Fabl Örnekleri Kısa

Fabl Örnekleri Kısa

İHTİYAR ve ÜÇ DELİKANLI

Seksenlik bir ihtiyar ağaç dikiyormuş
– Ev yapsa neyse, ağaç dikiyor bu yaşta, Diye alay ediyormuş üç delikanlı, Bunamış sandıkları ihtiyarla
– Allah rızası için, demişler, söyler misin, Ne hayrını göreceksin bu yaptığın işin? Nuh kadar yaşayacak değilsin ya:
Ne diye eziyet edersin kendine Senin olmayan bir gelecek için? Geçmişte ettiklerini düşün artık sen; Vazgeç bu umutlar, bu engin düşüncelerden Bize göre işler bunlar
– Hiç de öyle değil, demiş ihtiyar; Her dikilen geç büyür ve az sürer; Sizin de benim de ömürlerimizse Birer iplik Tanrıların elinde


Kısa sayılır hepsi, uzun da sürse En son hangimiz görürüz mavi gökleri? Kim bilir bir an sonra ölmeyeceğini? Torunlarımın torunları, ne mutlu bana, Bu ağacın gölgesinde otururlarsa Başkalarını sevindirmek az şey mi? Bu zevki almak mı istiyorsunuz elimden? Meyve kadar tatlı bu zevkin kendisi,
Hem öyle bir meyve ki bu, yarın da, Yaşadığım her gün de tadabilirim onu Kim bilir, belki siz yatarken mezarda Ben görürüm yine günlerin doğuşunu İhtiyarın dediği gibi olmuş: Delikanlılardan biri denizde boğulmuş Amerika seferine yeni çıkmışken Öteki, devlet kuşunu avlamak için Savaş Tanrısı’nın buyruğunda cenkleşirken Beklenmedik bir kazaya kurban gitmiş Üçüncüsü aşılamak istediği Bir ağaçtan düşerek ölmüş İhtiyar ağlamış her üçü için de Ve mezar taşları üstüne Bu anlattıklarımı yazdırmış

FARELERLE BAYKUŞ

Hiç söze başlamayın sakın:
“Dinleyin, bir harika anlatacağım” diye
Nereden bilirsiniz dinleyenlerin
Şaşacaklarını sizi şaşırtan şeye?
Ama alın size bir olay ki,
Bu verdiğim öğüdü çürütecek belki
Bir mucize size anlatacağım şey,
Masal değil, gerçeğin ta kendisi
Çok yaşlı bir çamı kesmiş devirmişler yere:
Bir baykuşun sarayı varmış meğer içinde
Atropos’un tercümanı bu asık yüzlü kuş
Çamın zamanla oyulmuş mağaralarında
Bütün bir beylik kurmuş
Kulları arasında en çok da
Yağ tulumu gibi ayaksız fareler varmış
Baykuş buğdayla beslediği bu farelerin
Ayaklarını kendi gagasıyla kesmiş
Baykuşun ince hesaplarına bakın siz:
Hazret bir tarihte sürüyle fare avlamış;
Bakmış kaçıyor sarayına getirdikleri,
Ayaklarını kesmekte bulmuş çareyi
Ayaksız fareleri yiyormuş birer birer,
Bugün birini, yarın ötekini
Hepsini birden yemek hem olur iş değil,
Hem de sağlık bakımından netameli
Bizimki kadar işliyormuş aklı
Yiyecek veriyormuş ölmesinler diye
Yiyecek olduğu farelere
Gelsin şimdi bir Descartesçı filozof da
Bu baykuş bir saat, bir makinedir desin bana!
Kapayıp beslediği bir sürü fareyi
Kaçamaz hale getirme fikrini
Hangi zemberek verebilirdi ona?
Bu da akıl yürütme değilse eğer
Ben aklın ne olduğunu bilmiyorum demektir
Baksanıza neler düşünmüş baykuş:
Fare milleti tutuldu mu kaçabilir,
Onun için tutar tutmaz yiyeceksin;
Ama hepsini birden yiyemezsin;
Kaldı ki yarınlar için de lâzım yiyecek;
Öyleyse artan fareleri beslemek gerek
Ya kaçarlarsa? Bunu nasıl önlemeli?
Ayaklarını dibinden kesmeli
Hangi davranışları insanların
Bir amaca daha iyi yönelir, söyleyin
Aristo ve Aristocuların
Bu değil mi öğrettikleri, sorarım size,
Düşünebilmek için gereğince?
Bu anlattığım bir masal değil:
Ne kadar garip, ne kadar inanılmaz da görünse olmuş bir şey bu

Baykuşun öngörürlüğünü belki abarttım biraz; hayvanların akıl yürütmesinde böylesi bir düzen olduğunu iddia edemem ama şiirde bu kadar abartma da olur, hele benim yazdığım gibilerinde

ODYSSEUS’UN YOLDAŞLARI

Odysseus’la yoldaşları,
Uyup rüzgârların keyfine,
Her gün ölümle burun buruna,
On yıl dolaşmışlar en uzak denizleri
Bir kıyıya varmışlar günün birinde
Gün Tanrı’nın kızı Kirke
Kraliçeymiş orada
Gemiden çıkan yiğitleri
Sarayına buyur etmiş;
Bir içki vermiş hepsine, yaman bir içki:
İçenin aklı başından gitmiş
Sonra başlamış her biri
Yüz ve beden değiştirmeye:
Türlü hayvanlara benzemeye
Kimi ayı olmuş, kimi aslan,
Kimi fil, kimi ceylan
Kimi büyüdükçe büyümüş,
Kimi ufaldıkça ufalmış
Kiminin boynuz gelmiş başına;
Kiminin hörgüç sırtına;
Ne çıkarsa bahtına
Yalnız Odysseus kurtarmış paçayı,
İçmeyip tatlı zehiri
Cin fikirli kahraman
Güler yüz tatlı sözle Kraliçeyi çıkarmış baştan:
Büyücüyü büyülemiş göz göre göre
Tanrı kızı bu, içini gizler mi?
Hemen belli etmiş tutulduğunu
Odysseus fırsatı kaçırmamış,
Kraliçeyi razı edivermiş
Adamlarını yeniden adam etmeye
– Ama git sor bakalım, demiş kraliçe;
Kendileri değişmek isterse, peki
Odysseus hemen koşmuş:
– Dostlar, demiş; gözünüz aydın!
İçtiğiniz zehirin panzehiri varmış,
İnsan olmak istiyoruz deyin,
Hemen getireceklermiş
– İstemem, diye kükremiş aslan;
Deli miyim? Vazgeçer miyim artık
Bu pençeler, bu dişlerden?
Astığım astık, kestiğim kestik
Bir kralım bugüne bugün,
İnsanken köylünün biriydim,
Dönüp asker mi olayım yeniden?
Odysseus aslanı bırakmış,
Ayıya koşmuş:
– Aman kardeş, demiş; şu haline bak
– Ha? demiş ayı homurdanarak;
Ne var halimde?
Ne kusur gördün?
Ayı dediğin böyle olur işte,
Her varlığın güzelliği kendine göre
Neden kendinle ölçüyorsun beni?
Ayı çirkin olur sana benzedi mi:
Beni dişi ayı beğensin yeter
Sen beğenmiyorsan çek git yoluna
Hür ve mutlu yaşarken, hangi ayı döner
İnsanların kulluğuna?
Ne varsa ayılıkta var;
İşte benden bu kadar
Odysseus, şaşkın, kurda gitmiş:
– Ahbap, demiş; bu nasıl iş?
Sen nasıl koyunlarını yersin
O fidan boylu çoban kızının?
Ağlayıp dert yanıyor zavallı;
Kana boyamışsın ortalığı
Sen ki eskiden bir kahramandın
Böyle mi olacaktın?
Bırak ormanları, kan dökmeyi de
İnsan ol yine,
Namuslu, iyi yürekli bir insan
– Var mı öyle şey, demiş kurt;
Ben görmedim doğrusu, bunca zaman
Gelmiş canavar diyorsun bana
Peki, ya sen? Sen nesin? Kuzu mu?
Hiç koyun yediğin olmuyor mu?
Bütün köy yas içindeymiş
Birkaç koyun yedim diye
Ya kendi boğazladıkları?
Allah için söyle, insan olsaydım
Daha az mı kan dökerdim?
Siz değil misiniz, zaman zaman,
Bir söz için ortalığı kana boğan?
İnsan insanın kurdudur, diyen sizsiniz
Doğrusunu isterseniz:
İnsan olup kurtluk etmektense,
Kurt olup kurtluk etmek daha temiz:
Utanmam hiç değilse
Odysseus kime ne söylese boşuna,
Büyük küçük seviniyormuş her biri
Hayvan oluşuna
Özgürlük varmış, ormanlar cennet gibiymiş;
Canın ne isterse yapmak ne güzel şeymiş
Ne diye sıkıntıya girsinlermiş
İyi adam, büyük adam olacağız diye?
Keyifleri ardından gitmekle
Kölelikten kurtulduk sanıyorlarmış
Oysa köleliğin beteri Kendinin kölesi olmak değil mi?

BİR KEDİ İKİ SERÇE

Bir kediyle bir serçe
Bir arada büyümüşler kardeşçe
Sepet, kafes bir arada,
İçtikleri su ayrı gitmezmiş
Gerçi kedi ara sıra,
Serçeye sinirlenirmiş,
Suratında gagasıyla süngü talimi yapıyor diye,
Ama o da zaman zaman
Bir pençecik atarmış serçeye,
Fazla canını yakmadan,
Tırnaklarını tutarak
Yumuşak yumuşak
Serçeyse boyuna bakmaz
Gagalarmış kediyi düpedüz
Kedi ne de olsa daha akıllı,
Hoş görürmüş bu oyunları
– Böyle şeyler olur, dermiş,
Dostlar arasında;
Dostun dosta kızması saçma
Uzatmayalım, kediyle serçe
Şakayı kaka etmiyorlarmış,
Barış içinde yaşayıp gidiyorlarmış
Derken bir başka serçe
Görmeye gelmiş bizimkileri
Bakmış filozof bir kedi,
Cıvıl cıvıl da bir serçe
Dost oluvermiş ikisiyle
Ama bir gün barış bozulmuş,
İki kuş arasında kavga çıkmış
Kedi ne yapsın bu durumda?
Taraf tutmak zorunda kalmış:
– Bu serseri kim oluyor da, demiş:
Kafa tutuyor benim dostuma?
Dağdan gelip bağdakini kovacak ha?
Yoo, demiş kedi, öyle yağma yok
Kedilik adına çıkıp ortaya,
Girmiş iki kuş arasındaki kavgaya
Bir pençede yakalayıp yemiş
Yabancı serçeyi
Bir de ne baksın kedi,
Serçe eti tatlı mı tatlı,
– Dayanamam doğrusu, demiş;
Ötekini de yemiş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu