Ulusal dilin önemi nedir?
ULUSAL DİL ile ÖNEMİ
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun görev, yetki ve sorumluluklarının çerçevesi yasayla belirlenmiştir. Bu bağlamda, kurulun Türkçeyle ilgili görev, yetki ve sorumlulukları vardır. Radyo ve televizyon yayınlarını da düzenleyen bu yasa, ilgili kurumlarda Türkçenin kullanımına ilişkin ilkeleri de kapsamaktadır.
Türkçe’nin kullanımına ilişkin sorunlar bu yasaya sığar mı? Bu sorunların birincil kaynağı radyo ve televizyon kanalları mıdır? Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bu sorunların çözüm yeri midir? Toplumsal yapının dili de biçimlendirdiği gerçeğinden hareketle, konu geniş bir çerçevede değerlendirildiğinde bu sorulara verilecek yanıt “Hayır!” olacaktır.
Nitekim mektup, telefon, faks, e-ileti yoluyla Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’na ulaşan izleyicilerin radyo ve televizyon kanallarında dilin kullanımına ilişkin yergileri de eğitim, kültür, bilim, hukuk… boyutlarıyla büyük ve önemli bir sorunu ortaya koymaktadır. Radyo ve televizyon kanallarında,
1. Konuşma ve yazı dili olarak Türkçenin doğru ve güzel kullanılmaması.
2. Batı ve Doğu dillerinden alınan sözcüklerin ve dil kurallarının çokluğu ve kimi zaman bunların yanlış kullanılması.
3. Toplumun kültürüne ve değerlerine uymayan bir dil anlayışı.
4. Yazı ve dil devrimine aykırılık.
5. Türkçeyi küçümsemek, Türkçeyle alay etmek.
6. Yabancı dille eğitimin bir sonucu olarak bilinçsizce kullanılan Türkçe.
7. Sövgü ve argo.
8. Sözcük sayısı az olan, sıradan sözcüklere dayanan zayıf ve yetersiz bir dil kullanımı
yerilmektedir.
Bilgi, bilinç ve duyarlılığın bir sonucu olan bu yergiler, yazı ve dil devrimi karşıtlarına Osmanlıcacılara, İngilizcecilere, yabancı dille eğitime, dille ilgili kurumların eksik ve yanlışlarına, küreselleşme dayatmalarına, ekonomik ve kültürel sömürüye karşın Türkçeden cayılamayacağının da altını çizer.
Türkçeden Cayılamaz : Yüzeysel bir yaklaşımla sanıldığının tersine dil yalnızca iletişim aracı değildir. Dili, kendi dışında oluşmuş düşünceleri bir yerden bir yere aktaran bir taşıta indirgemek yanlıştır. Dil, bu işlevinin yanı sıra çok daha önemli bir işlev yüklenir. Dil, düşünceye taşıtlık etmekle kalmaz ona aracılık da eder. Dil düşüncenin hem yapıtaşı hem aracı hem de avadanlığıdır. Dilden soyutlanarak düşünce üretmek, sonra da bu düşünceleri dil aracılığıyla taşımak olanaksızdır. Çünkü dil olmayınca yalnızca taşıt değil taşınacak nesne de olmaz. Kısacası düşünce olabilmesi için dil de olmalıdır. Dil düşüncenin varlık biçimidir. Böyle olunca da dil nasılsa düşüncenin de öyle olması kaçınılmazdır. Çorba gibi bir dille yüksek zeka düzeyi gerektiren bir düşünsel etkinlik gerçekleştirilemez. Bilimciler, dilin düşünceyi koşullandığına, dil gelişmediğinde düşüncenin de durduğuna, düşünmeye dayanan bilim alanlarında da başarı sağlanamayacağına dikkat çekerler. Başka dillerin baskısı altındaki kavruk dillerle evrensel boyutlarda düşüncelerin üretilemeyeceğini vurgularlar. Türkçe’nin sanat ve bilim dili olması isteniyorsa, sanat ve bilimle çağdaşlığa uzanılacaksa Atatürk’ün şu sözü unutulmamalıdır: “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de, yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Yazı ve Dil Devrimi: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerini oluşturan devrimlerin içinde yazı devriminin özel bir yeri vardır. Okuma ve yazmayı kolaylaştırmış; bilgi edinmek, bilgiyi ve düşünceyi yaymak özgürlüğü getirmiştir. Arap alfabesinden uzaklaşmak laikliğin benimsenmesine de katkıda bulunmuştur. Atatürk, yeni Türk alfabesini halka tanıtırken şunları söylemiştir :
“Arkadaşlar! Bizim kıvrak ve varsıl dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurmaktan aslında iyi anlaşılmayan, bizim de anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak zorundayız. Bunu kavramak durumundayız. Kavradığımızın izlerini yakın günlerde bütün dünya görmüş olacaktır. Buna kesin olarak inanıyorum. Yeni Türk harfleri çabucak öğrenilmelidir. Yurttaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik, ulusseverlik ödevi biliniz. Bu ödevi yerine getirirken düşününüz ki bir ulusun, bir toplumun yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir; yüzde sekseni bilmez durumdadır; bundan insan olanlar utanmalıdır.”
“Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” 1 Kasım l928’de kabul edildikten sonra büyük bir okuma yazma seferberliği başlamış; yazı devrimini izleyen dil devrimiyle birlikte toplum öz kimliğine kavuşmuştur. Eğitim birliği yasasıyla da yazı ve dil devrimleri desteklenmiştir.Hun, Göktürk, Uygur ve Kırgızlarda devlet dili Türkçeyken 11. yüzyıldan başlayarak Farsça ve Arapçanın yoğun etkisi görülür. 11. yüzyılda Selçuklular Farsçayı devlet dili olarak benimserler. Türkçe artık aşağılanır olmuştur. Aşık Paşa bu durumu şöyle dillendirir :
Selçuklulardan sonra Osmanlılar döneminde de aynı yol izlenir. İngilizce, Fransızca, İtalyanca kendi halkına, halk diline dayalı bir dil olarak gelişirken biz adına Osmanlıca dediğimiz, halk dilinin uzağında tuhaf bir dil geliştirdik. Bu dilin tuhaflığını Şemsettin Sami, “Arap’a söylesen anlamaz, Acem’e söylesen anlamaz, Türk’e söylesen anlamaz.” diye özetler. Şinasi, yer yer Türkçeye yöneldiği “Müntahabat-ı Eşar’ (1862) adlı betiğindeki (kitabındaki) dilin yadırganmaması için “Lisan-ı avam ile yazdım.” diye açıklama yapmak gereği duyar. Kendi dilimizi altı yüzyıl “Lisan-ı avam” diye aşağılayarak geride büyük bir dil mezarlığı bıraktık.
Yazı ve dil devrimleriyle Türkçeye dönüş, toplumsal aydınlanmayı da başlatmıştır. 1729-1928 yılları arasında basılan betik (kitap) sayısı 30.000 kadarken 1928-2000 yılları arasında 300.000’i geçmiştir. Yeni Türk alfabesi ile dil devriminin; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal, demokrat, laik bir devlet olarak kurulmasında, Türk kültür ve sanatının gelişmesinde, Türkçenin ulusal bir dil kimliğine kavuşmasında çok büyük bir işlevi olmuştur.