Şiir sözleri Yılmaz Erdoğan

Şiir sözleri Yılmaz Erdoğan
Acaba?

Aşkları da devralır mı
kalp nakli yaptıranlar?

Acı
Yaşamak uğruna
ölmek bu olsa gerek
Sevmek uğruna
acı çekmek bu olsa gerek
Hayat uğruna
savaşmak bu olsa gerek
Peki ya senin uğruna
Üzülmek niye?

Adın Bahardı
Kente yanlızlık gelirdi sen uyuyunca
Yüzümde mevsim değişirdi uyandığında
Bilmezdin gizliden seni sevdiğimi
Aşkın içimde solardı adın bahardı

Eteğini koştururdun sokağımızda
Sokak sus pus olur sana bakardı
Bilmezdin gizliden izlediğimi
Gözlerim gözlerinden korkardı
Hatırlıyorum adın bahardı

Sokakta bir bayramdı durakta bekleyişin
Sanki sonsuz bir ayrılıktı okula gidişin
Bilmezdin her sabah seni yolcu ettiğimi
Yüreğim yol boyu ardından ağlardı
Hatırlıyorum adın bahardı

Akbaba

Tanrım nereye baksam yeşil kasırgalar
O sevip gitmekse o
Çok uzak ve yemyeşil bakmaksa
Tanrım nereye baksam yeşil kasırgalar

Alkol İkindisi

Biz ne zaman içsek,
Köfte geç gelir
Ve oturur muhabbetin terkisine
Çıplak bir efkar sözcüğü

Biz ne zaman içsek,
Sabah akar meycinin cebine
Günde kaç kez öpüşür ki akrep ile yelkovan
Biz ne zaman içsek,
İç değilizdir aslında.
Dışımızda bronz bir akşam sözcüğü,
Çırıl bir efkar sözcüğü
Delikanlı kıvamında sevda değilse de
Tabansız sevişmelerdeki el değmemiş pişmanlık
Biz ne zaman içsek,
iç değilizdir aslında.

Bu alkol ikindisi şiirle
Şimdi burda açılsaydın
Adımın baş harfi gibi
Belki ağustos kokardı ağustos
Sen,
Fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara
Senine boyuna sevilmiş sen
Yalanı sevdasından büyük sen
Bir bil-sen.

Biz ne zaman içsek seni düşünüyoruz
Genzimizde göl gözyaşları
Biz ne zaman içsek,
İç değilizdir aslında.

Dışımızda bronz bir İzmir akşamı…

Aman Ormancı
nasıl hecelersen hecele
hep aynı biçimde yazılıyor
ayrılık

çok yol bilenler geçti
ayağını yordamına göre uzatan
kurdun kuşun bileceği hal değilmiş ya öylesi işte
eski sözlere yeni kafiye bulmak gerekmez
suyu sefası kendine yeten
stabilize bir eğlenmektir hayat
her sevdalıya aşık atmak gerekmez

sen, o hep önden giden
çatallanan bahçesindeyken sevişmenin
ki çıplak ve bensizliği ele almışken
ne anlattığını bilmek istemeyen
şiirler getiririm arkandan
bir devrik cümlem kalır acınası
iki çekingen benzetmem belki
ve derisi soyulmuş bir nakaratım kalır
yoluna ağladığım o türküden
artık ehemmiyeti kalmaz
köprünün
ve hoş gül içimlik suların
ya da
-içkiden olsa gerek-
masayı yıkan ormancının
nasıl kıydın diye sormanın da manası yoktur
suç delilleri ortadadır
ve zaten
kim olsa katılır akışına gerisinin

aman ormancı
canım ormancı
köyümüze bıraktın
yoktan bir acı

acı köyde ya o yüzden türkü,
yoksa roman olacak
kentimizde geçse öyküsü

bir de gülüşün kalır
dişlerinin etrafından
ve bilişin kalır
her şeyi ama her şeyi
eski haliyle

Aşk Hayatı
Sevmek gibi geliyordu her şey,
sevmek gibi gidiyordu kadın
adının anlattığı,canın teni yakmasıydı,
bir bulut evet ama aslolan
bulutun suyu yağmasaydı…

‘bir insanı sevmekle başlıyordu her şey’
ve boşanmak için
en az iki şahit gerekiyordu

Aşkımız

Aşkımız iki gözlüklünün öpüşme çabasıydı;
gözlükleri çıkarmak hiç aklımıza gelmedi.

Hiç düşündün mü belki
Belki, eline en yakışan takı benim elim.
Belki de en belli olacak yalan, benim söylediğim…
Belki sen ve belki ben…

Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan
bir beyaz tutsaklık…
İnsan kendine iltica edebilir mi?

Ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri..
Ve hüznüm bir kamu morgunda işe başladı.

Beyoğlu’ndan Dolmabahçe’ye Taşınan Bir Aralık Akşamı

Sus pus olmuş puslu bir İstanbul muydu yüzünyoksa çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne.
Dolmabahçe’de, çay tadında…
Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında, tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
Ben rehnedilmiş yelkovan gibi…Hani akrep’i seven ama yüreği takvim yokuşlarında…
Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı, sesinin sesimde yankılanmasının…Sanki perdedekine üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün içime…Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim seyir defterimde…Ve ben amerikanca bir filmi kürtçe seyrediyorum.
Kadın, Beyoğlu’nda bir kış akşamında, üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan muzdarip yürüyordu…Adam da…Yürümek hiçbir şeyi çözmüyordu, bazı aralık akşamlarında…Parmağında yaralı bir öyküyü taşıyordu adam…Kadının yüzünde bir hüzün…Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük…Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti…Soğuğun ve karanlığın vehameti!
Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi küçültülmüş, daraltılmış..İlk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler, yani pantolonu pantolon yapan anılar, bazı ilkbahar bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen yazlar…Yaşananlara bir beden büyük geliyor artık hayat!
Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık olmak içinse erken…Beni sevda yerimden vurdu yine zaman…Şimdi sana söylenecek tek cümle:
BENDE SANA YETECEK KADAR BEN KALMADI…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu