Mevlevi mukabelesi ve ayin gösterileri hakkında bilgi

Mevlevi mukabelesi ve ayin gösterileri hakkında bilgi

Mehmet ÖNDER

Ölüm gününü Hak’ka vuslat-“Düğün günü’ sayan büyük Mevlâna’dan sonra, oğlu Sultan Veled ve yakınları tarafından, Mevlâna’nın fikir yapısı ve düşünceleri üzerine (Mevlevi Tarikatı) kurulmuş ve bu edeb-erkân yolunu izleyenlere (Mevlevi) denilmişti.

Mevlevî kelimesi, Mevlâna’ya nisbeti ifâde etmekle beraber, Kur’an-ı Kerîm’deki (Nereye dönersen Allah’ın likasını görürsün) anlamında olan (tevellû) kelimesiyle ilgilidir.

Mukabele denilen Mevlevî âyini gösterisi, Mevlevî Dergâhlarında, sema’hânelerde yapılagelmiştir.

Tasavvufî anlamında ilâhî aşk ve cezbeyi, Mutlak Kemal ve Hak’ka Vuslatı, vuslat yolunun derecelerini, sembolize eden mukabele yâni Mevlevî âyini, en küçük teferruatına kadar tesbit edilmiş usûl ve erkânla yapılır. Sema’hâneler’de neyzen, kudümzen, âyinhan ve naathan’lar gibi musiki erkânının bulunduğu ve sıralarına göre yerini aldığı mutrib’in önünde sema’ meydanı, onun da tam karşısında şeyh postu vardır. Post’un ucundan sema’hâne girişi ortasına kadar uzandığı farzedilen mevhum çizgiye (hatt-ı istiva) denir. Bu. gerçeğe ulaşan, Vahdet’e giden en kısa yoldur. Bu çizgiye asla basılmaz.

Şeyh ise, bütün ilâhî sıfatlara mazhar olan ve postunda Mevlâna’yı temsil eden Hak ilminin ve (hakikat-i Muhammedi’ye) nin mümessilidir. Post, en büyük manevî makamdır. Ve kırmızı renklidir. Kırmızı zuhur ve tecelli rengidir. Bilindiği gibi gece, şafak denen güneşin batmasıyla zuhur eden bir kızıllıkla başlar. Hazreti Mevlâna da 694 yıl önce, 17 Aralık 1273 Pazar günü akşam üstü güneş gurûb edip, Konya ufuklarını kızıla boyarken bu âlemden öte âleme, can ve beka âlemine göçmüştür. Gündüz de güneş doğarken başlayan ve fecir denen kızılla belirir. Bundan dolayıdır ki, manevî makam post, bir vuslat ve tecelli rengi olarak kırmızıdır.

Mutrıb erkânı, semazenler ve şeyh efendi yerlerine oturduktan sonra mukabelede ilkin Naathan tarafından (Na’at-i Şerif) okunur. Bestekâr Itrî’nin bestelediği Na’at-i Mevlâna. Hazret-i Peygamber’e en içli seslenişlerle bir övgü olup (Yâ Hazret-i Mevlâna, Hak dost…) diye başlar. Sonra ney taksimine geçilir, ney, asıl vatanı olan kamışlığa özlemini dile getirir. Ney, insan-ı kâmil’in sembolüdür ve yanık, içli sesiyle Hak’ ka vuslatın özlemini çeker.

Bundan sonra Sultan Veled devri denilen (Devr-i Veledi) başlar. Musikînin temposuyla, âdâb ve erkân üzere, sema’hâne ortasında şeyh, dergâh erkânı ve sema’zenlerle üç devir olan bu merasim, karşılıklı görüşmek, yâni baş kesmekle veya cemal cemale niyaz etmekle, mutlak varlığın kemâl zuhurunu takdis etmektedir.

Semâ’zenlerin başındaki külah, mezartaşına, sırtındaki hırkası mezarına, tennuresi de kefenine işarettir. Onlar dünyadan soyunmuş, gayb âleminin aşk pervaneleridir. Esasen, sema’hânenin sağı görünen, bilinen âlemdir, solu da görünmeyen, bilinmeyen mânâ âlemi, sema’zenler mânâ âleminin mânâ erleridir.

Devri Veledî ölümünden sonra dirilmeye, şeyh’in rehberliği ve irşâdile, ebedî hayata yönelmeye işarettir. Üç devir, Tasavvufta (İlmel yâkîn) yâni Hak’kı ilimle bilmeye, ikinci devir, (aynel yâkîn) yâni görmeye, üçüncüsü de (Hakkel yâkîn) yâni Hak’la bir olmaya delâlet eder.

Şeyh birinci devri tamamlarken, kıdemce en geri ve en geç, nev-niyaz denilen sema’zenle karşı karşıyadır. Birbirine baş keser ve böylece tevazuu en beliğ şekilde ifade ederler. Bu karşılıklı görüşme ayrıca birbirinin gönül kıblesine secdeye varmıştır. Üçüncü devir sonunda, şeyh postuna geçer, sema’zenler de yerlerini alırlar.

Devr-i Veledî’den sonra âyin başlar. Sema’zenler usulünce hırkalarını çıkarır, yâni dünyevî gailelerden soyunur, mezarlarından sıyrılırlar. Bu sırada şeyh postun önüne doğru yürür, baş keser ve herkes ona uyar. Sema’zenbaşı ilerleyerek şeyhin sağ elini öper, şeyh de onun sikkesini.. Bu sema’a destur, yâni izin almaktır. Bundan sonra birer birer sema’zenler şeyhle görüşür ve sema’a kanat açarlar. Sema’ ederken kol açan sema’zenin sağ eli dua eder gibi yukarıya, sol eli aşağıya açıktır. Bu (Hak’tan alır, halk’a saçarız, hiçbir şey’i kendimize mal etmeyiz, görünüşte var olan, vasıtalık eden bir suretten başka bir şey değiliz.) anlamına gelmektedir. Bir başka ifadesiyle de (Göğe ağarız, yere yağarız, varlığımız Hak’kın rahmetinde yok olmuştur) demektir. Sema’zenler hem kendi etrafında döner, hem de meydanı devrederler. Feleklerin gezegenlerin, yıldızların ve dünyanın, güneşin cazibesiyle hem kendi etrafında, hem de güneşin etrafında devrettikleri gibi… Sema’, bütün âlemlerin güneşi Tanrının huzurunda bir devr-i âlem’dir.

Esasen sema’, gerçek varlığa ulaştıran, insanı kendinden geçiren bir cezbe vasıtası, kendinden geçen kişinin can sarhoşluğudur. Mevlâna’mızın ifadesiyle (Aşk’a kavuşmak, buluşmak sultanlığı için, perdeleri kaldırıp içeriye girmek devleti için. can elbisesi) dir.

Sema’nın birinci devresi, âlemleri seyretmedir. Hak’kın büyüklüğünü ve yüceliğini idrâktir. Bundan sonrası (Selâm) olarak tecelli eder. Birinci selâmda âşıklar, şüphelerden kurtulur, Tann’nın birliğine îmân eder. İkinci selâm Vahdet’i, Tanrı birliğini görüş hâline getirmedir. Üçüncüsünde âşıklar, görüşlerini biliş ve oluş mertebesine ulaştırırlar. Bu devrede âşıklar, kendilerini, mutlak varlığın kemal durağına yitirmiş, yok olmuşlardır. Son dördüncü devrede Vahdet durağında ayak direyerek kendi merkezleri çevresinde devrederler.

Sema’zenbaşı sema’ı idare eder. Sema’zenler onun ayak ve baş işaretlerine göre durumlarını ayarlarlar.

Sema’ın üçüncü selâmında şeyh de sem’a girer. Hatt-ı istiva’nın ortasında sema’ eden şeyh, şüphesiz burada Mevlâna’yı temsil etmektedir. Şeyh, sema’dan sonra yavaş yavaş ilerler, posta varmasıyla sema da sona erer.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu