Cevşen ül kebir fazileti

Cevşen ül kebir fazileti
Kelime olarak bir zırh anlamına gelen Cevşen-in maddi ve manevi yönden görülen bir çok faziletleri vardır.” Yani: Bin bir esma-i İlâhiyeye sarihan ve işareten bakan ve bir cihette Kur’andan çıkan bir hârika münacat olan ve marifetullahta terakki eden bütün âriflerin münacatlarının fevkinde bulunan ve bir gazvede “Zırhı çıkar, onun yerine bu Cevşen’i oku” diye Cebrail vahiy getiren “Cevşen-ül Kebir” münacatı içindeki hakikatlar ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler,”[1] ihtiva etmektedir.

Zeynel Abidin’den rivayet edilmiş olup,onun okuduğu virdlerindendir. Zincirleme olarak Ümame,Cafer bin Muhammed Sadık,o da babasından,oda dedesi Hz.Hüseyin’den,oda Hz.Ali’den rivayet etmiş olmaktadır.

Hz. Ali oğlu Hz. Hüseyin’e:”Ey oğlum. Sana kendisinden başka ilah olmayıp,şanı yüce olan Allah’ın sırlarından bir sırrı öğreteyim ki,Allah’ın rasulü o sırrı bana öğretmiştir.. Diyerek o sırrın Cevşen olduğunu bildirir.)

Rasulullah anlatıyor:”Vaktaki üzerimde zırh varken ben şiddetli sıcak bir günde Uhud’a gidiyordum.Sema tarafına bakıyor ve Allah’a dua ediyordum. Birden gördüm ki sema kapıları açılmış,Cibril nurlu bir vaziyette indi ve Allah sana Selam,Tahiyyat ve İkramda bulunuyor. Ve zırhı çıkar bu duayı oku”diyor. Ben de onu okudum ve taşıdım. Zira o zırhtan daha büyüktür,koruyucudur.) Dedim ki:Ey kardeşim Cibril. Bu sadece benim için mi? Yoksa benim ve ümmetim için mi? Dedi:Ya Rasulallah. Bu dua (Cevşen) Allah tarafından sana ve ümmetine bir hediyedir. Onun (okumanın) sevabını ise,Ancak Allah bilir. Kim ki onu taşır ve okursa,ister sabah,ister akşam,evinden çıktığında Allah hakkında o kişiye salih amel yapmış muamelesi vacib olur. Öyle ki,sanki o kul Tevrat ve İncil,Zebur ve Furkan (Kur’an) okumuş gibi sevab verir.Ve onların her harfine mukabil Huril Îyn-lerden iki zevce verir ve cennette onun için bir ev yapar. Ve ona Tevrat,İncil,Zebur,Furkan,İbrahim suhûfunun harfleri sayısı kadar sevab verir ve İbrahim Halil,Musa Kelim,İsa Ruhullah,Muhammed Hatemi Nebi sevabı kadar sevab verir.

Arzı Beyzâ yani uzak,gizli,beyaz bir yerin arkasında –bazı mahluklar olup- bunlar Allah’a ibadet edip isyan etmezler. Öyle ki Allah’ın gazabının korkusundan ağlamakla yüzlerinin etleri parçalanır. ne yer ne de içerler. Allah bu duayı okuyanlara o kullarının sevabını verir.

Dördüncü katta da bir beyt vardır ki,ona Beyt-i Ma’mur denilir her gün oraya yetmiş bin melek girer,çıkar. Ve öyle ki kıyamete kadar oraya dönmez. (Bir daha kendine sıra gelmez.) İşte Allah bu duayı okuyanlara bu melaikeler kadar sevab verir.

Kim bu duayı evinde okursa hırsız girmez ve ebediyyen evi yanmaz.

Peygamber Efendimiz dedi:Ey kardeşim Cibril,arttır. (daha yok mu?) Cebrail dedi:Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki İsrafile sordum ve bana dedi:Aziz ve Celil olan Allah bana;İzzetim,Celalim,Varlığım,Keremim,Makamımın yüceliği hakkı için,kim bana iman eder,seni tasdik ederse,Ey Muhammed bu duayı da doğrularsa (Hürmet ve büyüklüğünü kabul ederse) o kişiye çokça melek veririm. (Onun şanını yüceltmek ve korumak için) Kudretim hakkı için Ey Muhammed,bu durum hazinemden hiçbir şeyi noksanlaştırmaz.

Eğer kullarımdan bir kul bu duayı halis bir niyet ile,nefsi sadıkla yetmiş kere okursa o Baras (Alaca hastalığı),Cüzzam ve Cünundan (Delilikten) beri olur,kurtulur. Kim bu duayı miskli ve kafurlu gümüş bir kab içine yazar ve onu yıkayıp ölünün kefeni üzerine çiselerse kabri üzerine yüz bin nur iner. Allah Münker ve Nekirin korkusunu ondan kaldırır. Kabir azabından emin kılar. Ve o kabirde iken ona yetmiş bin melek gönderir.Her melekle beraber nurdan bir tabak olup,ona sunarlar ve onu cennet ile müjdelerler. Allah ise bunu işitir ve der:Bu dua dünya yaratılmadan beş bin sene önce Arşın duvarında yazılmıştır.

Hangi kul ki şek ve şüphe göstermeksizin halis bir niyet ile bu duayı Ramazanın evvelinde veya sonunda veya her Cuma gecesi veya gündüzünde okursa,Allah ona kadir gecesini gösterir ve Allah Kadir gecesini yaratır ki onda yetmiş bin melek vardır. Her semada yetmiş bin melek vardır. Mekke’de yetmiş bin melek,Medine-i Münevvere de yetmiş bin melek,doğuda yetmiş bin melek,her meleğin yirmi bin başı vardır,her başta yirmi bin ağız,her ağızda yirmi bin dil Allah’ı muhtelif sözlerle tesbih ederler. Ve onların sevabını bu duayı yapana verir. Allah ile bu duayı yapan arasında da perde kalmaz. Perdesiz olaraktan… Ve Allah’dan her ne şey isterse Allah ona verir.

Kimde bu dua ile üç kere –velev bir kerede olsa- duada bulunursa,Allah onun cesedine cehennemi haram kılar ve cenneti de vacib kılar. Kendisini koruyacak iki meleği ona vekil kılar. Tesbih ve takdisatta bulunan o melekler onu günahlardan ve bütün belalardan korur ve ona cennet kapılarını açarlar. Ve bu dua Allah’ın hazinelerinden bir hazinedir. Bin isimle maruftur yani bilinmektedir. Ve her bir isimle Allah onu emn-u emân içinde dünya afet ve korkularından korur. Dünya nimet ve saadetlerinden faydalandırır.

Peygamberimiz buyurmaktadır ki:Ya Ali! Cibril bu duanın faziletini bana bildirdi.

Havada,denizde,yağmur damlalarıyla müekkel olan,hep bütün rahmet melekleri bu duayı okuyana hürmet gösterir. kerâmeten kürsülerinden iner,taçlarını çıkarır. Önünden ve arkasından bütün afet ve belalara karşı korur. ve bütün işlerinde yardımcı olur. Her melek üzerinde bin melek yaratılır. Yedinci kata kadar müekkel melekler sema kapılarında vardır. Yine bunlar bu dua (Cevşen) sahibi için iner ve onlara her işlerinde şefaatçı ve bütün ihtiyaçlarında yardımcı olurlar.

Rızkında genişlik,bedeninde afiyet,ihtiyaçlarının giderilmesinde melekler şefaatçı olurlar. Ve onlar derler ki:”Ey kapıları açan Rabbimiz! Kulun için fazıl kapılarını aç. Devamlı onu inayetinle koru. Ondan hastalıkları ve sıkıntıları kaldır. rahmetinle ona isabet eden dünya ve ahiret musibetlerinin hepsini gider. Ey rahmet sahibi olan Allah…”

Ve bu Cevşeni taşıyanı her türlü afetten,kibirlenen şeytandan,kötülük yapanın kötülüğünden koru. Gizli olan lutfunla lutfet. Sağlam olan korumanla setret. Zira sen Ğafur ve Rahimsin.

Kur’an-da bu meleklerin ismi:”Biz saf saf olanlar ve Allah’ı tesbih edenleriz.”[2] Bunlar on iki kabiledirler. Her kabilenin eli altında bir milyar asker vardır.Bir milyon sancak olup,her sancağın altında da melaikelerden yetmiş bin saf vardır. Bütün bunlar bu dua sahibi için ikrâmen kürsülerinden iner,başlarından taçlarını çıkarır ve rablerine secdeye kapanırlar. Ve o kişi için şefaatda bulunur ve derler:”Ya Rabbi,sen sema ve arzın nuru,onları nurlandıransın. Seni tesbih ederiz. Cebbar ve malik sensin. Bu da sahibini her türlü afetten,şiddetten,yakıcı fakirlikten koru. Zira bu sana kolaydır.

Sen mülk sahibisin. Melikleri zelil kılansın. Rahmetinle küçük çocukları rızıklandıransın. Ve bu sayısız melaikeler de o Cevşen sahibine hürmette bulunurlar. Rablerine secde ederek secdelerinde derler:Hamdınla seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Ey Allah’ım. Hamd sana mahsustur. Senden başka ilah yoktur. Hannan ve Mennansın. Acıyıp şefkat edensin.

Ey bilinen Celal ve İkram sahibi olan. Semaları ve arzı eşsiz yaratan sensin. Bu kulunu bütün üzüntü,keder,zorluklardan koru. Rahmetinle setret.Ya Erhamer Rahimin. İhsan ve Kereminle ya Ekremel Ekremin…”[3]

Cevşenin açıklamasında mübalağa gibi görülen sevab hakkında Bediüzzaman şöyle der:” . Bir bîçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur dua-i Nebevî olan Cevşen-ül Kebir hakkında ve akıl haricindeki sevab ve faziletine dair bir hadîsi görmüş, şübheye düşmüş. Demiş: “Râvi, Ehl-i Beyt’in imamlarındandır. Halbuki hadsiz bir mübalağa görünüyor. Meselâ içinde der: Bu duaya Kur’an kadar sevab verilir. Hem göklerdeki büyük melaikeler, o dua sahibini gördükçe, kürsîlerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler. Bu ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez.” diye, Risale-i Nur’dan imdad istedi. Ben de Kur’andan ve Cevşen’den ve Nurlardan gayet kat’î ve tam akıl ve hikmete mutabık bir cevab verdim. Size gayet kısa bir icmalini beyan ediyorum. Şöyle ki, ona dedim:

Evvelâ: Yirmi dördüncü Söz’ün Üçüncü Dalında on aded usûl var, böyle şübheleri esasıyla keser, izale eder. Ona bak, cevabını al.

Sâniyen: Her gün bütün ümmet kadar hasenat ona işlenen ve bütün ümmetin saadetlerine yardım eden ve ism-i a’zamın mazharı ve kâinatın çekirdek-i aslîsi, hem en mükemmel ve câmi’ meyvesi olan Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o duanın kendi hakkında o azîm mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrail Aleyhisselâm’dan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalâde ve acib sevab, Zât-ı Ahmediye’nin (A.S.M.) velayet-i kübrasından ona gelmiş. Küllî, umumî değil. Belki o duanın mahiyetinde böyle hârika bir kıymet var ve ism-i a’zam mazharı olan zâtın tebaiyetiyle başkalara dahi o sevab mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa müvazene-i ahkâmı bozar, farzlara ilişir.

Sâlisen: O dua, nasıl ki Zât-ı Ahmediye’ye baktığı vakit mübalağadan münezzeh ve ayn-ı hakikat oluyor; öyle de, o duadaki yüzer esma-i hüsnanın hakikatlarına baktığı zaman değil mübalağa, belki onların nihayetsiz tecellilerinden gelmesi mümkün ve gelebilen feyizlerin nihayetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sadık (A.S.M.) haber vermiş ve teşvik için mübhem ve mutlak bırakmış. Sonra mürur-u zamanla o kaziye-i mümkine ve mutlaka, bilfiil vaki’ ve külliye telakki edilmiş.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu