Mehmet Akif Ersoy’un Şiirleri

Mehmet Akif Ersoy’un Şiirleri
Âtiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak…

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, “İki el bir baş içindir.”
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!


Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez…
En korkulu câni gibi ye’sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye’s ile sirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel’un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev’ûd-u Hudâ’dan,
Hüsrâna rıza verme… Çalış… Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!

Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş…
Sesler de: “Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş!”
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da yapışsam demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
‘İş bitti… Sebâtın sonu yoktur!’ deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.

Bayram

Gelin de bayramı Fatih’te seyredin, zira
Hayale, hatıra sığmaz o herc ü merc-i safa,
Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan
Tutun da, ta dedemiz demlerinden arta kalan,
Asırlar ölçüsü boy boy asali nesle kadar,
Büyük küçük bütün efrad-i belde, hepsi de var!
Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar,
İçinde darbuka, teflerle zilli şakşaklar,
Biraz gidin; Kocaman bir çadır… önünde bütün,
Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için
Nöbetle bekleşiyorlar; acep içinde ne var?
“Caponya’dan gelen insan suratlı bir canavar!”
Geçin: sırayla çadırlar, önünde her birinin.
Diyor: “Kuzum, girecek varsa durmasın girsin.”
Bağırmadan sesi bitmiş ayaklı bir ilan,
“Alın gözüm buna derler…” sedası her yandan.
Alettirikçilerin keyfi pek yolunda hele:
Gelen yapışmada bir, mutlaka o saplı tele,
Terazilerden adam eksik olmuyor; birisi
İnince binmede artık onun da hemşerisi:
“Hak okka çünki bu kantar… Frenk icadı gıram
Değil! Diremleri dörtyüz, hesapta şaşmaz adam.”
“Muhallebim ne de kaymak!
“Şifalıdır macun!”
“Simit mi istedin ağa!” “Yokmuş onluğun, dursun.”
O başta: Kuşkunu kopmuş eğerli düldüller
Bu başta: Paldimi düşmüş semerli bülbüller
Baloncular, hacıyatmazlar, fırıldaklar,
Horoz şekerleri, civ civ öten oyuncaklar;
Sağında atlıkarınca, solunda tahtırevan
Önünde bir sürü çekçek, tepende çifte kolan
Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer…
Ferag-ı bal ile birden geviş getirmedeler,
Koşan, gezen, oturan, maniler düzüp çağıran.
Davullu zurnalı “dans” eyliyen, coşup bağıran,
Bu kainat-i sürurun içinde gezdikçe,
Çocukların tarafındaydı en çok eğlence,
Güzelce süslenerek dest-i naz-ı maderle,
Birer çiçek gibi nevvar olan bebeklerle
Gelirdi safha-i mevvac-i iyde başka hayat…
Bütün sürur u setaretti gördüğüm harekat,
Onar parayla biraz sallandırdılar… derken,
Dururdu “Yandı!” sadasıyle türküler birden,
– Ayol, demin daha yanmıştı a! Herif sen de,
– Peki kızım, azıcık fazla sallarım ben de.

“Deniz dalgasız olmaz
Gönül sevdasız olmaz
Yari güzel olanın
Başı belasız olmaz!
Haydindi mini mini maşallah
Kavuşuruz inşallah…”

Fakat bu levha-i handana karşı, pek yaşlı,
Bir ihtiyar kadının koltuğunda gür kaşlı,
Uzunca saçlı güzel bir kız ağlayıp duruyor.
Gelen geçen “Bu niçin ağlıyor?” deyip soruyor.
– Yetim ayol… Bana evlat belasıdır bu acı
Çocuk değil mi, ‘salıncak’ diyor…
– Salıncakçı!
Kuzum, biraz da bu binsin… Ne var sevabına say…
Yetim sevindirenin ömrü çok olur…
– Hay hay!
Hemen o kız da salıncakçının mürüvvetine
Katıldı ağlamıyan kızların setaretine.

Bir Gece

Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!
Neden görecekler, göremezlerdi tabii;
Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerede, mamure-I dünya, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin.
Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma’sum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi;
Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi!
Alemlere rahmetti evet şer-i mübini,
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sahipse, O’nun vergisidir hep;
Medyun ona cemiyyet-i, medyun O’na ferdi.
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

Fatih Kürsüsü’nden

Birinci zümreyi teşkil eden zavalli avam,
Biraksalar devam edecek tatli uykusuna devam.
Bugün nasibini yerleştirince kursagina;
‘Yarin’ nedir? Onu bilmez, yatar dönüp sagina.
Yikilsa arş-i hükümet, tikilsa kabre vatan,
Vazifesi degil; çünkü ‘hepsi Allah’tan!’
Ne hükmü var ki, esasen yalanci dünyanin?
Ölürse, yan gelip yatacak cennetinde Mevla’nin.
Fena kuruntu degil! Ben derim, sorulsa bana:
‘Kabul ederse cehennem ne mutlu, amca, sana!’

Ikinci zümreyi teşkil eden cemaat ise,
Hayata küskün olandir ki: saplanip ye’se,
‘Selametin yolu yoktur… Ne yapsalar boşuna!’
Demiş de hirkayi çekmiş bütün bütün başina.
Bu türlü bir hareket mahz-i küfr olur, zira:
Talepte amir olurken bir ayetinde Huda;
Buyurdu: ‘Kesmeyiniz ruh-u rahmetimden ümid;
Ki müşrikin olur ancak o nefhadan nevmid.’
Bu bir; ikincisi: ye’sin ne olsa esbabi,
Onun atalet-i külliyedir ki icabi,
Teressübâtini etmiştik önceden tahlil.

Üçüncü zümreyi kimlerdir eyleyen teşkil?
Evet, şebâb-I münevver denen şu nesl-i sefih.
– Fakat nezihini borcumdur eylemek tenzih-
Bu züppeler acaba hangi cinsin efradi?
Kadin desen, geliyor arkasindan erkek adi;
Hayir, kadin degil; erkek desen, nedir o kilik?
Demet demetken o saçlar ne muhtasar o biyik?
Sadasi baykuşa benzer, hirami saksagana;
Hülasa, züppe demiştim ya, artik anlasana!…
Fakat bu kukla herif bir büyük seciyye taşir,
Ki, haddim olmiyarak, ‘Aferin!’ desem yaraşir.
Nedir mi? Anlatayim: öyle bir metaneti var,
Ki en savilmiyacak ye’si tek birayla savar.
Sinirlerinde teessür denen fenalik yok,
Tabiatinda utanmakla aşinalik yok.
Bilirsiniz, hani, insanda bir damar varmiş,
Ki yüzsüz olmak için mutlaka o çatlarmiş,
Nasilsa ‘Rabbim utandirmasin!’ duasi alan,
Bu arsizin o damar zaten eksik alnindan!
Cebinde gördü mü üç tane çil kuruş nazlim,
Tokatliyan’da satar mutlaka, gider de çalim.
Eger dolandirabilmişse istenen parayi;
Görür mahalleli ta karnavaldan maskarayi!
Beyoglu’nun o mülevves muhit-i fahişine
Dalar gider, takilip bir sefilin peşine.
‘Haya, edeb gibi sözler rüsum-u fasidedir;
Vatanla aile, hatta, kuyud-u zaidedir.’
Diyor da hepsine birden kuduzca saldiriyor…
‘Ayip degil mi?’ demişsin… Acep kim aldiriyor!
Namaz, oruç gibi şeylerle yok aliş verişi;
Mukaddesat ile eglenmek en birinci işi.
Duyarsaniz ‘kara kuvvet’ bilin ki: imandir.
‘Kitab-i köhne’ de -haşa- Kitab’i Yezdan’dir.
Üşenmeden ona Kur’ani anlatirsan eger,
Şu ezberindeki esmayi muttasil geveler:
‘Kurun-u maziyeden kalma cansiz evradi
Çekerse, dogru mu yirminci asrin evladi?’
Nedir alakasi yirminci asr-i irfanla
Bu şaklaban herifin? Anlamam ayip degil a!
Meta’-i fazli mi varmiş elinde gösterecek?
Nedir meziyeti, görsek de bari ögrensek.
Hayir! Mehasin-i Garb’in birinde yok hevesi;
Rezail, oldu mu lakin, şiaridir hepsi!
Bütün kebaire tiryaki bir kopuk tanirim.
-Ne oldu bilmiyorum şimdi, sag degil sanirim-
Kumar, senaatin akşami, irtikap, içki…
Hulasa defter-i a’mali öyle kapkara ki:
Yaninda leyl-i cehennem, sabah-i cennettir!
‘Utanmiyor musun. Ettiklerin rezalettir!’
Denirse kendine, milletlerin ekabirini
Sayardi göstererek hepsinin kebairini:
‘Filan içerdi… Filan fuhşa münhemikti…’ diye
Mülevvesatini bir bir rical-i maziye
Izafe etmeye başlardi paye vermek için.
‘Peki! Fezaili yok muydu söylediklerinin?’
Diyen çikarsa ‘müverrihlik etmedim!’ derdi.
Şu züppeler de, bugün ayni ruhu gösterdi.
Fransiz’in nesi var? Fuhşu, bir de ilhadi;
Kapişti bunlari ‘yirminci asrin evladi!’
Ya Alman’in nesi var zevki okşayan? Birasi;
Unuttu ayrani, ma’tuda döndü kahrolasi!
Heriflerin, hani dünya kadar bedayii var:
Ulumu var, edebiyyati var, sanayii var.
Giden birer avuç olsun getirse memlekete;
Döner muhitimiz elbet muhit-i ma’rifete.
Kucak kucak taşiyor olmadik mesaviyi;
Begenmesek ‘medeniyyet!’ diyor; inandik iyi!
‘Ne var, biraz da maarif getirmiş olsa…’ desek
Emin olun size ‘hammallik etmedim?’ diyecek.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu