Türkiye’de Nüfusun Dağılışını Etkileyen Faktörler Nelerdir

Türkiye’de nüfusun dağılışını neler etkiliyor?

1. Doğal çevre faktörleri: Bunlar arasında nüfus dağılışını açık bir seçik etkileyen iki faktör iklim ve yüzey şekilleri- dikkati çekmektedir. Dünya nüfusunun yaklaşık olarak onda dokuzunun ova ve benzeri düzlüklerde yaşayabilinmektedir. Diğer yandan, yeryüzü karalarının kabaca dörtte biri de yüksek sıcaklık ve az ya da düzensiz yağış koşullarının bir arada neden olduğu kuraklık yüzünden seyrek olarak nüfuslanmıştır.

Fiziki coğrafya koşullarının, yeryüzünde nüfusun dağılış ve büyüklüğünün şekillenmesinde genelde egemen olduğu kesindir. Bununla birlikte, çevreci determinist görüşün en güçlü savunucularının da kabul ettiği gibi, çevre elemanlarının (iklim, yer şekilleri, su, toprak, madenler, bitki örtüsü) ne tek ne de bütün olarak ve birbirleriyle uyum halinde nüfus sayısını ya da öteki demografik özellikleri kesin

olarak belirlemediği de açıktır. Aslında dünya nüfus dağılışıyla ilişkili olarak belirtilmesi gereken belki de en önemli özellik, söz konusu dağılışın kolay açıklanamadığıdır. Nüfusun yoğun olduğu alanlarla seyrek olduğu alanlar arasında açık çelişkiler vardır. Merkezi ve Batı Avrupa’da ılıman iklim koşullarının yer aldığı kesimlerde tarım dışı ekonomik faaliyetlere bağlı yoğun nüfus topluluklarını değişik tarım sistemlerinin uygulandığı yerlerde de görmek mümkündür. Örneğin geçim türü tarım faaliyetlerinin geniş çapta egemen olduğu Çin ve Hindistan’da olduğu gibi, tarım faaliyetlerinin ileri bir teknikle entansif olarak yapıldığı Batı Avrupa ülkelerinde de yoğun nüfus toplulukları vardır. Her ne kadar topografya, doğal bitki örtüsünün çeşitliliğinin belirginleştirdiği toprak cinsi ve başka fiziksel elemanlar yerleşme koşullarında bölgesel ve yerel farklılıklar yaratıyorsa da, yeryüzünde yerleşme potansiyelini gösteren bir harita yapmak, kuşkusuz, hem güçtür hem de Pierre George’un l959) sözleriyle “biraz keyfi bir iş olur”. Aslında böyle bir harita gerçek nüfus dağılışı-yerleşme haritasından çok farklı olacaktır. Yerleşmeye elverişli alanlar içinde nüfusun dağılışı, yerleşmeye elverişsizlik özelliğiyle gerçek yerleşme arasındaki gözle görünür zıtlıklarıyla ve eşitsizlikleriyle şaşırtıcıdır. Yeryüzünde nüfusun yerleşmesi sürekli değildir ve yerleşme açısından düşük potansiyelli ya da potansiyel olmayan bölgelerin yarattığı nispi boşluklarla ayrılmış yoğun nüfuslu bölgelerden oluşur.

İnsanın özellikleriyle çevresel faktörler arasında dünya çapında bazı ilişkiler olduğu hâlâ kabul edilmekle birlikte, yakın zamanlarda, insanın özelliklerinin daha çok kültürel faktörlerle şekillendiği görüşü güçlenmiştir. Kuşkusuz, insanların yeryüzündeki dağılışını kısıtlayan bir faktör olarak iklim başta gelir. İnsan fizyonomisi dikkat çeker derecede fiziki çevreye uyum sağlayabilecek yapıdadır. Daha M.S.1500 yıllarında bile. yani insanın çevreye uyum sağlamak için birçok yeni teknik geliştirmeye başladığı ve yeni yeni ekonomik devrimlerin meydana geldiği devrede bile. insanın “ekümen”ı ya da “yerleşilebilir dünyası” şaşılacak derecede genişti ve büyük kısmı da şu yi da bu devrede ilkel grupların herhangi biri tarafından kullanılmıştı Gerçekten de, en dağınık biçimde de olsa, yüzeyin çok dik, drenajın kötü olduğu ya da çok kurak yerler dışında kalan, buzla kaplı olmayan her alan yerleşmiş durumdaydı. Aslında o zamanlardan beri yerleşmelerin yayılma alanlarında çok az genişleme olmuştur: Grönland kıyıları, Avrupa’da Alpler Kaliforniya ve Avustralya’nın kurak kesimleri gibi alanlarda devamlı yerleşmenin sınırları genişlemiş; Şili’nin kuzeyi, Alaska, Büyük Sahra’nın bazı kısımları ve Basra Körfezi’nin kurak kıyı kesimleri gibi yaşanması güç yerlerde madencilik faaliyetleri yüzünden yerleşmeler kurulmuştur. Ekümemn genişlemesini sağlayan insanların Izyolojik yapılarındaki esneklik deniz seviye sinden 5000 m’ye kadar olan alanlarda yaşayabilmesine de olanak sağlamaktadır. İnsanlar için en acil fizyolojik ihtiyaç oksijen olduğundan, daha üst sınırlarda, kısa süreli bile olsa, yaşayabilmek için özel bir eğitim ve oksijen takviyesi gereklidir.

İnsan yaşamı için diğer ihtiyaç yeterli derecede sıcaklıktır. Giyim ve barınak olmaksızın insan -5°C’de bir süre kaldığında ölür. Oldukça yüksek sıcaklıklara kısa bir süre dayanabilirse de, 40°C ve daha yüksek sıcaklık biraz uzun sürerse -nemlilik, rüzgâr ve gölgeye bağlı olarak- yine ölümle karşı karşıya kalınır. En uygun sıcaklıklar 10°C ile 30°C arasıdır. Kritik bir derece olan -50°C orta ve yukarı enlemler ile yüksek seviyelerde gerçekleşir. Gün ortası sıcaklığı ve yoğun güneş, birçok subtropikal alanda insanın dayanabileceğinin ötesindedir. Bununla birlikte, yaşama izin vermeyen sıcaklıklar dünyanın buzla kaplı olmayan hemen her yerinde bütün yıl boyunca vuku bulmazlar. Yaşamını sürdürmek için acil ihtiyaçları arasında içilebilir su ve gıda maddeleri de bulunmakla birlikte, insanın beslenme bakımından büyük bir dayanıklılığı vardır ve mutlak çöller dışında, insan, hemen her yerde dayanabilmektedir.

2. Beşeri Faktörler: Büyük sanayi ve ilişkili ekonomik faaliyetler ortaya çıkana kadar iklim ve diğer fiziki coğrafya koşullarının etkisi altındaki tarım faaliyetleri nüfus dağılışının sınırlarını çiziyordu. Böylece, belirli bir alandaki nüfus dağılışını etkileyen beşeri faktörlerin başında o alandaki ekonomik faaliyetin türü ve ölçeğinin geldiği söylenebilir. Teknolojik ve ekonomik ilerlemelerle birlikte, ekonomik faaliyetin türü ve ölçeği nüfus yoğunluk ve dağılışının zaman içindeki değişiminin de sorumlusu olmuştur. Sanayi Devrimi öncesinde oldukça düzenli dağılmış olan tarımsal nüfus, sanayileşmeyle birlikte kömür havzaları, enerji kaynakları, ulaşım, haberleşme hatları ve limanlar tarafından kendilerine çekilmiştir. Sanayi Devrimiyle, yüzyıllar boyunca oluşmuş nüfus kalıbının yerini yoğun nüfus toplanmalarının yarattığı bir dağılış kalıbı alınıştır. Ekonomik faaliyetlerin daha da farklılaşması ve gittikçe karmaşıklaşmasının nüfus dağılışını da daha düzensizleştirdiği ve eşitsizleştirdiğini söylemek doğru olacaktır.

Nüfus dağılışı üzerinde insanla ilgili faktörlerden göçlerin de büyük etkisi olduğu daha önce belirtilmişti. Özellikle kitlesel büyüklükte uluslararası göçler ve ülkelerin içinde gerçekleşen iç göçler bazen nüfusun yeniden dağılışına kadar götürebilmektedir. Tarihsel süreçler de, göçler gibi, nüfus dağılışının oluşmasında etkilidirler. Yeni yerleşme alanlarında yerleşme tarihi nüfus dağılışının bugünkü durumunu belirlemiştir. Örneğin Avustralya’da yerleşmenin dünyanın diğer yerlerine göre yeni oluşu, nüfusun birikerek yoğunlaşmasına (yoğunluk km2′de yalnızca 2.3′dür) ve ülkede nispeten düzenli bir kalıp oluşabilmesine olanak sağlamamıştır. Buna karşılık, Hindistan’daki yüksek nüfus yoğunluğu, burasının uzun bir uygarlık geçmişine sahip ve binlerce yıldır kullanılan bir alan olmasının da kısmen bir sonucudur. Ancak, uzun yerleşme tarihinin mutlaka yüksek nüfus yoğunluklarına sahip olunacağı anlamına gelmediğini de vurgulamak gerekir. Geçmişte dünyanın yoğun nüfuslu zengin olan bazı kesimlerinin şimdi çok seyrek nüfuslu alanlar oldukları da gözlemlenmektedir: Kuzey Afrika’nın bazı kısımları Mezopotamya ve Yukatan Yarımadası ve Doğu Sirilanka bunlara birkaç örnektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu