Kul hakkı ne demek?

Kul hakkı ne demek?

Günümüzde insan haklarından çokça söz edilir. Ama bu sözler nedense uygulamaya bir türlü konulamaz. Sadece beyannamelerde, bildirilerde, makalelerde mahpus kalır.

“İnsan hakları” tabiri aslında caydırıcı bir ifade değil. Hak ve hukukun korunması sadece insanoğlunun insafına ve vicdanına bırakılmış. Belli bir müeyyidesi yok. En kötü bir ihtimalle “kınama” cezası alıyorsunuz ve yaptığınız yanınıza kâr kalıyor.

Ama, “kul hakkı” ifadesi böyle değil. Bu ifadeyle insanın başıboş bir varlık olmadığı, Allah´ın kulu, O´nun mülkü, O´nun mahlûku zihinlerde iyice tesbit edilir ve nefisler, `kul hakkına tecavüzün kesinlikle cezasız kalmayacağı´ tehdidiyle karşı karşıya kalır.

Gel gör ki, bugünün madde, menfaat ve gaflet karışımı kavga ikliminde, kul olduğunu unuturlar, hâliyle kul hakkını da hatırlamaz olurlar. Kul hakkının bu ilk basamağında tökezleyenler insaf, merhamet, adalet duygularını da kaybettiler. “Ben kulum” diyen insan, bunun gereğini yerine getirecektir. “Ben falan devletin raiyetiyim” dediniz mi, sizden o beldenin bütün kanunlarına harfiyen uymanız istenir.

Âlemlerin Rabbine inanan ve O´nun kulu olduğunu idrak eden bir insan da kul olarak yaşamaya mecbur.

Nurlardan nuranî bir cümle:
“İmandan sonra en mühim ve en lâzım âmal-i salihadır. Salih amel ise maddî ve mânevi hukuk-u tecavüz etmemekle hukukullahı da bihakkın ifâ etmekten ibarettir.” Mesnevi-i Nuriye

Bir insanın padişaha karşı iki çeşit isyanı olur. Birincisi, onun zâtına cephe almak, emirlerine isyan etmek. Diğeri ise, padişahın raiyetine zarar vermek. Birincisi hukukullaha, ikincisi ise kul hakkına misâl.

Allah´ın kul üzerindeki en büyük hukuku: İman.

Kul, kendisini yoktan vareden Rabbine imanla mükellef. Bunu “tevhid” takip ediyor. Allah´ı bir bilmek kul üzerinde İlâhi bir hak. Nitekim, Allah´a şirk koşmak affa girmiyor.

“Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa Sûresi, 48.)

Hukukullahın üç mühim şubesi: Tesbih, hamd ve tekbir. Yânı, Allah´ı noksan sıfatlardan tenzih, bütün medih?????? ve senânın ancak O´na lâyık olduğunu ilân ve O´nun sonsuz kemalinin, kulun idrak sahasına girmekten münezzeh olduğunu itiraf etmek. İlâhi san´at ve hikmetleri tefekkür etmek, nimetleri şükürle karşılamak da hukukullah cümlesinden.

KUL HAKKI NE DEMEK?
Hukuk´u ibad, yâni “kul hakkı” geniş bir mefhum. Kulun bedenine ve mâlına yapılan tecavüzler maddî hukuk, kalb ve ruhuna verilen zaralar ise mânevi hukuk olarak değerlendirmeli.

Kulun maddî hukukuna en büyük tecavüz, öldürme hâdisesi. İnsanın yaşama hakkına son veren, onun bu kâinatla olan bütün münasebetlerini bir anda kesip atma. Kulu, Rabbine ibadetten alıkoyma, İlâhi eserleri tefekkürden, Rahmani nimetlere şükürden men etme cinayeti. Allah´ı tesbih eden yetmiş trilyona yakın hücrenin bütün bu tesbihlerini bir kurşunla delip geçme, yahut bir bıçakla kesip atma ihaneti.

Ve insan hayatına son vermenin günümüzdeki en yaygın şekli trafik kazaları, alkol yahut acelecilik uğruna nice canlara kıyma, nice yuvaları söndürme felâketi.

Fıkıh âlimlerimiz katlin üç yerde câiz olduğunu söylerler.

“İmandan sonra küfre girme”, “evli olduğu halde zina etme” ve “haksız yere bir insanın kanına girme.” Bunlar dışında insanın hayatını son verilmiyor.

HAKKIN BÜYÜĞÜ KÜÇÜĞÜ OLUR MU?
“Kim bir nefsi, kısas yahut yeryüzünde fesat çıkarma sebeplerinin biri olmaksızın öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Maide Sûresi, 32.) mealindeki âyet-i kerimin tefsiri sadedinde Üstad Bediuzzaman Hazretleri, şu enteresan beyanda bulunur:

“Bir mâsumun hayatı, kanı, hatta umum beşer için de olsa heder olmaz. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir.” (Sünuhat)

Yâni, Allah´ın sonsuz kudretine nazaran bir insan yaratmakla bütün insanları yaratmak arasında fark olmadığı gibi, O´nun sonsuz rahmet ve adaleti noktasında da bir insanın katli ile, bütün insanların katli arasında fark yoktur.

İnsanoğlu her nasılsa, başkalarının hakkını çiğnerken o insanların Allah´ın kulu olduklarını unutuyor. “Ben Allah´ın bir kuluna zulmedersem O´nun kahrına hedef olurum” diye düşünemiyor.

Aslında bu hakikat, “herkesçe kolayca anlaşılabilmeli” diye geliyor insanın aklına. Çünkü kime sorarsak kendisini de diğer insanları da Allah´ın yarattığını söyleyecektir. Ama iş münakaşaya döküldü de nefis kalbe, hissiyat akla hâkim oldu mu, artık kulluk unutuluyor, adalet unutuluyor, âhiret unutuluyor. İşte bu unutmanın kula pahalıya mâl olmaması için İlâhî ikazlar geliyor.

ÇİĞNENEN HAKLAR NASIL ÖDENECEK?
Bu Rahmanî ikazlara tercüman olma sadedinde Allah Resulü (a.s.m.) de ümmetini defalarca değişik şekillerde ikaz etmiştir. Sadece üç misâl:

“Mazlumun bedduasınından sakınınız. Çünkü, onun duasıyla Allah arasında perde yoktur.” (Buharî, Müslim)

“Ümmetimden müflis odur ki, kıyamet günü namaz ve zekâtla gelir. Ama, bu arada sövdüğü şu kimse, dövdüğü bir başka kimse dahi gelir. Bunun üzerine kendisinin hasenatından şuna verilir, buna verilir. Üzerinde haklar bitmeden kendi hasenatı tükenirse o zaman onların hatalarından alınır kendisine yüklenir. Daha sonra cehenneme atılır.” (Müslim)

“Kaçmayarak, yalnız Allah´tan sevap bekleyip sabrederek, düşmana karşı durduğun halde öldürülürsen, borçlarından başka bütün günahlarına kefaret olur. Bunu bana Cibril söyledi.” (Müslim)

Bu son Hadis-i Şeriften çok önemli bir hakikat dersi olıyoruz: Şehitlik kul hakkını kaldırmıyor.

KUL HAKKINDA KURTULMA VAR MI?
Allah yolunda canını veren bir mü´min bunun büyük mükâfaatını görmekle birlikte, kullara olan borçlarından kurtulamıyor. Zira kul hakkının affını Cenâb-ı Hak kula bırakmış.

Samimi tövbe eden bir mü´minin de geçmiş günahları affolunuyor, ama kul hakkı bu affa da girmiyor.

“Tövbekâr olanlar hakkında hukukullah dâvâsı takib edilmez. Ancak hukuk-u şahsiye dâvâsı kalır.” (Hak Dini Kur´an Dili)

Meselâ, gıybet eden bir insan gıybet ettiği bir kimseden helâllık almadıkça bu cürmün ağır cezasından kendini kurtaramaz.

KULUN HAKKINI ALLAH KORUYOR
Kur´an-ı Hakîm´de, ilk bakışta kul hakkı gibi görünen ve kullar arasındaki adalet esaslarını tespit eden birçok âyetlerden sonra, “işte bu Allah´ın hudududur, onu tecavüz etmeyin” mealinde İlâhî ikazlar gelir. Demek ki, kul hakkını çiğnemek, Allah´ın hududuna tecavüz olarak kabul ediliyor. Artık böyle bir cinayeti işleyen insan kime iltica edecek, kimden yardım dileyecektir.

İnsan, Allah´ın kulu olduğundan onun hukukuna riayetsizlik de İlâhî azabı netice veriyor ve bu noktada hukuklar birleşiyor. Kendi parmağımızı niçin kesemez, hayatımıza niye kasdedemeyiz? Çünkü, ne beden bizim, ne de ruh. Haneyi harab etmeye de hakkımız yok, misafiri oradan çıkarmaya da. Yaparsak ne olur? Allah´ın mahlûkatında O´nun rızası dışında tasarrufa kalkmış oluruz. Bu ise hem hukukullaha karşı bir isyan, hem de kul hakkını ihlâl. Demek ki aynı fiil ile iki hukuka birden tecavüz ediliyor.

Allah bütün mülkün mâliki. Her varlığına müstakil bir şahsiyet lûtfetmiş. Bir insana zarar vermek, onun nefsine baktığı cihetle kul hakkına tecavüz, Allah´ın eseri olması cihetiyle de hukukullaha riayetsizlik.

Allah´a kulluk yapmayan bir insan kendi nefsini cehenneme atması sebebiyle kul hakkına da en büyük bir tecavüzü yapmış oluyor.

“Hem o tarık-üs salât (namazı terkeden), kendi nefsine mâlik olmadığı için, kendi Mâlikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder” (Lem´alar) Cenâb-ı Hakk´ın, âsi insanları birçok âyet-i kerimesinde “zalim” olarak vasıflandırmasındaki ince sırrı bu ifadelerde yakalamak mümkün.

Kul hakkı içerisinde en büyük pay bizzat insanın nefsine düşüyor. Çünkü her hareketi, her sözü, her hâli o nefse ya fayda yahut zarar veriyor. Dolayısıyle, zulmün en büyüğünü, âsi insan bizzat kendi nefsine yapmış oluyor.

Bazılarıyla karşılaşırsınız; “Benim Allah´ın hiçbir kuluna bir zararım dokunmamıştır.” diye övünür ve ilâve eder: “Günah işliyorsam onun sorumluluğu bana ait.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu