bir politika uyguladı. Yerli halktan evlerinin yarısını müslüman halka vermelerini buyurdu. Böylece onlardan müslümanlık öğrenecekler hemde kimin ne yaptıklarını denetleyeceklerdi. Nitekim bunda başarılı oldu ve yerli halk arasında islâmı yaydı. Çok yere mescitler yaptırarak halkı şeriata uymaya mecbur bırakdı. Bundan başka halka ağır verğiler yükledi. Yılda halifeye 200.000 Horasan valisine onbin dirhem vergi ödeyeceklerdi. İlâveten sonradan getirilen müslüman halka bağ, bahçe ve tarla vereceklerdi. Arap halka odun ve yakacak verecekler, buda yetmiyormuş gibi Arap askerin atlarına yem sağlayacaklardı. Çok sayıda müslüman Arap’ın yerleştirildiği bu kentler zorla müslümanlaştırılmış oldu.( Fakat Emeviler Türk’ler müslüman olsalar bile onlara tepeden bakarlar ve kendilerini onlardan üstün görürlerdi. Türk’lerni mallarını ve can larını kendilerine helal sayarlardı. Bundan başka Araptan başka müslü- manlar Araplar ile eşit sayılmaz, onları Arap’ların kölesi gibi görürler di. Müslüman olan bir Türk’ün veya İran’lının peşinde namaz kılmaz, onlar ile gezmez ve evlenmezlerdi. Çünkü bu gibi şeyleri kendilerince sözüm ona, büyük Arap ırkına bir hakaret sayarlardı)
710 yılında Demirkapı geçidini geçip Türk illerine akın başlatan insan azmanı katil Kuteybe savaş ile bu sefer Talkan kentini ele geçirdi. Yukarıda mevzu edildiği gibi burada binlerce Türkü sıra sıra ağaçlara astılar. Bu korkunç vahşetten sonra Keş ve Nefes kentlerini ele geçirdiler. 711yılında Semerkant’a geri dönen Kuteybeye karşı koymak için Semerkant beyi diğer Türk beylikle- rinden yardım istedi. Bir araya gelen kuvvetlerle yine amansız bir dayanışma yapıldı. Fakat ; Arap’ların sürekli mancınık atışla- rına karşı Türkler fazla dayanamadılar. İranlı kölelerinde yardım ettiği Arap’lar bu savaştada 30.000 Türk gencini esir alıp yine köle pazarlarında satıp ticaretini yaptılar.
Bu savaşlarda Semerkent; Buhara, Horasan ve aşağı Türkistan’da uyğulanan insanlık dışı şiddet ve işkence ile Budis, Şaman ve Zerdüş dininde olan çok sayıda Türk zorla müslümanlaştırıldı. Ne yazıkki bu zalimliği Kuteybe’nin yanına kalmadı. 714 yılında Halifeye karşı gelmesi ile Türk’lere ve Çinlilere karşı başlattığı bir akın sırasında kendi askerleri tarafından öldürüldü. Kuteybe’- nin ölümü Arapların Türkler üzerine akınını durdurmamış 716 yılına kadar Ceyhun ötesi şehirler kanlı arap saldırılarına sahne olmuş ve yine Arap göçmenlerinin oralara yerleştirilmesine devam edilmiştir. fakat; bu sefer savaş alanlarında Türkistan’da iki Türk devleti bulunuyordu. Bunlardan biri Ötüken dağları civarındaki Göktürk Hanlığı ve Türkiş devletidir. Bundan sonraki Arap Türk savaşlarında 716 yılında Göktürk Hanlığından kopan ve Seyhun boylarında hüküm süren bağımsız bir Türk devletidir. İki devlet bir biriyle iyi geçinmeselerde Araplara karşı beraber cephe almaktaydılar.
Türkiş’ler, Onoklar’ın Tulu kolunu oluşturan beş boydan biridir. Zamanla onlardan daha güçlü ve sözü dinlerir hale geldiler. Bu yüzden aynı soydan olan Göktürkler ile uzun zaman savaştılar ve yenildiler. Bunun üzerine Türkiş Beyi Sulu yeniden toparlandı ve irili ufaklı bütün böyları birleştirdi. Bu büyüme etrafta sayğınlık ve bir güç kazandırdı. Çinlilerde Türkeşleri tandılar. fakat; Arap saldırıları devam etmekteydi. Bunun üzerine canından bezen Türk boyları Türkiş’lerden yardım istediler. Türkiş’lerin savaşa girmesi ile Arap’lar büyük yenilğiler aldıkları gibi istila ettikleri bölğelerdende çelikmek mecburiyetinde kaldılar. Arapların Zahmetler babası adını verdikleri Sulu Han bağnaz olmamakla birlikte İslâmlığada merakı vardı . Emevî zulmüne karşı direnen arkadaşı Haris’e kendi yönetimi altında olan Türk bölğelerinde islâmı yayması için izin verdi fakat Haris çok geçmeden öldürüldü. 724 yılında ve 731 yıllarında Araplar ile Türkkeşler arasında amansız savaşlar oldu ve Araplar geri püskürtül- dü. Arap istilası ve milliyetciliğine karşı Milleti ve askeri ile başarıdan başarıya koşan Türkeş’lerin Sulu Hanı’ı bir gece Bir boy beyi olan Bağa Tarkan bir gece otağında basıp 738 yılıda öldürdü. Bu yüzden birbirine düşen bu Türk boylarının hareketlerinden faydalanan düşmanları kayıp ettikleri bütün Türk şehirlerini birer birer geri alarak Arap eğemenliklerini sürdür- meye başladılar.
Savaşlarındaki kahramanlıkları ve o yıllarda ezilen Türk halkının ve diğer bütün halkların yanında yer alıp onlara arka çıkması ile ünlenen ve hakkın da övğüler yağdırılan ve Türk olduğu söylenen Horasan’lı Ebu Müslim 745 yılında Merv valisi olarak atandı. fakat; Emevilerin gözü bu adamı pek tutmadı. Çünkü katı şeriat hükümleri ve Arap baskı ve zülümlerine pek meydan vermeyip yerli halk ile iyi ilişkiler kurdu. Zaten kızgın olan patlamaya hazır Türk beylerini ve yerli halkın desteği ile Türk ellerindeki Emevi- lerin varlığını 750 yılında ortadan silip attı. Tarihte kanlı bir sayfa açan Emevilere karşı başlatılan bu savaşta bütün Emevi soyu kılıçtan geçirildi. Tarihler ve tarihciler bu savaşta 600 bin kişinin öldürüldüğünü yazar. Bu sayı göz önüne alınırsa acımasız Emeviler Arap şovenizminin ve ırkcılığının kanı içinde boğularak yok olup gitmişlerdir. Emevilerin çöküşü İslâm tarihinde bir devrin başlanğıcıda sayılır ; çünkü eski katı yönetimin yerini daha ılımlı olan: aynı soydan, yani Hz. Muhammed’in amcası Abbas’ ın soyundan gelen, Abbasî’ler Hilâfet makamına oturdular. Bu dönemde başkanlık makamı haricinde bütün devlet yöne- timi Arap olmayan yabancıları yani Türk’lerin ve İran’lıların elindedir. Başbakanlık makamı ise Türk olan Bermekoğullarının elindedir.
Abbasiler döneminde Müslümanlığın Arap’ların elinden çıkıp, Arap olmayan halkların denetimine girdiği görülür. Yeni Müslüman olan Türk boylarında aşırı şeriat kurallarını uygulamak yerine bu sefer kendi dillerinde ibadet ve yorumları ile din yani İslâmiyet Türk’ler arasında inanç olmaktan çıkıp bir düşün eylemi olarak gelişmeye başladı. Düşün eylemi ilk olarak Basra’da başladı. Çünkü Türk ellerinde eğitim ve öğretime ağırlık verilmeye başlamış ve okullar açılmıştır. Hatta Abbasî Halifeleri iyi yöneticilik öğrensin diye Türk ellerine gönderilerek eğitim ve kültür düzeyleri yükseltilmiştir. Diğer taraftan bu serbestlikten faydalanılarak çok sayıda genç Türk öğrenim görüp yetişerek « Mütezile » denilen bu eylemin öncülüğüne yaptılar. 7. Arap Halifesi Memun’da bu inançtaydı. Bu inaça göre Kur’anın bir insan ürünü olduğu ve Kur’andaki sözlerin tanrı sözleri değil Peygamberin kendi düğüncesi ve öğretileri olarak kabul edildi. Bu nedenle Halife Mansur giyinmeyi Arap tarzından çıkartı. Buna karşı gelen sünni mezhebinden olan kesim ise Memun’a Emir-ül kâfirin demişlerdir.
Abbasîler zamanında sünnilik değil, 4. Halife Hz. Ali taraftarını0n etkinliği ve siyasi yaşamda halk üzerinde daha ılımlı bir yöne- tim vardır. Bu nedenle zorla müslüman edilemeyen, çeşitli dinlerdeki Türk’lerin yavaş, yavaş kendiliğinden islamlaştığı görülür. Velhâsılı Abbasilerin dönemi 8. yydan 13.yy. kadar sürdü. Bu dönemde devlet Türk’lerin eline geçerken Ömer’le başlayan etkin Arap milliyetciliği 8. Halifeye kadar 200 yıl sürmüştür. Çölde yeni bir din yaratan Araplar geldikleri çöle geri dönmek mecburiye- tinde kaldılar. Fakat ; eski dinlerini kayıp etmemek için İslâmiyete ve Arap kültür ve yaşamını kabul etmemek için yıllarca savaşarak direnip milyonlara varan soyunu ve ırkını kayıp eden Türk’ler İslamiyeti kabul ettikten sonra, yine milyonları bulan kendi ulusundan insanlarını din uğruna katlederek asırlarca dünyayı titrettiler. Daha sonraki yıllarda 10. y. y da Gazne ve Gur’da yaşayan Hâlâç Türk’leri Müslüman oldular. Sind ve Hint ellerindeki “ Turuşka – (Türk) „ adı ile anılan Türkler ise 11. yy da Müslüman oldular ve oralarda yaymaya başladılar, fakat Müslüman Arap yayılması ile Orta ve İç Asya’nın bütün kültür ve gün- lük yaşantısıda sinsice sokulan Arap zihniyeti ile ortadan kalktı.
Karahanlı Türk’lerinin ilk defa islamı seçmeleri sonucu, Batı Türk’leri arasında din savaşı bitti. Batı Türk’istanın tümü ile Doğu Türkistanın batısı, Karahanlı Türk devleti yönetiminde birleşti. Ancak Uygur Türk’leri İslamiyeti kabul etmediler. Uyğurlar ile müslüman olan Türk’ler savaş alanında olduğu gibi, kültür alanındada kıyasıya yarıştılar. Burkan dininden olan Turfan Uygur’ları ancak 1473 yılında İslâmiyeti kabul ettiler. Batıya açılmakta olan Batı Türk’lerini İslâma çağıran ve islamlaştıran en önemli kişi- lerden birisi hiç şüphesizki Ahmet Yesevî’dir. Yesevi batı Türkistan’ın Sayram ilçesinde dünyaya geldi. Hayatı ve yaşamı gizem- lerle dolu Ahmet Yesevî 1160 yılında öğretmeni olan ve Türkçe bilmeyen İslâm bilğini Şeyh Yusuf Hemedanî’ nin ölümü üzerine posta oturdu. 1167 yılında 130 yaşında iken öldüğü söylenen Ahmet Yesevî’ nin 4. Halife olan Hz. Ali soyundan olduğu söylenir. Yaşantısı ile ilğili hakkında çeşitli rivâyetler ve kerametleri ile ilğili söylentiler vardır. Ahmet Yesevî islâmın yayılmasına genel- likle göçebe ve köylerde yaşayan bozkır Türk’lerinden başlamıştır. Bunlar genellikle Oğuz’ların Türkmen ve Avşar boylarıdır. Şamanizim, Mazdeizim, Mogoç ve Mani gibi inançları olan Argu, Harezm, Fergane yöresindeki Türk boylarıda etkisi alanındadır.
İslâmiyet yayılırken ortaya daha ılımlı ve insanları etkileyip, çekici fikir ve düşünceleri ile ilği çeken ve eski inançlarından bazıları ile eski Türk boy gelenek, töre ve yaşantısını hiç bir değişikliğe uğratmadan içinde muhafaza eden, ortaya Yesevî tarikatı çıkmıştır. Ahmet Yesevî’nin kurucusu olduğu temeli islâma dayalı olan Yesevî lik en kısa zamanda savaşarak kan dökmeden, baba, ve dede adı verilen dervişleri vasıtası ile her tarafa yayılmıştır. Yesevî’lik’de eski Türk papanizminin etkileri varlığını korur. Yesevî’likte islâm anlayış biçimi ve yorumu şeriata göre değil kendi yaşam biçimlerine göredir. Meselâ: Yesevî tarikatında ibadet ederken göçebe Türk yaşantısının bir parçası olan kadın ve erkek bir arada bulunup zikreder. Yesevîlik şehirlerde sünnilik yönünde gelişirken, daha sonra bu görüş ve inanç şekli Türk’lerin yaşadıkları bölğelerde ve Anadolu’da yerleşik düzene geçen halk arasında Nakşibendicilik olarak ortaya çıkmıştır.
Anadolu’da Yeseviliğin yozlaştırıldığını gören dağlarda ve bozkırlarda yaşayan bazı Türk boyları arasında İmam Cafer mezhebi- ne bağlı sünniler gibi tutucu ve temeli şeriata bağlı olan şiilik ile aynı mezheb içerisinde çağdaş bir yaşam biçimi olan Alevî’lik ve Bektaşilik yönünde hızla yayılmıştır. ( Hatta İran’da Şah İsmail (Şah Hatayi) tarafında kurulan Safevi devletide aynı inan çdan yani şiilik mezhebine bağlı olarak din esas ve temellerine dayalı olarak kurulmuştu.) Çeşitli söylencelere göre Hoca Ahmet Yesevî Rumu îrşâd etmeleri için Anadolu’ya çeşitli evliyalar yollar. Bunların içinde çok ünlü bir isim olan ve Alevilerin pirlerin piri olarak yüceltiği Hacı Bektaş Veli’dir. Fakat o dönemde en önemli bir dede daha vardırki oda Dede Kargı’dır. Yıllarca o toprak- larda beraberce o yörelerde yaşayan Burunören köyü ve çevresinde yaşayan aşiret dediğimiz köylerde yaşayan insanların dedeleride bu neden ile Dede Kargın’ın ve Hacı Bektaş’ın etkisi altında kalarak Anadoludaki bütün Türkmenler gibi onlarda alevîliği benimsemişlerdir. Peki nedir bu İslâm inanışındaki alevîliğin anlam ve manası ile sünnilikten ayıran özellikleri ? Kısa ve öz olarak bunada bir cevap verelim.